Kimdir dindar?

Dinci kime denir?

Dinci ile dindar, hayata ayni perspektiften mi bakar?

Hiç sorguladınız mı, üzerinde düşündünüz mü, siz demokratlar ve ilerici diye kendine toplumsal/siyasi statü verenler?

Dindar olmak, bir inanca sahip olmak, içerisinde yaşadığı kültür ile çatışmadan inancını yaşayabilmek, demokrasinin gereği değil midir?

Demokrat olan, ilerici olan demokrasi adına dindar ile dinci ayrımını yapması gerekmez mi?

Çok kültürlülük, çokseslilik ve bir sentez ile birlikte yaşayabilmek demokrasinin, olmazsa olmazı değil midir?

Önyargılar, peşin hükümler, yasaklar, toplumsal linç ile hareket etmek, demokrasiye vurulan darbe değil midir?

İnancını gönlü ile yaşayanın yanında durmak her ne kadar demokrasinin gereği ise, demokrasinin yarattığı özgürlük alanını kullanıp dini siyasi bir argüman olarak yaşayanın da karşısında durmak da demokrasiyi korumak adına bir zorunluluktur elbette.

Her iki eylem arasındaki pamuk ipliğine bağlı ince çizginin ise demokrasinin uzun yolu olduğunu da unutmamalı, topluma yön verenler.

Ve önyargıların, peşin hükümlerin esiri olmadan yüreği ile bakabilmeli Kıbrıs Türkü, türban meselesine.

Ve türban yobazlık mı sorusuna, önyargılardan sıyrılarak cevap vermeli her demokrat olan kişi.

Türbanlı bir kişinin öğretmen olmasına sendikalar tarafından gösterilen bu kadar tepki ne kadar haklı ve insan hakları ile demokrasi ile ne kadar bağdaşıyor, cevaplanması gereken soruların başında gelmekte.

Siyasi ve dini propaganda olarak kullanılmazsa, inancından dolayı türban ile sınıfa giren öğretmen Bakanlık müfredatının içerisinde mesleğini yaparsa, başındaki türbanın kime ne zararı olur?

Şeriat ile yönetilen ülkelerde, takılan türban ile demokratik laik Türkiye Cumhuriyetinde yaşayan Türk kadının taktığı türbanı ayni kefeye koymakta ilericilikten ziyade sığ bir düşüncenin esiri olmak değil midir?

Kaderin cilvesi midir rastlantı mıdır bilinmez ama, Suudi Arabistan başta olmak üzere İslam ve  şeriatını kendilerine göre yorumlayarak gerçek İslamiyet’ten uzaklaşan Arap ülkelerinden ithal edilen bir siyasi simge olmasın diye muhafazakar Türk kadını tarafından 1950’li yılların sonundan itibaren kullanılan türbanın “Şule başı” diye isimlendirildiği ve bugün Emine Erdoğan tarafından da kullanılan yeni bağlama şeklinin Kıbrıslı, gazeteci ve yazar Şule Yüksel Şenler tarafından ilk kez kullanılarak muhafazakar kesim arasında günümüze kadar kabul gördüğünü de çoğu Kıbrıslı Türk bilmez.

Ve muhafazakar Türk kadınının da yıllarca tüm demokratik haklarından laik Cumhuriyeti koruma adına mahrum bırakılmasının, karar alma mekanizmalarından dışlanmasının da toplumsal barışta yarattığı sosyal yıkımın olumsuz sonuçlarının 2000’li yıllara kadar Türk toplumsal yapısı ile demokrasisine verdiği zararları unutmadan türbanı tartışmak ve değerlendirmek gerekmekte.

Toplumu oluşturan kesimlerin, ister muhafazakar olsun ister ateist olsun, ister liberal ister komünist olsun, birbirlerine saygılı ve haklarına tecavüz etmeden, birbirlerine yaşam doğrularını empoze etmeden ortak akıl ile hep birlikte yaşama erdemi gösterebilmeleri demokrasinin gereği değil midir?

Yeter ki türban, Türkiye ve KKTC özel örneğinde laik, demokratik ve Atatürk ilkelerine karşı bir siyasi yapının, düşüncenin simgesi olarak kullanılmasın .

Böylesi amaçlar ile kullanılması karşısında da gerek yasalarımız gerekse toplumsal irademize olan güvenimiz yani kendimize olan güvenimiz tam olmalı ve korkmamalıyız.

Yasaklar, ötekileştirme, dışlama, engelleme, kendimize olan güvensizliğin de bir sonucu değil de nedir?

Korkularımız ve önyargılarımız ile ötekileştirme yapmanın ezen-ezilen ilişkisi ile toplumsal barış ve demokrasiye darbe vuracağını da görmeyecek kadar kör olmamalı, peşin hükümlerin esiri olmamalıyız.

Atatürk’e hiçbir zaman düşman olmamıştır ancak zaman zaman Atatürkçülüğü katı şekilde yorumlayan ve yaşayan bazı Kemalistlere de, demokratik haklarını kullanamadığı ve Türk devletinde yaşayan eşit bir vatandaş olarak karar alma mekanizmalarından dışlandığı için tepki duymuştur, muhafazakar Türk kadını.

Türban takan her muhafazakar Türk kadınının rejim düşmanı olmadığı gerçeğini önyargılarımızdan önceye koymalıyız.

Sırf türban taktığı için bir kadının, öğretmen olmasına karşı çıkmak, bunun üzerinden siyaset yapmak, ne ilericiliktir ne de demokratlıktır.

Ve hep birlikte, tüm renklerin bir arada uyum içerisinde yaşayabilmesi, Anadolu topraklarının en büyük zenginliği değil midir?

Önyargı ve peşin hükümlerden kurtulmak , İslamiyeti anlamak için de Ortadoğu’ya değil, Osmanlı ile Anadolu’ya bakmalı, bakabilmeli insanımız.

Demokrasi ve laikliği de hep birlikte, ortak akıl ve toplumsal barış içerisinde yaşamalı.

Çünkü Atatürk’te bizim, yaşamak isteyen için İslamiyet’te bizim dinimiz.