Kunduracılığı, Büyük Han’ın kahvecisi Ahmet dayıdan öğrendi

“Günde 150 çift ayakkabı üretir, ülkenin dört bir yanına satardık”

 

“1978’den beri, yani 45 yıldır bu dükkandayım. Girne kapısında sorsanız burayı gösterirler”

 

“Yine dünyaya gelsem yine kunduracı olurum, ama mesleğin geleceği yok”

 

“İşimi bitirmeden paydos etmedim, hep verdiğim sözün arkasında oldum”

Lefkoşa, 16 Temmuz 23 (TAK): Belediye Pazarı’ndan (Bandabuliya) doğuya doğru giderken sağ kolunuzun üzerinde, 3 basamakla çıkılan bir eşiğe varıp, iki kanatlı ahşap eski Kıbrıs kapısından içeri girdiğinizde, dar ve uzun koridorun ucundaki küçük dükkanda hasır sandalyesinde ayakkabı tamir eden Arif abiyi görürdünüz... Nam-ı diğer “Kunduracı Arif”... Tam adı Arif Nurak...

Kunduracı Arif, yarım asırlık kunduracılık yaşamının 45 yılını bu dükkanda geçirdi.  Kıbrıs’ta ayakkabısını tamir etmek isteyen, topuğunu değiştirecek olan, kalıba verecek olan binlerce kişi, bu 45 yıl boyunca o eşikten geçti, o uzun koridoru yürüdü ve Arif abinin gülen yüzüyle karşılaştı...

Bugün 65 yaşında olan ve dükkanını kapatma kararı alan Lefkoşa’nın simge isimlerinden, İtalyan sanatçı tarafından yapılan duvar resmiyle ölümsüzleşen Arif Nurak ile, kapısına kilit vurmadan birkaç gün önce, müşterilerine elinde kalan son ayakkabıları teslim ederken, hayatını, mesleğini, çarşıda zanaatkar olarak geçirdiği yarım asrı konuştuk.

- Babam beni okutmak için çok uğraştı, ama ben istemedim...

1958’de Vadili’de doğan Arif Nurak, 10 yaşına kadar bu köyde yaşadı...  Derslerinde başarılı olan  ağabeyinin ilkokulu bitirip ortaokula başlamasından sonra, köyde kahvecilik yapan babası, oğlunun o yıllarda güvenli şekilde Lefkoşa’ya gidip gelebileceğinden endişe ettiği için taşınma kararı aldı.  1968’de ailece Lefkoşa’ya taşındılar.

Arif Nurak, çocukluğuna dair o günleri şöyle anlatıyor:

Babam, “her gün oğlumla ilgili tedirginlik yaşayamam, kalbim küt küt edeceğine” deyip Lefkoşa’ya taşınmaya karar verdi.  Babam Vadili’de de kahvecilik yapıyordu. 1968’de Lefkoşa’ya geldik ve babam Deveciler Hanı’nda kahvecilik yapmaya başladı.

Babası, büyük oğlunun eğitim hayatı için köyden Lefkoşa’ya taşınırken, küçük oğlu Arif’in pek de okumaya niyeti yoktu.  O dönem pek çok yaşıtının isteyip ama imkan bulamadığı için okuyamamasının aksine, Arif Nurak ailesinin tüm çabalarına rağmen okula devam etmek istemedi.  Tamamen kendi isteğiyle iş hayatına atıldı, zanaatkar oldu.

