TAVURİ VE HEY GİDİ KAHPE FELEK HEY...
Lokmacı kapısından geçerken bir sürpriz bekliyordu beni...
Yaman bir sürpriz...
Türk barikatında değil, Rum barikatında...
Tam da kimliğimi gösterip geçeceğim sırada...
Beni görünce oturduğu sandalyeden fırladı...
Vay sen misin Tavuri demeye kalmadı...
Avustralya’dan gelen dostlar gibi kucaklaştık...
-Yahu sen hapiste değil miydin, dedim...
-Bugün çıktım, dedi...
-Ne kadar vermişlerdi sana?
-3,5 yıl... Ama 25 ay yattım...
-Seni içeride ziyaret etmek nasip olmadı bir türlü... Bu tarafın içerisini de merak ediyorum doğrusu... Anlatırsın bana değil mi?
Söz verdi...
Anlatacak bana...
-Karşıya geçecek misin, diye sordum...
-Türk tarafına mı? Geçmem, aranırım, zaten polis beni görür görmez tutuklayacak, dedi...
Kapıda Aral’ı bekliyordu...
Aral’ın onun hakkında yazdığı kitaptan haberi vardı...
-Bu kitapla ünün daha da arttı, dedim...
Tebessüm etti...
Aral kitabı getirecekti ona...
Telefon numarasını verdi bana...
Onu aramaya söz verdim...
***
Seçimlerden bir gün önceydi...
Oğlumla Uzunyol’da yürürken Hasan Felek’e rastladım...
Dev-İş’e bağlı Devrimci Genel-İş Sendikası Başkanı...
Kemal’ın meyhanesine gittiğim gecelerde karşılaşırdık en çok onunla...
Ama aklımda en çok kalan, kapıların ilk açıldığı günlerdeki karşılaşmamız oldu...
O günlerde ben de pek çok Kıbrıslı Türk gibi, hisar üstündeki kebapçıya uğrardım...
Rum kebapçının hisara bakan kaldırıma dizdiği masa ve sandalyelerine oturmak keyif vericiydi...
İşte orada bir akşam da Hasan Felek’le karşılaştım... Bir arkadaşı ile birlikteydi..
Çok karamsardı...
Partisinden de umudu kesmiş gibiydi...
-Ne bu tarafta hayır var, ne o tarafta, dedi...
Ancak daha sonra CTP tarafından ‘hakkı’ verilince ve bir kenara itilmediğini görünce, o akşamki karamsarlığını yendiğini ben de uzaktan izledim...
***
Uzunyol’da karşılaşınca,
-AKEL’e oy mu topluyorsun, dedim...
-Ben oyumu AKEL’in adaylarından Vera’ya vereceğim, dedi... 35 yıllık bir tanışmışlığımız var Vera’yla... Zaten o da olmasa sandığa hiç gitmezdim...
-Ne yaptı AKEL Kıbrıslıtürkler için bugüne kadar, diye sordum...
-Çok şey yapmadı, ama bizim için en uygun olan odur...
-Çok şey yapmadıysa, az yaptığı şey ne?
Yanıtlamadı...
-Dur bir fotoğrafını çekeyim, dedim...
Çektim...
Sonra bizi birlikte çekmesi için bir de oğluma verdim fotoğraf makinesini...
-Bak, dedim, yarınki seçimden önce bu fotoğraf benim çektirdiğim son fotoğrafım...
Bir de espri yaptım:
-Bakarsın Brüksel’e giderim ve bir daha görüşemeyiz! Bakarsın bir yazı yazarım senin için, “Hey gidi kahpe felek” diye...
Şaka tabii...
“Felek” soyadı hep ilginç gelirdi bana...
-Yazma, dedi...
-Yazmam Hasan, yazmam tabii, dedim... Sen şakadan da mı anlamazsın?
CTP’li olduğu halde ben bugüne kadar Hasan’la hiç atışmadım ki...
***
Bu yazıyı da yazmazdım hiç, eğer Başaran Düzgün’ün dünkü yazısında Hasan Felek’le karşılaşmamızı ne kadar istismar ettiğini okumasam...
Bu ne biçim ahlak, ne biçim bir gazetecilik...
Ve de Hasan Felek’in duruşu ne biçim bir aydın duruş?
Başaran’ın yazdığına göre, Felek’le karşılaşmamızda (Felek’in adını gizli tutuyor) ben espri falan yapmamışım aslında...
“Bakarsın Brüksel’e giderim” derken ciddiymişim...
Ama Hasan ciddi olduğumu sonradan farketmiş!..
Hey gidi kahpe felek hey...
Hiç yakışmadı sana bu dedikodu...
Ben sana, “Gel bir son fotoğraf çektirelim” derken aklıma ne gelmişti bilir misin?
İsmet Özel’in şiiri...
