Rum yönetiminin, Khassim Diagne’nin BM Genel Sekreteri’nin Kıbrıs’taki Özel Temsilciliğine atanmasından memnuniyet duyduğu, Kıbrıs sorunuyla ilgili iki önemli görüşme tarihinin BM tarafından bildirilmesini beklediği haber verildi.

Fileleftheros, Rum yönetiminin haber beklediği randevulardan birinin Genel Sekreter’in Kıbrıs kişisel temsilcisi Maria Angela Holguin’in adayı ziyareti, diğerinin de Genel Sekreter’in Cumhurbaşkanı Ersin Tatar ve Rum Yönetimi Başkanı Nikos Hristodulidis ile New York’ta yapacağı görüşme olduğunu yazdı.

Habere göre, Holguin’in adaya geleceği kesinleşti ancak geliş tarihi belirlenmedi. Rum Sözcü Konstantinos Letimbiotis, Holguin’in ziyaretinin Histodulidis'in BM Genel Kurulu için New York’a gitmesinden önce gerçekleşeceği konusunda bilgi verildiğini açıkladı.

Gazete, Rum yönetiminin, Tatar-Guterres-Hristodulidis üçlü görüşmesinin, Eylül’deki gayriresmi genişletilmiş görüşmede gerçekleştirileceğinin değerlendirildiğini yazdı.

Habere göre, Khassim Diagne’nin Colin Stewart’ın yerine atanmasını "memnuniyetle karşılayan" Rum yönetimi, Diagne ile BM misyonu çerçevesinde yapıcı iş birliği öngörüyor. Sözcü Letimbiotis, Diagne’nin uluslararası meselelerde ve BM kurumlarının üst mevkilerinde 25 yıldan fazla deneyim sahibi olduğunu hatırlattı.

AB Bütçe Komiseri Serafin, AB bütçesinin kabulü için Rum yönetiminden destek istedi
AB Bütçe Komiseri Serafin, AB bütçesinin kabulü için Rum yönetiminden destek istedi
İçeriği Görüntüle

Öte yandan, Haravgi Letimbiotis’in Maria Angela Holguin’in New York’taki BM Genel Kurulu öncesinde adaya geleceği bilgisini aldıklarını açıkladığı basın brifinginde Türkiye’nin KKTC’de “kolonizasyonu genişletmekte olduğunu” da öne sürdüğünü yazdı.

Habere göre, Rum yönetiminin “bunu engellemek için gerekli diplomatik önlemleri aldığını” söyleyen Letimbiotis Türkiye’yi, eski Rum mallarının “gasp edilmesi” yanında, yeni sosyal konut inşaatlarıyla "kolonizasyon girişiminde bulunmakla” suçladı.

Letimbiotis, Rum yönetiminin, Türkiye tarafından gelen hiçbir eylemi önemsiz görmediğini, bunların “uluslararası hukuka aykırı, uluslararası toplum tarafından da kabul edilmeyen hareketler olduğunu” savundu.