 

“Ben o dönemde ilkokul üçüncü sınıftaydım ve Atatürk ilkokuluna gitmeye başladım.  O zaman ilkokul 6 seneydi ve orada ilkokulu bitirdim.   Ben ortaokula gitmek istemedim ama babam deyim yerindeyse zorla gönderdi.  Benim okumaya ne isteğim, ne hevesim, ne de merakım vardı. Babam çaba da harcadı.  O dönem öğretmen Fikri Karayel vardı.  Babam bana o zaman özel ders aldırdı Fikri Bey’den. Bayraktar ortaokulunda iki sene okudum, ama doğrusu zar-zor gittim, pek bir şey de anlamadım..  (gülüyor)…”

- Kunduracılığı, Büyük Han’ın kahvecisi Ahmet dayıdan öğrendi

Kıbrıslıların, özellikle de Lefkoşalıların yakından tanıdığı bir başka isim, Büyük Han’ın kahvecisi Ahmet dayı (Kanan), Arif Nurak’ın amcasıydı. Ahmet Kanan, o yıllarda Büyük Han’daki atölyesinde kunduracılık yapıyordu.  Daha önce boş zamanlarında amcasının yanına giden Arif Nurak, okulu bıraktıktan sonra da soluğu amcasının yanında aldı.

“Okulu bıraktıktan sonra Asmaaltına çırak gittim.  Ustam babamın gardaşıydı, Ahmet amcam.   Herkesin Büyük Han’ın kahvecisi Ahmet Dayı olarak hatırladığı (Ahmet Kanan) amcam.  Ahmet amcam o zamanlar ayakkabıcılık yapardı. Meşhur kunduracıydı.  Vadilili Ahmet Usta dedin mi, herkes bilirdi o zaman. O zamanki atölyesi de Han’ın içindeydi.”

- Günde 150 çift ayakkabı üretir, ülkenin dört bir yanına satardık

Arif Nurak daha çocuk yaşında, yoğun bir tempoda çalışmaya başladı. Amcasının atölyesinde gece 23.00’e kadar çalıştıklarını anlatan Arif Nurak, amcası, yengesi ve amcasının oğlu Mehmet Kanan ile birlikte günde 150 çift ayakkabı ürettiklerini ve ülkenin dört bir yanına sattıklarını hatırlıyor.

“O zaman böyle hazır ayakkabılar yoktu.  Biz orada üç-dört kişi günde 150 çift ayakkabı çıkarırdık.  Amcam, ben, amcamın oğlu Mehmet Kanan, yengem…  Gece 10-11’e mutlaka işin bitmesi gerekirdi ki gece kalıplar hazır olsun ve ertesi günü bir 150 çift daha yapabilelim.  Eziyetli bir işti doğrusu…

Yaptığımız ayakkabıları ada genelinde satardık. Leymosun’a, Baf’a bile ayakkabı götürürdük.  Leymosun’da Turan usta, Ayanni’de Mümtaz usta vardı hatırlarım…  Onlara da gönderirdik.  150 çift satılırdı her gün, hiç kalmazdı.  Hatta kavga ederlerdi dükkanlar ayakkabıları almak için.  Cabacaba vardı meşhur, “kimseye vermeycen” derdi.  İsterdi sadece ona verelim yaptığımız ayakkabıları.  Ama olur mu?”

- 1978’den beri, yani 45 yıldır bu dükkandayım. Girne kapısında sorsanız burayı gösterirler...

1975’e kadar amcasının yanında çalışan Arif Nurak, askere gidip geldikten sonra kısa bir süre daha bu işe devam etti.  1978’de ise tam 45 yıl ekmek parasını kazandığı dükkanını açtı.

Ahmet Kanan da eski ayakkabıcılık işini birkaç yıl daha devam ettirdikten sonra, yaşının da etkisiyle  bıraktı... Yine Han’da, daha rahat çalışabildiğini düşündüğü kahveciliğe başladı.  Kahvecilik hayatı, Ahmet Kanan’ı da Büyük Han’ın ve Lefkoşa’nın unutulmazları arasına katacaktı. 

“Ben 1978’den beri bu dükkandayım.  Bazen ayak numarası büyük olanlara ayakkabı da yapardım ama ağırlıklı olarak ayakkabı tamiriydi işim.  Çin işi ayakkabılar girince piyasaya artık yeni ayakkabı yapmaktan vazgeçtik. Biz 500 liraya mal edersek, Çin işi ayakkabılar 200 liraya satılıyordu.  Rekabet edemezdik.  Tamire devam ettik.

