Türkiye’nin Kıbrıs’taki garantörlük hakkı vazgeçilmez haktır

14 Mayıs 2015

YENİÇAĞ GAZETESİ

Rum-Yunan ikilisi Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kuruluşunu öngören Londra-Zürih Anlaşmalarını bugüne kadar hazmetmiş değildir. Adanın Yunanistan’a bağlanması hedefinden bir sapma olarak görülen Kıbrıs Cumhuriyeti’nin varlığını, bu nedenle 1963-64 olaylarını çıkararak yıkmayı becerdiler. Emperyalist Batı’nın maharetiyle BM Güvenlik Konseyi’nden 4 Mart 1964’te 186 No’lu kararı çıkararak, Kıbrıs Cumhuriyeti’ni bir ‘Rum Cumhuriyeti’ne dönüştürdüler. Cumhuriyet’in eşit siyasi ortağı olan Kıbrıs Türklerini bu devletten topla tüfekle kovdular ve 2. sınıf vatandaşlığı kabullenmeleri için 1963-74 arasında yapmadıklarını bırakmadılar. Kıbrıs Türkü bu 11 yıl süresince, adanın %3’ünde insanlık dışı şartlarda yaşam sürdürdü. Türkiye’nin desteği ile Kızılay yardımları ile hayata tutundu. Bu süreçte Kıbrıs Türkleri EOKA’cı Rum teröristlerin saldırılarından Türkiye’nin siyasi müdahaleleri ile kurtuldu. 1974 yılında ise Rum-Yunan ikilisi kanlı bir darbeyle adayı Yunanistan’a bağlamaya yeltendi.

15 Temmuz darbesiyle eli kanlı Kıbrıs Cumhurbaşkanı Makarios, Yunan Cuntası tarafından alaşağı edilirken yerine getirilen NikosSampson ‘Kıbrıs Elen Cumhuriyeti’ni ilan etti. Garantör Türkiye’nin 20 Temmuz’daki askeri müdahalesi olmasa adada bir tek Kıbrıs Türkü kalmayacak mutlak bir soykırım yaşanacaktı.

Hayata dönüş sigortası

Rum-Yunan ikilisinin içlerine sindiremedikleri Londra-Zürih Antlaşmaları çerçevesinde, 11 Şubat 1959’da Zürih’te imzalanmış olan Garanti Antlaşması, Kıbrıs Türkünün hayata dönüş, kurtuluş sigortası olmuştur. Türkiye bu antlaşma çerçevesinde, uluslararası hukukun kendisine verdiği garantörlük görevi/hakkına dayanarak adaya müdahale ederek Kıbrıs Türklerinin yok olmasını önlemiştir. 1968 yılından beri, Kıbrıs anlaşmazlığına çözüm bulmak amacıyla, aralıklarla devam eden toplumlararası görüşmelerde her zaman en çok tartışılan konulardan biri ‘Garantörlük’ konusu olmuştur.

Özellikle 1974 Barış Harekâtı sonrasında Rum-Yunan ikilisi adada yaşanmakta olan sorunun bir ‘işgal ve istila’ sorunu olduğunu, Türk askerinin adadan biran önce ayrılması gerektiğini vurgulamaya başladılar. Kıbrıs sorununun 1974’te başlamış olduğu, 1963-74 arasında ise sanki hiçbir şey olmamış gibi bir senaryo, dünya kamuoyuna ustaca pazarlanmıştır. Annan Planı’nın görüşüldüğü dönemde de ‘Garantiler’ konusunda Rum tarafı inanılmaz tartışmalar sürdürmüştür. O dönemde Rum Yönetimi’nin lideri olan Papadopulos, Türkiye’nin garantörlüğünü kesinlikle kabul etmeyeceklerini belirtmiş ve Rum halkının da %75’i bu planı reddetmiştir.

Rum’a AB mükâfatı

Annan Planı Referandumu sonrasında ‘hayır’ oyu veren Rum tarafı, 1 Mayıs 2004’te, mükâfat olarak Avrupa Birliği’ne (AB) tam üye yapılmıştır. AB üyeliğini alan Rum tarafı, bu kez, AB üyesi bir ülkenin sözde ’işgal’ altında tutulduğunu, sözde ‘işgalin’ ve Türkiye’nin adadaki varlığının sonlandırılması gerektiğini belirten kampanya başlatmıştır. Rum tarafı, adada garantör gerekmesi halinde bunun AB tarafından gerçekleştirilebileceği teklifini yapmış ve yapmaktadır. Kıbrıs Türklerinin ve Türkiye’nin üye olmadığı AB’nin Kıbrıs’a garantör olması olası değildir ve kabul edilemez. Diğer garantör İngiltere de Rum-Yunan ikilisinin bu planına karşıdır. AB’den ayrılmak için referanduma gideceğini açıklayan Muhafazakâr Parti Hükümeti’nin, İngiltere’de gerçekleşen milletvekili genel seçiminde alınan sonuçlara göre, yeniden hükümet olacağı hesaba katıldığında, İngiltere’nin de yakın gelecekte garantörlük hakkından vazgeçmesi veya AB’nin garantörlüğüne olumlu yaklaşması mümkün görünmemektedir.