Öğrendim ki...

80’li yılların son çeyreğindeki talebelik yıllarımızdı. Okulun kantininde oturmuş gevezelik yapıyorduk. İçeriye uzun saçlı ve siyah çerçeve gözlüklü biri girdi ve de yanımıza geldi; “Arkadaşlar merhaba, gazeteci Mehmet Ali Birand’a ‘sporda şiddet’ adlı bir dosya hazırlıyoruz. Rica etsem yardımcı olur musunuz?” diye sordu o güven veren samimi bi’ses tonuyla. Biz de yardımcı karınca kararınca kenardan yardımcı olmaya çalıştık. Eksta olarak ta KKTC’deki abuk ve trajik şiddet örneklerini de anlatmaya çalıştık. Can’can denilen genç o yıllarda doktora öğrencisi bir gençti. Yıllar sonra anladım ki görüştüğümüz genç müthiş gazetecilik ve televizyonculuk konseptiyle haber yapan Can Dündar’dı. Geçtiğimiz hafta içi her türlü dikiş, nakış, yara, bere paylaşım sitesi Facebook’ta bir deneme yazısı yayımladı. İlgili yazıda özetle; “Artık eskisi gibi beni yoran ilişkiler, yeni tanışmalar, yeni yüzler istemiyorum. Eski dostlukların da özetini çıkarmaya başladım. Gereksiz insanları hayatımdan atmak istiyorum. Yapmacık, inanmadan konuşmak istemiyorum artık. ‘Ben demiştim, ben bilirim, ben zaten anlamıştım’ Sendromunda olanlarla görüşmek istemiyorum artık. Gerektiğinde ‘hayır’ demeyi öğrendim, ne kadar da kırıcı olsa da. Hak edenlerle sevgiyi ve saygıyı paylaşmayı öğrendim. Sezen Aksu’nun şarkısındaki gibi annemi daha sık düşünüyor hatta anlıyorum artık. Kendi dünyamızın küçüldüğünü keşfetmek ve kıymetini bilmek çok işe yarıyor. Hayallerinizi ertelemeden huzuru bulmaya çalışmak gerek” diyordu. E buna ek olarak da hafta içi sanatçı Gülben Ergen’in ‘Öğrendim ki’ adlı kitabın alt başlığında ‘sözü yemindir iyi insanların’ merkezli kitabı okuyan eski olimpik cimnastikçi ve de fitnes uzmanı çocukluk arkadaşım Sevgili Selen’den mesaj geldi; “Öğrendim ki... Yaşam inatçı bir öğretmen aslında. Şöhret dolabımda asılı bir elbise. Sözü yemindir iyi insanların. Ve iyilik yapmak için fırsat kollamalı insan” diye aktarma yapıp, serde muallimelik var ya; arkasına da bunu kapak yaptı; “Bu âlemde öğrenmek ömür boyu, öğrendiklerimizi paylaşmak ise boynumuzun borcu. İnsanı insan yapan en temel özelliklerden biri öğrendikçe gelişmesi, geliştikçe öğrenmesi… Kâinat nasıl sürekli genişliyorsa, onun yansıması olan Âdemoğulları ve Havva kızları da gönüllerini ve beyinlerini geliştirmekle yükümlü.  Ne yazık ki herkes aynı derecede açık değil öğrenmeye.  O da başka mesele... Samimi, dobra ve duru, hayatın akışı içinde öğrendiklerini olduğu gibi paylaşarak, her türlü süsten ve gösterişten uzak duygular bunlar, taa gönülden…” diyordu kadın! Her iki alıntıda da duru’luk, şovdan uzak, net ve de yalın bir duygusal detoks (arınma) istenci var. İlgili kitap şu sözlerle sonlanıyor; “Barcelona’nın yeni kahramanı Arda Turan’ın bahsettiği gibi; Kuşlara dahi bir yol çizen Allah insanı yolsuz mu bırakacaktı? Beni Yaratan elbet yolumu gösterir. Ben yazar değilim, olamam. Haddimi hiç aşmam. Sadece yazmayı denedim. Yaşamımdan, yaşadıklarımdan öğrendiklerimi yazdım. Hâşâ ben öğretmen değilim, öğretemem. Ben bunları öğrendim diye yazdım” diye konuyu bağlayıvermiş Gülben Ergen Çelik. Sonuç mu? Beden zehirlendiğinde insan kendine gelemez. Midesi yıkanır, serum alır, antibiyotiğe başlanır, halsizlikle mücadele edilir. Ya ruh zehirlendiğinde? İşte orda da abuk sabuk sinir hapları yerine egzersiz şart. Mâlum, hayat çok da hesap yapacak kadar uzun değil. Zamanla herşey değişiyor, dönüşüyor ama yazımızın maddi-manevi şiddet dürtümüz maalesef değişmiyor. Allah akıl ezan versin, hepimize..