Dükkanımı ben yoktan var ettim.  Özellikle kadın ayakkabısı tamiri yapan çok yoktu.  Ben o yönde ilerledim. Benim müşterilerimin dörtte üçü kadınlar oldu.   Özellikle genç kadınlar aldıkları ayakkabılara dekor, çiçek falan da koymamı isterlerdi, ayakkabıyı baştan yaratırdık zaman zaman.  Eskiden çok fazla model de yoktu tabii.

 

Zaman içinde ayakkabı çeşitleri çoğaldı ve dekor talebi azaldı.  Ama bu sefer de topuk tamiri işi vardı.  Müşterilerimin çoğunluğunu kadınlar oluşturmaya devam etti.

Neredeyse 45 yıldır bu dükkandayım.  Hiç başka yere taşınmadım.  Herkes de beni burada tanıdı.  Hatta Türkiye basınından bile gelip haber yaptılar.  Girne kapısına gelip ‘ayakkabıcı/kunduracı Arif’ dediğinizde sora sora burayı bulursunuz. Adresi bilmenize gerek yok.”

- Surlariçi kabuk değiştirdi

Surlariçi’nin zaman içinde kabuk değiştirdiğini söyleyen Arif Nurak, bu değişimin otobüs terminalinin taşınmasıyla başladığını belirtiyor.  Son dönemde canlanma olduğunu ancak Surlariçi’ne esnaf ya da zanaatkarların değil, cafe-bar işletmecilerinin geldiğine dikkat çekiyor.

“1978’de başladığımda Deveciler Hanı vardı. Otobüsler buraya gelirdi, bir anlamda terminal burasıydı.  Köyden herkes buraya gelirdi.  Akıncı’nın belediye başkanlığı döneminde yeni terminal açıldı. Halk yavaş yavaş o taraf kaydı.  Son zamanlarda da bizim mahalle barlar, cafeler mahallesi oldu. Diğer esnaf azaldı.

Gençler son yıllarda surlar içine dönmeye başladı ama zanaatkar olarak değil.  Hep cafe, kafeterya.  Benim gençlerle bir sorunum yok ama biz de yabancı olduk artık buralarda.  Bizim meslek bugünkü koşullarda eridi.   Zere artık ayakkabıda seçenek de çok.”

- Kadın ayakkabılarını sevdi, spor ayakkabılardan nefret etti

Peki onu en çok hangi tür ayakkabılar uğraştırdı?  Bu soruya çok da düşünmeden, hemen yanıt veriyor; spor ayakkabıları... “Tamir etmesini en sevmediğim ayakkabılar spor ayakkabılardır” diyor Arif Nurak.

“Spor ayakkabılarla uğraşmak sorun.  Yapışması da zor.  Çünkü olduğu gibi makineden çıkar o ayakkabılar.  Spor ayakkabı getirdiklerinde tiksinirdim resmen işten. Çünkü uğraşının bir karşılığı olmaz.  Yaparsın, bir ay, 15 gün sonra eski hale gelir.  Nefret ederim spor ayakkabılardan. Tamirini en sevdiğim ayakkabılar kadın ayakkabılarıdır.  Kibar ayakkabıdır kadın ayakkabıları, insan zevkle yapar. Yaptığın işin karşılığını görürsün.”

- İtalyan sanatçı duvar resmini yaptı

Kunduracı Arif’i bilmeyen gençlerse, onu Samanbahçe’deki duvar resmiyle tanıdı. Yuka Blend festivali çerçevesinde, İtalyan bir sanatçı Arif Nurak’ın duvar resmini yaptı. Bir anlamda onu ölümsüzleştirdi.

“Duvar resmini ilk gördüğümde gurur duydum tabii, kendimle.  İtalyan bir ressam yaptı onu.  Çok da güzel yaptı.  Yuka Blend’i organize eden Derviş Zeybek sayesinde oldu.  Derviş’i de unutmamak lazım.  Hala daha Kıbrıs’a geldiğinde beni görmeye gelir İtalyan ressam.”

