Dedi’kodu
Hani şu gönül’adamı Fuzûlî’nin; “Beyhude gamlanma divâne gönül! Cümle âlemin rızkını veren vardır. Yaptığın hatayı görmüyor sanma. Kalpte gizli en derin sırlarını bilen vardır. Söylesem tesiri yok, sussam gönül razı değil. Çektiğim sıkıntıyı bir ben birde Allah’ım bilir” durumları var ya, işte aynen o vaziyetteyiz ada halkı olarak her daim. Herkeste bi’memnuniyetsizlik, herkeste bi’çok şükürsüzlük, herkeste bi’sabırsızlık, herkeste özellikle bi’tahammülsüzlük, herkeste bi’hoşgörüsüzlük, herkeste bi’asâbilik ve de herkeste bi’bıkkınlık yanında çok feci bi’de bitkinlik var. Klimayı yaksan faturası el yakar. Döviz ha’bire yandan çakar. Yakıt ve diğer faturalar öne yatar, dedi’koducu insanlar arkanızdan bakar ve sallar. Haa dedi’kodu işlerine Bob Marley Usta çok güzel bi’göndermeyle şöyle demişti; “Sen kim oluyorsun da benim yaşadığım hayatı yargılıyorsun! Ben Mükemmel değilim. Ve olmak zorunda da değilim! Parmağın ile beni işaret etmeden önce, ellerinin temiz olduğundan emin ol”u çakmıştı ya duvara; aynen ada halkı olarak aynaya bakmadan kendimizi çok da medeni veya uygar olarak varsayıyoruz. “Gelişmekte olan toplum”muş. Sosyo-ekonomi çalışan arkadaşlar bize “geri kalmış toplum” demeye kıyamadıkları için statümüzü “gelişmekte olan toplum” olarak belirlemişler. ‘Tahammül’ ve ‘hoşgörü’ erdemlerini yeni nesil bilmiyor artık. Kuzey’den ve Güney’den zaman zaman esen sert rüzgarlar sayesinde geleceğe ilişkin kaygı, korku ve endişe sayesinde mutsuz bir toplum olduk. Hâlihazırda yoğun bir ekonomik ve sosyal durgunluğun taa’dibindeyiz. Bununla birlikte herkes birbirini yaftalamaya devam ediyor. Neymiş? UBP’liymiş, CTP’liymiş, TDP’liymiş, DP’liymiş, liberalmış, sağcıymış, solcuymuş, bilmem neciymiş(!). Geçen yazıda belirtmiştik; Artık sağcı-solcu işleri yürürlükte değil. Dünya insanı artık: “İlerici misin, yoksa gerici mi?” diye soruyor. ‘Öğretmen grevci, ticaret adamı vergi kaçakçısı, esnaf hırsız, sendikacı çatışmacı, memur tembel, gümrükçü grongçu, spor yazarı tetikçi, hakem satılık, Göç Yasası’na takılan tıp doktoru ise keyfi sefâ içerisinde yaşamını sürdürüyormuş” gibi bir imaj yaratıldı artık. Herkese bir sosyal rol yaftaladık ve ilginç senaryolu yargılarımız var artık. Biraz karamsar bir yazı oldu ancak maalesef durum bu. E “sallanmakta olan bi’gemide her kamara sallanır” sözünde de olduğu gibi sporumuzda geri kaldı bildik. Spor; hem aktif, hem de pasif katılımcıları egemenliğine almış bir sektör mâlumunuz. Saha içerisindeki katılımcılar şan-şöhret ve maddi kazançları yanında; meydan okuma, kendini ifâde etme ve kendini gerçekleştirme gibi sosyal boyutları da yaşıyorlar. Ya saha dışındakilere ne demeli? Bir gruba ait olma hissi yanında, yoğun bir eğlence ortamını da yaşıyorlar. Amerika Ulusal Basketbol Ligi (NBA) takımlarından Seattle Supersonics’in Genel Menajeri Rick Sund bir konuşmasında; “Cumartesi gecelerinin alternatif eğlence merkezlerinden biri de biziz” demişti yıllar önce. Adamcağız haklı. Maç öncesi, esnası ve sonrasında eğlencenin daniskasını yaşatıyorlar. Türlü türlü yarışmalar, danslar ve yoğun ritm içerisinde müzik keyfi yaşatıyorlar. Buna ek olarak da saha içi ürettikleri kaliteli basketbol ürünü ile seyirci ve taraftarları salona getirtmeyi başarabiliyorlar. Biz ise seyircilerimizin temiz bir WC, güvenlik, park yeri, sıcak bir kahve gibi ihtiyaçlarını bile gideremedik henüz. Asıl önemlisi de bu ihtiyaçlar için henüz bir girişim yok. Buzdolabı cinsinden salonlar veya çayırdan bozma sahalarda debelenip duruyoruz. Sonuç mu? Sonuçta eller iş yapar, biz de dedi’kodu. Devam! Yakışır koçuma..