Gerçek Fedakârlık mı, Yoksa Kendini Yok Saymak mı?
Hayatın belirli bir döneminde, birçok insan yaşamayı hissetmekten çok, sadece hayatta kalmaya çalıştığını fark eder.
Duygular bastırılır, ihtiyaçlar ertelenir, sınırlar belirsizleşir. Zamanla “ben” dediğimiz yer, sadece başkalarının beklentilerine cevap verilen bir alana dönüşür. Bu noktada karşımıza çıkan kritik soru şudur: Gerçekten fedakârlık mı yapıyoruz, yoksa kendimizi sessizce feda mı ediyoruz? Kendini feda eden bireyler çoğu zaman başkalarının mutluluğu için kendi duygularını yok sayar.
Görünürde güçlüdürler, ama içten içe derin bir yorgunluk taşırlar. Çoğu zaman bu durum çocuklukta öğrenilen bir davranış biçimidir. Sevilmek için “iyi çocuk” olmalı, ihtiyaçlarını değil, başkalarının memnuniyetini ön planda tutmalıdır. Bu öğrenme zamanla bir kimliğe dönüşür. Oysa fedakârlık, özveriyle yapılan ve gönülden gelen bir eylemdir. Kişinin kendi sınırlarını bilerek, kendi varlığını yok saymadan verdiği bir karardır. Fakat kendini feda etmek, kişinin zamanla kim olduğunu unuttuğu, yalnızlaştığı, duygusal açıdan tükenmeye başladığı bir süreci beraberinde getirir. Ebeveyn-çocuk ilişkilerinde bu durum daha belirgin hale gelir.
Çocuk, ebeveynin onayını almak uğruna kendi ihtiyaçlarını yok saymayı öğrenebilir. Böylece yetişkinlikte de başkalarının ihtiyaçlarını kendi önüne koyan bireyler ortaya çıkar. Ne zaman ki bu döngü fark edilir, işte o zaman dönüşüm başlar. Fedakârlık; karşılıklı anlayışla, sınırların gözetildiği ve kişinin kendi ihtiyaçlarını da değerli gördüğü bir davranıştır. Oysa kendini feda etmek, kişinin kendi değerini yok saymasıdır. Gerçekten sevmek, kendini de sevebilmekten geçer.
Başkaları için bir şeyler yaparken, kendi varlığını da gözetebilmek, hem sağlıklı ilişkilerin hem de içsel huzurun anahtarıdır. Unutmayalım: Kimseyi mutlu etmek için kendimizi tüketmek zorunda değiliz. Sağlıklı sınırlar, sevginin en güçlü ifadesidir.
Psikolog Perihan Ulaş