İnsanların avcı toplayıcı olduğu geçmiş dönemlerde avcılık da toplayıcılık kadar normal bir aktiviteydi.

O dönemde hayatta kalabilmek, herkesin gelişmiş zihinsel becerilere sahip olmasını gerektirirdi.

Yüz binlerce yıldır olduğu gibi avcı toplayıcılıktan elde edilen gıda, ideal beslenmeyi sağlıyordu ve vücutlarımız buna çok iyi uyum sağlamıştı.

Fosilleşmiş iskeletlere yapılan analizler, eski avcı toplayıcı insanların açlık veya yetersiz beslenme sıkıntısını kendilerinden sonra gelen köylülerden daha az çektiklerini, ayrıca genellikle daha sağlıklı ve uzun boylu olduklarını gösteriyor.

Yemek için bitki ve hayvan yetiştirmeyen, sadece bulduğunu yiyen, bulunduğu yerde yiyecek bir şey kalmadığında ise göç eden insanlar, gün gelip tarım ve hayvancılığa geçince avcılık da eski önemini yitirdi.


Artık yiyeceğini kendisi yetiştiren insan avlanmaya ve göçmeye gerek duymadı.


Gün geçtikçe bedeni çevikliğini, beyni de hislerini kaybetti.

Eski zamanlarda doğayla uyumlu yaşarken, sonrasında doğaya hükmetmeye kalkıştı.

Geliştikçe doğadan koptu. Doğayı yalnızca kendi kişisel hazları için kullanmaya koyuldu.

Artık avlanmaya ihtiyacı olmamasına rağmen eline öldürücü ne geçirirse alıp yaban hayatın ortasına daldı.

Önce sapanla minik kuşları avladı.

Tuttu kafasını koparttı.


Sonra Tüfek omzunda dağlara çıktı.Tetiğe bastı önüne çıkan hayvanı yere serdi.


Yaradılış özelliklerinden başka bir suçu olmayan hayvanların postunu çaldı, dişini çaldı, derisini çaldı, kafasını kesti duvarına astı.


Öldürdüğü hayvanın postu ile ısınmak yada derisi ile giyinmek derdi yoktu.

Beslenmek ise hiç değildi.


Öldürdüğü yabani hayvanlar onun besin zincirinde değildi zaten

Hayvanın karşısına elinde tüfek ile çıkmamış olsa öldürdüğü hayvanın besin zincirinde kendisi olabilirdi pekala.


Ve "Tüfek icat oldu mertlik bozuldu" dedikleri noktaya geldik…..



Charles Darwin'den John James Audubon'a, Theodore Roosevelt'ten Ernest Hemingway'e kadar en aydın avcılar, kendilerini hayvan nüfuslarının sürdürülebilirliğine ve avlandıkları doğal alanların korunmasına adamış birer doğacı ve korumacı olarak görüyorlardı.

Ernest Hemingway boğa güreşlerine de meraklı biriydi.. Hani şu arenanın ortasına bırakılan boğanın matador tarafından öldürülmesi sporu(!). Ki boğaya arenaya çıkmadan önce yaşatılanları okuyunca, "Ölmüş de kurtulmuş" diyor insan.


Ernest Hemingway bir yandan "Afrika'nın Yeşil Tepelerinde" kitabında Afrika'da yok olmaya yüz tutan gergedanların nasıl öldürüldüğünü en vahşi biçimiyle anlatır.


Bir yandan da: "Biz, adım atar atmaz kıtalar yıpranmaya başlıyor. Oysa yerliler, o kıtayla uyum içinde yaşıyorlar. Ancak buraya gelen yabancı, ağaçları kesip yok ediyor, suları bitirip bozuyor. Bir ülkeyi ilk bulduğumuzda nasılsa, öyle bırakmalıyız. Bizler, yalnızca buranın doğallığını bozan yaratıklarız." diyerek insanoğlunun doğaya zarar verdiğini itiraf ederdi….

Üretilen hayvanların kesiminde de kan akıyor, avlanan hayvanların da kanı akıyor. O zaman avlanmak neden kötü diyebilirsiniz.

Çünkü avlanmakta orantısız güç var.

Köşeye kıstırmak var. Peşine düşmek var.

Hile var. Korkutmak var.

Hayvanı doğal ortamında gafil avlamak var.

Çaresiz bırakmak var.

Bir nevi işkence etmek var. Doğanın dengesini insan eliyle bozmak var.


Doğanın kendi düzeninde avlanmak zaten var. Güçlü olan avı kapar, atik olan avcıdan kaçıp canını kurtarır. Avlanma sayesinde sürüdeki zayıf ve yaşlı hayvanlar ayıklanıp sürü her zaman diri ve sağlıklı kalır.

Doğada birileri birilerinin avı, birileri de birilerinin avcısıdır. Tüm canlılara üremek için de, saldırmak için de, savunmak için

de türlü çeşit yetenekler verilmiş. Onlar bu düzen içinde bir anda avcı iken av, av iken avcı olabilirler.

Yaratan böyle yaratmış, düzen böyle.

Bu yazı 2017 yılında büyük av sezonunun başladığı tarihten itibaren bazılarına iki el ateş edilerek öldürülen avlanması yasak olan 4 adet “gökçe tuygun” türü kuş için yazıldı.


Diyeceğim şu ki ;

Ey insan oğlu, sen bu düzenin içine elinde silah ile girme. Sana zararı olmayan hiçbir canlıya el sürme.


Cenneti cehenneme çevirme...