Kıbrıs Türk toplumu, Kovid-19 salgınının başladığı günden bugüne geçen 1 yılı aşkın sürede, sosyal patlama tehlikesini önemsemeyen İktidarlara ve kriz yönetim merkezlerine tanık oldu.

Ve olası bir sosyal patlamaya karşı, hala daha önlem, planlarımız ve tedbirimizin olmaması da vahameti artırmakta.

Son günlerde gerçekleşen “intihar” vakalarını da sadece ve sadece salt psikolojik nedenlerden olduğunu düşünmek ise kafamızı kumdan çıkarmamakta ısrar etmekten başka bir şey değil.

Ekonomik krizin ve ekonomideki istikrarsızlığın sürmesi ile birlikte yavaş yavaş başlayan ve sonrasında etkilerini uzunca bir süre hissettirecek sosyal patlama tehlikesi artık çok yakınımızda.

Boşanma oranlarının artması, toplumsal panik, adalete ve Devlete güven kaybı sonrası bireysel adalet bulma çabalarının artması, siyasete karşı güvensizlik, olası iflaslar, intiharlar, kaos, anarşi, yağma, vandalizm, cinayet işleme riskinin artması ve benzer olgular bir toplumsal olay olarak sosyal patlamanın aktörleri olarak “sesszi düşman” olarak kapıda beklemekte.

Ekonomideki depremin etkisi ile de daralan ticari faaliyetlerin ve işiz kalan kesimlerin de bankaların insafına bırakıldığı acı da olsa bir gerçek.

Diğer bir acı gerçek ise, geçen sürede, Hükümetlerin bankalara söz geçirememesinden öte,  alacak-verecek ilişkilerini mucbir sebep üzerinden borçluyu daha çok korumaya yönelik ortaya siyasi irade koymakta “isteksiz” olması.

Ve bugün, orta ve dar gelirli olup da bankalara borcu olmayan neredeyse yok gibi.

Rakamlar ise acı gerçeği ve son gelinen noktanın vahametini tüm çıplaklığı ile gözler önüne sermekte.

22 bin mazbata dosyası görüşülmeyi beklemekte.

En basit ifadesi ile ödemeyebilmeyi başaramazlarsa 22 bin yeni mahkum demek.

Sonuçlarının ise tam bir felaket olacağı aşikar.

Mahkumiyet ile birlikte borçların hiç ödenememesi sonrasında yaşanacakların ve sonuçlarının bugünden tüm yönleri ile tartışılması ve önlemlerin alınması zaruri.

Süreç, Kıbrıs Türk toplumunun tüm dinamiklerini yerinden oynatacak sosyal bir patlamaya gebe.

Ve böylesi bir süreç karşısında ise “sağır sultanı” oynamayı sürdürmek, Kıbrıs Türk toplumuna yapılacak en büyük kötülüklerden biri.

Kovid-19 salgını sonrasında ekonomik sorunların katlanarak devam ettiği ve yaşama tutunma mücadelesinin günden güne daha da zorlaştığı günlerden geçmekte, Kuzey Kıbrıs.

Özellikle de asgari ücret veya günlük emek karşılığı ücret ile hayatını idame ettiren kesimler.

Küçük ve orta ölçekli işletmelerin sermaye sahipleri veya çalışanları için de durumun kötülüğü çok farksız değil.

Mazbata dosyalarının mahkumiyetler ile sonuçlanması ve akabinde doğacak ekonomik ile sosyal sorunlara dair “acil önlemlere dair yol haritalarının” Devlet erkini elinde tutan siyasi iktidarlarca bugünden belirlenmesi elzem.

Dün, sessiz bir çığlık olan endişeler yerini, bugün, yüksek perdeden ortaya konan tepkiler, “yaklaşan fırtınanın” büyüklüğünü anlamaya yeter.

Mazbatalar, sosyal patlamanın tetikçiliğine araç olma yolunda giderken, Kıbrıs Türk toplumu ise “yok olmanın” kıyısına sürüklenmekte.

Devlet erkini elinde tutan İktidarlar yanında sorumlu muhalefet anlayışı ile de diğer siyasi partiler ise bazı kesimleri karşılarına alarak bedel ödemek zorunda olsalar da, Kıbrıs Türk toplumunun üzerinde gezen kara bulutları ve sosyal patlama riskini ortadan kaldıracak “ortak akıl”da buluşmak zorundalar.

Devlet, hem analığını hem de babalığını artık göstermek zorunda.