Şöyle diyor:
“Celladıma Gülümserken Çektirdiğim Son Resmin Arkasındaki Satırlar”...
Sana da okumanı öneririm Hasan...
Parti broşürlerine benzemez...
Bak ne diyor şair:
Gelin
bir pazarlık yapalım sizinle ey insanlar
bana kötü
bana terkettiğiniz düşünceleri verin
o vazgeçtiğiniz günler, eski yanlışlarınız
ah, ne aptalmışım dediğiniz zamanlar
onları verin, yakınmalarınızı
artık gülmeye değer bulmadığınız şakalar
ben aştım onları dediğiniz ne varsa
bunda üzülecek ne var dediğiniz neyse onlar
boşa çıkmış çabalar, bozuk niyetleriniz
içinizde kırık dökük, yoksul, yabansı
verin bana
verin taammüden işlediğiniz suçları da...
***
Hakkımda duyduğu asılsız dedikoduya bayılmış Düzgün’lerin en düzgünü Başaran...
Büyük gazateci ayaklarında ‘tarihe not düşmeyi’ pek sever ya, oturmuş bir yazı döşemiş bana...
Yazı da ne yazı...
Sen kim, tarihe not düşmek kim be Başaran?
Ağır ol biraz...
Beşir Atalay’ın gözüne girmek için daha çok fırsatın var...
Yazı yazmayı beceremezsen, yazman da şart değil...
Tetikçilik yapacaksan daha etkili yolları var...
Fetva verseler bize birkaç bomba daha atarlar, birkaç kurşun daha sıkarlar...
Kaldırımda kebap çevirdiğiniz MİT’çiden ne haber?
Benden de selam söylemeyi unutma ha...
***
Kiminle dost olacaklarını, kiminle aynı yolda yürüyeceklerini sen mi öğreteceksin Mustafa Akıncı’ya ve Yaşar Ersoy’a?
Benimle dostturlar diye öfkelenme...
Kızma...
Bak, senin 20 Temmuz’cu ve sermaye bağımlısı gazetende yazıyorlar diye ben kızıyor muyum eski solcu arkadaşlarıma?
Halil Paşa’ya, Bekir Azgın’a, Ahmet Okan kardeşime bir laf ettiğimi duydun mu şimdiye kadar?
Bize kırılıp senin gazetende yazmaya başlayan Arif Hoca’ya da sitem etmedim hiç...
Ki sen daha sonra milli misyonunun gereği olarak koskoca Arif Hoca’yı o gazeteden paketledin...
Ayıp be Başaran ayıp...
***
Muteber öğretim görevlilerine hakaret eden kim?
Ben mi?
Muhittin Özsağlam senin gazetene çöreklendikten sonra kendinden geçti...
Bu kadar yalancı, bu kadar fesat dolu, bu kadar iftiracı bir kimse nasıl üniversitede hoca ve gazetede de yazar olur anlayamam...
Adam hem beni kastederek çirkef dolu bir yazı yazdı hem de yazdıklarının arkasında durmadı.
Beni kastettiğini inkar etmeye kalktı.
Gazeteye geldi bana...
“Yanlış anlaşıldıysa, bir yazı yazıp özür dileyim senden” dedi...
Ben özür istemem...
Doğruyu söylemesi yeterdi...
Diretti, bana yazdığını kabullenmedi...
Ama Medya Etik Kurulu’ndan gerçeği sonuna dek gizlemeyi başaramadı.
Gerçek ortaya çıktı...
Benim Rusya’da silah ticareti yaptığımı yazacak kadar alçalan birisi...
Sen bu adama öğretim görevlisi mi dersin?
Suat Bey hoca mı der?
Aysu Hanım yazar mı der?
***
Kıbrıslıtürkler varoluş kavgası veriyor mu dedin?
Amma da bayılırsın böyle yüksekten atmalara...
Dert etme Başaran...
Sen bu halinle bu varoluş kavgasında bir virgül bile olamazsın...
Keyfine bak...
Ve kararında içmeye dikkat et...
Bak...
Mustafa Akıncı ve Yaşar Ersoy’dan başka dostlarım da var benim...
Barış Burcu her gün “Atımı getirin” diye ses atar bana...
Tüm gardiyanlar, tüm polis erleri de benim dostum...
Kemal Demirkıran da dostum, Ahmet Kasap da, Ziba da...
Tavuri de dostum...
Tavuri sizin zarar verdiğiniz kadar zarar vermedi bu topluma...
O iş yaparken aklını kullanır hiç olmazsa...
Ve Hasan Kahvecioğlu gibi saygın bir kimseye asla ‘ahlaksız’ demez...
Bin gavur kellesi bir kin ödemezdi, değil mi Başaran?
Ya sizin gibi bin kelle bir Tavuri eder mi?
2 Haziran 2014/ Afrika