Son günlerde gerçekleşen Washington-Ankara-Lefkoşa yoğun trafiği bizlere artık konusundan bahsedilmekten bile bıkılan “ortak bildiri”nin son şeklini getirdi ve nihayet Birleşmiş Milletler de bu metni alıp iş işten geçtikten sonra da olsa tarafların önüne koydu.



Bugün-yarın bir şekilde yeni müzakere süreci bu ortak açıklamanın imzalanmasıyla başlayacak. Bana göre buraya kadar izlenen yöntem son derece yanlış olmuştur ancak bundan sonrası inşallah daha iyi gider diyerek iyi dileklerimi de sunmuş olayım…


Belgenin içeriğinin Kıbrıs Türk tarafı lehine olduğunu basında gerine gerine vurgulayanlar herhalde belgeyi okumak zahmetini göstermemişlerdir ya da okudukları belgenin nuanslarını anlayamıyorlardır düşüncesindeyim.

Tabi bir diğer olasılık ta kendilerine bir yerlerden bu belgenin iyi olduğunu vurgulamaları emredilmiş onlar da “görevlerini” yerine getiriyor olabilirler.

Ancak belgenin içeriğinden ve tüm sürecin detaylarından haberdar olan biri olarak kesinlikle söyleyebilirim ki belgenin son şeklinde Kıbrıslı Türklere “iyi” görünebilecek tüm cümleler kaldırılmış ve belge Rumların yaklaşımı ile paralel bir tutumu içermektedir.


Belgede “çözüm” için her iki halkın eş zamanlı referandum yapacağı var.

Yani Kıbrıslı Türkler ve Rumlar self-determinasyon haklarını kullanarak yeni bir devlet yaratmak için referanduma gidecekler. Bunu kendimiz için “biz”, Kıbrıslı Türkler yapacağız.

Bir diğer deyişle egemenlikten kaynaklanan haklarımızı kullanıp bu referandumu gerçekleştireceğiz. Ancak ayni belge ileride bir sorun olsa bile (1963’ü hatırlamak zor değil) ayrılmak için referandum ya da self-determinasyon hakkımızı yasaklıyor.

Böyle saçma çelişki mi olur? Birleşmek için olan referandum hakkım ayrılmak için nasıl ortadan kalkabilir ki? Bu nasıl bir mantıktır? Bu nasıl bir taraf olmaktır?


Gerekirse sütunumdan belgeyi cümle cümle analiz de ederiz ama bugün başlamak üzere olan müzakere sürecine giderken dikkat etmemiz unsurları öne çıkarmak istiyorum.


Anastasiades’in ısrarı ile BM kararlarına ve parametrelerine ters düşmesine rağmen bir ön koşul getirildi ve ortak açıklama olmadan görüşmelere başlanmayacağı Downer’in son oyunu olarak tarihe geçti. Bu konudaki görevini tamamlayan Downer de başka bir göreve gideceği basında yer aldı bile.

Bize zorla kabul ettirilen ortak açıklama metninde benim görebildiğim tek olumlu vurgu 5. Maddedir yani “Müzakereler her şey üzerinde anlaşılmadan hiçbir şey üzerinde anlaşılmamış olacağı ilkesine dayalıdır” cümlesidir. Bence ortak metinin diğer içeriklerinin olumsuzluğunu bu maddeye konsantre olarak masada kullanacağımız strateji ile aşmalı ve halkımızın çıkarlarını korumalıyız.


Peki metin bu kadar kötü ise neden reddetmiyoruz? Bu haklı sorunun cevabı da şu ana kadar metni kötüleştiren unsurların izledikleri yanlış ve haksız yöntemden dolayı reddetmemiz durumunda Türk tarafını suçlu ilan edip daha ciddi kayıplara yol açma ihtimalini ortadan kaldırmak içindir.

Yani kısaca şu an için tereddütlerimize rağmen masaya oturabilmek ve orada en azından müzakere etmek fırsatını bulabilmek için bunu reddetmememiz gerekirdi. Nitekim Cumhurbaşkanı, ekibi ve Cumhuriyet Meclisinde temsil edilen tüm partiler de tereddütlü de olsa masaya oturma konusunda hemfikir olduklarını açıkladılar.


Daha önce defalarca vurguladığım gibi müzakerelerde haklı olan değil iyi müzakere eden kazançlı çıkar. Bu da çok iyi hazırlanmamız ve değişik seçeneklerle uygulamaya konmaya hazır ve esnek bir strateji ile masaya oturmamız gerektiğini gösterir.

Bunun başarıya ulaşması içinse halkımız arasında ve siyasi partilerimiz nezdinde de bir mutabakat olmalı ki müzakere ekibi de rahat olsun ve görevini yerine getirirken kafalarda bulanıklık olmasın.


“Masaya oturalım da nasıl olursa olsun” veya “Rumlarla bir anlaşmaya varalım da nasıl olursa olsun” yaklaşımları hepimizi bir felakete sürükleyecektir. Bundan emin olabilirsiniz.

Siyasi görüşünüz CTP veya TDP ile örtüşür olabilir. Hiçbir sorun yok. Ancak konu Rumlarla masaya oturduktan sonra yapılacak müzakereler ise Kıbrıs Türk halkının çıkarlarını o masada savunulması ve ulaşılacaksa yeni bir devlet ortaya çıkarken bizlerin de o yeni devletin egemen eşit ortağı olmamız ve içeride kendi kendimizi yönetme özgürlüğüne sahip olmamız gerekir.

Bence bu konu her Kıbrıslı Türk’e bireysel bazda anlatılabilse tüm halkımızın ayni görüşte olur. Masaya oturalım da her şeyi Rumlara hibe edelim, 150,000 Kıbrıslı Türk tekrar göç etsin, 120,000 Rum gelip güya bizim olacak Kuzey “eyaletine” yerleşsin, egemenliğimizi Rumlara hediye edelim, adı federal ama aslında üniter Rum devletinde bir azınlık olalım diyecek Kıbrıslı Türk olmamalı diye düşünüyorum. Masaya oturalım diye ısrarı kabul ederim ancak masada teslimiyetçiliğe hayır diyorum.


Cumhurbaşkanı Eroğlu ve ekibi masaya otururken tüm siyasi partilerimiz, kurum ve kuruluşlarımız yapıcı destek vermelidirler.

Masada tüm Kıbrıslı Türklerin olduğunu ve hepimizin haklarının savunulduğu bilincinde olmalıyız. Ya beraber kazanacak ya da hep beraber kaybedeceğiz.

Kusura bakmayın ama neticede Ruma yama olursak da ilk ağlayıp şikayet edecek olanlar da bugün “her ne pahasına olursa olsun hemen şimdi barış” diyen kesim olacaktır.

Biraz daha akılcı bir yaklaşımla gereken anlaşmaya sağlam adımlar atarak ulaşalım, bunu yaparken de haklarımızı koruyalım diyen yok mu?