Levent Özadam - Mesaj Kutusu

[email protected]

Bir doktor arkadaş aradı…

Yalvarıyordu!

Ne olur beni de Adıyaman’a gönderin, diye…

Hiçbir şey yapmasam yollardaki taşları temizlerim diye ekledi!

Telefonda çok duygusal anlar yaşadık…

Mesleği hekimlikti ama son üç gündür gece başını yastığa koyduğunda uyuyamıyordu!

Bir çoğumuzun olduğu gibi…

Hele de akşam cansız bedenlerin bulunmaya başlamasıyla umutlarımız daha azalır oldu!

Kolay değil aradan üç gün geçti…

Hava şartları bir yana enkaz altında o kadar gün kalmak kolay mı?

Canlı mı kaldılar cansız mı onu bile bilmiyoruz…

Girdabın içine girdik bir kere!

Şu anda dua etmekten başka yapacak hiçbir şeyimiz yok…

AFAD sürekli çağrı yapıyor…

Yardım malzemesi gönderin ama gelmeyin diye!

O telaşın içine bir de kalabalıklar eklenince işleri daha zor oluyor çünkü…

Biz ne yapıyoruz?

Uçak seferleri yapılıyor ya…

Gidelim görelim zihniyetinden başka bir şey değil!

Dostlar alışverişte görsün bir çoğunun amacı…

Ne işin var kardeşim enkazın içinde!

Enkaz kaldırma çalışmalarını izlesen ne olacak izlemesen ne olacak?

Bari ayak altında dolaşma ki uzmanlar işini yapsın…

Yazık ki ne yazık!

Gösteriş budalalığından başka bir şey değil…

Doktor arkadaşın dediği gibi yollardaki taşları temizlesen hadi neyse!

Gel de isyan etme siyasete ve siyasilere…

O gitti ben de gideceğim saçmalığından başka bir şey değil!

Aslında dün öğlen saatlerinden itibaren hayli umutlanmıştık…

Kaynağı nedir bilinmez, Adıyaman’daki otelin bodrum katında ‘deprem odası’ olduğu yönde haberler yayılmaya başlamıştı!

Acaba bizim kafile orayı sığınmış olabilir mi diye sorduk birbirimize…

Ha keşke doğru olsaydı bu haberler!

Ama acı haberler ardı ardına gelince yüreğimizde yine bir sızı…

Hem de dayanamayacak kadar ağır!

Bu durumlarda hep şunu düşünürüz;

Bizim yüreğimiz bu kadar sızlarken, ya göçük altında olan kardeşlerimizin ailelerinin yüreği nasıl sızlıyor diye…

Ateş düştüğü yeri yakar demişler ya eskiler!

Sözün bittiği yerdeyiz artık…

Bu arada yardım tırları ardı ardına gidiyor deprem bölgelerine…

Çok duygusal bir süreç yaşıyoruz toplum olarak!

Ama bir de tamamen duygusallar var sözde…

Dün Türkiye’ye gönderilen tırlardan birinde kolilerce kaçak elektronik sigara bulmuş gümrükçü arkadaşlar!

Şerefsizlik değil de nedir bu kepazelik?

Toplum seferber olmuş elinden geldiğince katkı koymaya çalışıyor…

Ama birileri de yaşanan süreci kullanarak tırlar içinde sırf daha para kazanmak için kaçakçılık yapmaya çalışıyor!

Tırın sahibi belli, şoförü belli…

Bundan sonra söz yargının!

Dileriz ki fırsatçıların üzerine çökerler…

Cezaların en ağırını verirler!

Allahlarından bulsunlar…

Deprem bölgelerinde ölü sayısı on binin üzerine çıktı…

Çok daha fazla olacağı tahmin ediliyor!

Bu arada kamuoyunda enkazlara geç ulaşıldığı görüşü hakim…

Dün Antakya’dan bir arkadaşla konuştuk, durumun içler acısı olduğunu söyledi!

İlk iki gün neredeyse sokaklarda tek bir görevli bile yokmuş…

Enkazın altından kendi olanakları ile çıkanlar olmuş ama diğerleri hala enkazın altında ne oldukları belli olmadan duruyor!

Belli ki devlet buraya geç gelmiş, bunun da ağır bir bedeli olacak…

Ama gidenler asla bir daha geriye dönmeyecek!

Amaç Arnavutoğlu’nu dün toprağa verdik…

İnsanın hala inanası gelmiyor!

“Abi bir kahve ısmarla da sohbet edelim” demesini asla unutamayacağız…

Cenaze namazında gölgede beklerken elimiz ayağımız her yerimiz dondu!

Hem de epey sıkı giyinmişken…

Aklımız yine deprem bölgesindeydi!

O canlar şimdi ne yapıyor diye sorduk sürekli…

Sonra soğuktan şikayet ettiğimiz için utandık!

Şu sıralar ne üşümeye ne de acıkmaya zerre kadar hakkımız yok çünkü…