Kentli insan; kentin tarihi değerlerine sahip çıkan, kentte yaşanılan her türlü soruna karşı duyarlı olabilen, kentin ekonomik ve sosyolojik açıdan gelişip kalkınabilmesi için mücadele eden, devlet idaresince ya da belediyelerce yürürlüğe konulan her türlü kuralı bilen ve uygulayan, kentin içerisinde bulunan kamu kurum ve kuruluşlarını gereksiz davranışlarla meşgul etmeyen insandır.

Kentli olmak”  diğerlerine ve diğerlerinin haklarına saygılı olmaktır, kurallara uymaktır, işbirliği ve imecedir, binlerce insanla beraber seviyeli, sağlıklı ve huzurlu bir şekilde yaşamaktır, kadınlara-çocuklara-engellilere ve yaşlılara ilgi göstermek, özel önem vermektir, güzel sözdür, sağduyudur, hem sosyal yaşama hem ekonomik yaşama aktif olarak katılmak ve katkı sağlamaktır, yöneticilere karşı denetim görevini yapmaktır-yol göstermektir, kentin sokaklarını, caddelerini evimiz olarak görmektir,evinin önünü temzilemek düzenli tutmaktır,evindeki inşaat artıklarını gelişigüzel ortada bırakmamaktır ve “kentin ruhuna (yeşiline, çevresine, kültürüne, tarihine, eserlerine, parkına, bahçesine…) sahip çıkmaktır…”

Bu, kentli olmanın asgari ve yeterli gereğidir.

Bunun toplumsal hayata yansıması, trafik, çevre bilinci, temizlik, tuvalet kullanımı, açık alanların kullanımı, ter kokmama,yediğini içtiğini yerlere atmama ,elektrik direklerini kırmama  gibi pratiklerden oluşur.

Dolayısı ile demem o ki bir kentin sorumluluğu  o kentin yerel yönetimlerinden çok o kentte yaşayanlarındır.

İş adamından esnafına turizmicisinden marangozuna ,marketçisinden makinistine, öğretmeninden doktoruna, ev hanımından emeklisine.

Bunu bilen ve hayatına adapte eden kaç kişiyiz emin değilim.

Çünkü pratikte bunu bilen çok az insan olduğumuz kanaatindeyim.

Yılın son günü  31 Aralık 2019 günü Facebook sayfalarından birbirimize yapmış olduğumuz sağlıklı, mutlu olma gibi temennilerin temenniden öte gitmeyeceğini  2020 sabahı saat 10 itibari ile birkez daha anlamış durumdayım.

Ve üzülerek söylemem gerekiyor ki 2019 nasılsa 2020 de öyle geçecek.Çünkü kısa vadede bu durum  düzelecek gibi durmuyor.

Eğer ki biz sağlıklı olmak ,mutlu olmak ,başarılı olmak için nelerin gerekli olduğunu bilmiyorsak mutsuz olmaya başarısız olmaya sağlıksız olmayada devam edeceğiz.

2020 sabahı uzun zamandır yürüyerek geçmediğim sokaklarımızdan geçtim ,deniz kokusunu içime çekerek kıyısında  yürüdüm.Yürüdükçe  üzüntüm arttı.Üzüntüm arttıkça kızgınlığımda arttı. Acaba diğer sokaklarda böylemi diyerek yolumu birazda uzattım.

Selfi çekmek istedim lakin resim katrajı içerisine çöpler , kırık şişeler çekirdek kabukları girince vazgeçtim.

Bu arada yolum Gemikonağında Aras kardeşimizin ismi verilen parka düştü.Parkta biraz dolaştım.

Dolaştıkça hayretimde üzüntümde   arttı.

Yerde yatan aydınlatma direğini, kırık içki şişelerini, heryere atılmış çekirdek kabuklarını gördükçe bir insan yaşadığı yere bu kadar ihanet edemez diye düşündüm. Arasın resmininde bulunduğu parkta, Arasın gözleri bu çirkinlikleri görür gibi hüzünlüydü.

Binbir emekle yapılan parkta adınlatma direkleri yerlerde ,lambalar kırılmış,heryer çekirdek kabuğu ve içki şişesi doluydu.

Her ne kadar 2020 için hepimiz birbirimize mutluluk dilemişsekte  ismi bir parka verilmiş genç bir kardeşimizin  bulunduğu parkın ona yakışmayan bir halde olduğunu gördüğünüzde mutlu olmak elinizdemi?

Hala daha yediğini içtiğini yerlere atmayı ve öylece bırakmayı,aydınlatma direklerini  kırıp yerlere atmayı yetmeyip elektrik kablolarını açıp ortada bırakmayı kendinde hak gören insanların olduğu ve en önemliside kapısının hemen önünde yaşanılan bu olumsuzluklara kayıtsız kalan bir halk açıkçası ne halkını nede kentini seven bir halk değildir.

Kentlilik bilincini oluşturmak kentli olabilmenin ön şartıdır.

Bu bilinç “Sen işine bak, karışma.” gibi  kabahatleri ortadan kaldırır.

Çünkü kent kültürü bir hayat tarzıdır. Bir sorumluluktur. Bu  sorumluluğu yerine  getiremeyenlerin kabahatleri: Kınama, ayıplama, dışlama.” yöntemi ile çözülür. Kanuni yaptırımlar sonradan gelir.

Kısaca diyeceğim  o ki;

Sokaklara atılmış kırık şişeler ,poşetler, sigara paketleri, su ve meşrubat şişelerine bakarak, ne pis, ne saygısız insanlarız diye düşünürsünüz...

Delik deşik,engebeli, taşları sökülmüş kaldırımlar.Kaldırımlarda üzeri birileri tarafından açık bırakılmış çukurlar.Parklarda lambaları kırılmış aydınlatma direkleri ve yürürken tüm hançeresini zorlayarak çıkardığı balgamı kaldırıma tüküren adama ters ters bakan ama tepki vermeden geçip giden kadın...

Tüm dikkatini telefonundaki görüntüye verdiği için karşısından gelenlere çarpan delikanlı...

 Benzeri görüntülere defalarca rastladığınız halde neden alışamadığınızı düşünün..

Kentin en işlek yerinde günden güne daha çok sıkışan ve tehlikeli olmaya devam eden sürücülerin trafik ihlallerine bakarak, ülkenizi Avrupa ile kıyaslarsınız...

 Yetkililere bildirdiğiniz halde önlem almadıklarına içerlenirsiniz..

 Bu kez kaldırıma park etmiş araçlar çıkar karşınıza, yine asfalta inmek zorunda kalırsınız... O sırada yoldan geçen araç korna çalarak sizi uyarır...

Ve araç klaksonlarının abartılı eksozların araçlardaki ve binalardaki ses sistemlerinden gelen yüksek volumlu seslerin meydana getirdiği gürültü kirliliğinden rahatsız olursunuz... 

Aracından dışarı içtiği su şişesini fırlatan sürücüyü, yakındaki trafik polisine şikâyet edersiniz, "O görev bizim değil zabıtaya şikâyet edin" der. Ya sabır diyerek yürümeye devam edersiniz.

 Nihayet varacağınız yere varırsınız...

Bu işkenceyi her evden çıktığınızda yaşarsınız...

Ve bir kentte yaşadığınızı sanmaya devam edersiniz...