(Not: Derviş Zeybek, Arif abi kendisinden bahsettikten 2 dakika sonra sokağın başında yanında yabancı bir misafiriyle belirdi.  Eşikte Arif abi ile bir süre sohbet ederlerken, röportaja ara verildi)

- Yine dünyaya gelsem yine kunduracı olurum, ama mesleğin geleceği yok

“Benim bu meslekte hiç çırağım falan da olmadı.  Hep tek başına çalıştım.” diyen Arif Nurak,  çırak olmak, iş öğrenmek isteyenin de pek olmadığını söylüyor.

Arif Nurak, ayakkabı sektöründeki durum nedeniyle de tamirciliğin geleceğinin olmadığı görüşünde. Nurak, eskiyen ayakkabının atıldığı bir dönemin yaşandığına dikkat çekiyor.

Bununla birlikte kendi bu mesleği seçmekten hiç pişman olmamış, hatta “yeniden dünyaya gelsem yine kunduracı olurdum” diyor.

Bu düşüncesinde, mesleği sebebiyle, liderlerden büyükelçilere kadar pek çok insan tanımış, onlarla anılar biriktirmiş olması da etkili...

“Ben bu mesleği seçtiğime hiç pişman olmadım.  Kıbrıs’ın birçok simasını, özellikle de Lefkoşalıları tanıma fırsatım oldu.  Sadece Kıbrıslılar da değil.  Yabancı müşterilerim de oldu.  Mesela Rus elçisi eskiden benim müşterimdi.  Hem de daha kapılar falan açılmadan önce. Sovyetler Birliği döneminde.  11 lisan bilirdi, Türkçesi de gayet iyiydi. Kıbrıs’tan ayrılacağında gelip bana veda etti.  ‘Dünya küçük yine karşılaşabiliriz’ dedi Türkçe ve ayrıldı.

Suriye elçiliğinden, Mısır elçiliğinden, Güney’den çok sayıda yabancı müşterilerim vardı. Hiç unutmam amcam ile çalışırken bir yabancı vardı boyu iki metre, ayakkabı numarası da 54.  O kalıbını da beraber getirirdi. Ona da ayakkabı yapardık.

Bellapais’e Giden Yol adlı kitabı yazan Amerikalı yazar Pierre Oberling, o da müşterimdi.  47 numara ayakkabı giyerdi. Kolay bulunmaz tabii, özellikle eskiden.  Adamın ayakkabıları parçalanmış Kıbrıs’a geldiğinde. Nail Bey (Eski Sayıştay Başkanı Nail Atalay) arabasıyla getirdi adamı bir cumartesi. ‘Bu adam pazartesi ülkesine dönecek, ne olur ayakkabıları onart sen pazartesine’ dedi.  Hallettik tabii, altını falan değiştirdim, onardım.  Pazartesi sabah sabah da gelip aldılar.  Birkaç saat sonra baktım Amerikalı yazar geldi.  ‘Herhalde bir hata yaptım’ diye düşündüm.  Halbuki adam bana ‘Sana teşekkür etmeye geldim. Ayakkabılar eskisinden daha iyi oldu’ dedi.

Ankara’ya Anıtkabir’e gittim.  Oradaki asker ‘Abi dışarıda bekle beni’ dedi.  Elim ayağım gövertti ‘yanlış bir şey mi yaptım’ diye.  Geldi, ‘Abi sen ayakkabıcı değil misin?’ dedi.

İrsen Bey de (İrsen Küçük) benim devamlı müşterilerimdendi.  Devamlı kahveyi bende içerdi.  Herkes koşardı kahve ısmarlasın diye İrsen Bey’e başbakanken, ama o bende içerdi kahveyi.  Zira ben çocukken de kahve götürürdüm ona.  Onun hatırını tutardı.  Sade kahve ve yanında su değil, soda içerdi muhakkak.

Liderlerin de potinlerini çok yaptım.  Özellikle Birleşmiş Milletler toplantılarına gideceklerinde ayakkabılarının altına incecik lastik koyardık kaymasın diye.  Denktaş’a da yaptım, Akıncı’ya, Eroğlu’na da, Mehmet Ali Talat’a da yaptım.

