Soğuk Savaş döneminde Kıbrıs Türk siyasetine yön veren en klişe “algı” şu idi :

“UBP sermayenin partisi, CTP ve TKP emeğin partisi.”

Ve o dönemlerde siyaset kurumuna yön veren böylesi bir klişenin ise doğal sonuçlarından biri ise sol partilerin ilkeli! duruş adına UBP ile koalisyon yapmaması veya ideolojik önyargı ve körlük ile UBP’nin her yaptığını ret etmesi ile üretemeyen siyasi bir yapının oluşması oldu.

Ve soğuk savaş döneminin ideolojik ezberleri ile şekillenen siyasi düşünce yapılarının bugün bile Kıbrıs Türk siyasetinde izlerine rastlamak mümkün.

Hatta üretmeyen ve topluma hizmet anlayışından uzaklaşan ve bugün siyaset kurumunun karakteristik bir özelliklerinden biri olarak karşımızda duran politik statükonun veya meclis statükosunun bir bacağının da böylesi bir anlayıştan beslendiğini söylemek iddialı bir yorum olmaz.

TKP geleneğinin devamı olduğunu iddia ederek TKP’nin mirasından nemalanmanın ötesine geçemeyen TDP’yi bir kenara koyacak olursak siyaset kurumunu teslim alan politik statükonun veya meclis statükosunun iki temel bacağı bugün CTP ve UBP’den başkası değil.

Soğuk savaş döneminin siyasete yön veren katı dogmatik ideolojik ezberlerinin üzerinden geçen zaman ile birlikte siyaset kurumunun da değişmesi bir zorunluluk.

Peki, bugün UBP hala sermayenin partisi mi ve CTP hala emeğin partisi mi?

Tartışılır.

Ancak bir gerçek var ki, her iki parti bugün bir sınav veriyor.

Eski ezberler ve kolaya kaçan alışkanlıkları ile eskinin yeni yorumlarını ortaya koyma eğiliminde olan ve olacak olanlar ise böylesi bir sınavın tek kaybedeni olacak.

Ve elbette gerek siyaset kurumunun en büyük aktörü ve Hükümetin de büyük ortağı olarak tüm gözler UBP’de.

Merkez sağın büyük partisi olması hasebiyle Kıbrıs Türk sağına yön veren tek parti konumunda UBP.

UBP’nin en büyük sınavı ise ev ödevini yapacak iradeyi ortaya koyarak ezber bozması ve önyargılara dair kırılma noktasını başlatacak adımları atmasından başka bir şey değil.

Ankara ile ilişkiler konusu sürekli ön planda tutması ise UBP politikaları ile örtüşen bir tutarlılık.

Fakat Ankara ile imzalanan ekonomik protokollerin gereklerini yerine getirememe ise UBP’nin en büyük çelişkilerinden biri.

Gerçi politik statükonun veya meclis statükosunun diğer ana ve yan bacaklarının da bu konuda UBP’den farklı olduğunu söylemek ise ne yazık ki mümkün değil.

Ancak Ankara ile dış politikada ayni yol haritası ile siyasetini sürdüren UBP’nin ekonomik protokollere dair iyi bir sınav vermesi toplumsal bir sorumluluktan öte politik bir ödev.

Hükümet olduğu dönemlerde UBP’nin Ankara ve Lefkoşa arasında imzalanan ekonomik protokollere dair tam bir uyumu ortaya koyamadığı bir gerçek.

Hatta UBP ve diğer partiler tarafından ekonomik protokollere uyulmadığını söylemek ise iddialı olmaz.

Devletin savunucusu olan merkez sağın en büyük ve örgütlü partisinin ekonomik protokollerin gereğini yapmama lüksü olmamalı.

Tam da bu noktada UBP’nin artık politik statükonun veya meclis statükosunun aktörü olmadığını ortaya koyması gerek.

UBP’nin büyük sınavı başlıyor.