Bir kere Karadenizli bir adam askeri bot aldı buradan ve genişletmek istedi, bana getirdi.  İki sene gelmedi ayakkabıları alsın.  İki sene sonra çıktı geldi. Ani şekilde memleketine gitmesi gerekmiş. Kibarca gelip, ‘Bir çift askeri bot getirmiştim iki sene önce, kaybolduysa sorun değil’ dedi.  Çıkarıp verdim hemen, şaşırdı. Para da almadım ondan.  Hem şaşırdı, hem mutlu oldu. Defalarca teşekkür etti.”

- Masraflar çok arttı, devam etmenin anlamı kalmadı

Arif Nurak, dükkanını kapatmasının esas nedeninin, sağlık sorunları ya da yaşı değil, son dönemde artan vergi, su ve elektrik masrafları olduğunu söylüyor.

“Sigorta oldu 4500 TL, Vergi dairesi biz emekli olduğumuz için onu da gelir olarak saymaya ve vergi almaya başladı.  Benim artık 10-12 bin TL ayda vergi ve sigorta yatırımı olarak ayırmam lazım. E zaten biz burada 15 bini toplayamıyoruz. Otur hiçbir şey yapma daha iyi. Onun için ‘en iyisi kapatalım’ dedim.  Yoksa çok şükür, elimiz ayağımız tutar, gözümüz görür.  Ama harcamalarla baş edemez olduk. Belediye de su parasını çok artırdı. Çöp parası 600 TL oldu.  Elektrik vs. 10 bini geçiyor masraf.”

- “İşimi bitirmeden paydos etmedim, hep verdiğim sözün arkasında oldum”

Yaklaşık 50 yıldır erken kalkan ve haftanın 6 günü uzun saatler çalışmaya alışan Arif Nurak,  iş hayatındaki en büyük prensiplerinden birinin verdiği sözü tutmak olduğunu vurguluyor.

“Birine ‘çarşamba gel al’ dediysem, salı günü o işi bitirmeden paydos etmezdim. 50 yılda belki sadece birkaç kez hasta olup işe gelemediğim olmuştur.”

- Durmam duramam ben.  Zaten durmak da iyi bir şey değil

Arif Nurak, dükkanını kapatsa da bazı alışkanlıklarını sürdürmek niyetinde.  Erken kalkmak, yürüyüş yapmak gibi.  “Belki bahçeyle daha fazla ilgileneceğim artık, ama buralara sırtımızı dönmeyeceğiz, çarşıya geleceğiz yine” diyor...

“Ben saat beşe çeyrek kala ayaktayım.  45 dakika bir yürüyüş yaparım her gün. Yılın 365 günü varsa, ben en az 340 günü yürürüm. Babam da erken kalkardı. Günde 16 saat çalışırdı nerdeyse.  Biz Vadilililer genellikle erken kalkarız. Altı buçukta Büyük Han’da amcamın (Ahmet Dayı) oğlunun (Mehmet Kanan) orda kahve içeriz, çarşıdan esnaf 5-10 kişi gelir oraya.  Yedi buçukta kalkıp oradan gelip dükkanı açardım. Hafta içi günde 12-13 saat çalışırdım. Cumartesi de saat ikiye kadar çalışırdım. Haftanın altı günü böyleydi.  Kurban Bayramı döneminde her yıl sadece bir hafta-10 gün izin yapardım, genellikle Türkiye’ye tatile giderdim. Şimdi emekli olunca gene erken kalkıp yürüyüş yapacağım muhakkak. Onu yapmazsam hastalıklar başlar.  Kolesterol başlar, şeker başlar. Gene çarşıya geleceğiz tabii buralara.  Ama belki sabah çok erken değil, daha sonra.  Bahçeyle de daha çok ilgilenebilirim herhalde. Durmam, duramam ben. Zaten durmak iyi bir şey de değil.”