Akıncı beş uzun yıldır cumhurbaşkanlığında. Yeniden oy istiyor. Çok basit bir propagandası var. “Kıbrıslı Türkler’in bana oy vermesi demek biat etmeyip kendi iradelerini kullanmalarıdır” üzerinden, kendi merkezci, kendini iradenin kubbesine oturtan bir söylemi var. Bunu defalardır kullanıyor “tehdit edildim” dedi. Hatta o kadar ileriye götürdü ki şu dünya yüzünde kendinden çok tehdit edilmiş bir lider olmadığını bile iddia etti. Şimdi yeniden atağa geçme ihtiyacı ile “otur Arap kalk Arap biatçı değilim” diye bir söylem geliştirdi. Şaşkınlık içerisinde izledik ki, bazı akademik pozisyon tutanlarla kendini sivil toplumcu, insan hakçı görenler de alkışladı, bu söylemi paylaştı. Arap bizde hem siyahlara hem Arap milletlerinden gelenlere denir. Ama aslında burada daha çok köleliğe referans vardır. “Söyleneni harfiyen yapan”, kukla misali iplerle idare edilen bir insan imgesi yaratıyor size Akıncı, o insanı da Arap ilan ediyor. Eskiden kalma değişleri 72 yaşındaki kelime haznesinden bugüne taşımaktan çekinmeden, değişmeden başkalarını “ezilen, emir alan, biatçı” insanlar olarak resmediyor fütursuzca. Başkalarını ezme pahasına “onurlu yaşamak isteyen halk” olduğunu iddia ediyor. Benim, senin, sizlerin onurlu mücadelesi Arap insanları biatçı görerek ezenlerin tekeline kalmışsa halimizin bu olması şaşırtıcı değil elbette.

Ama gelin biz bu Akıncı’nın “ben Kıbrıslı Türklerin irade simgesiyim” söylemini irdeleyelim. Adayların bütün renkli propaganda sözlerinin arkasında, Cumhurbaşkanlığına düşen tek bir görev vardır. Kıbrıslı Türkleri dünya önünde Kıbrıs müzakerelerinde temsil etmek ve dış politika konularında, toplum lideri olarak Kıbrıslı Türkleri ve adayı ilgilendiren meselelerde strateji üretmek, Kıbrıslı Türkler’in sesi olmak. Akıncı, son günlerde Doğu Akdeniz’de kızışan, hareketlenen ortamla ilgili bırakın strateji geliştirmeyi, görüşmeler yapabilmeyi, Kıbrıslı Türkler için gerekli olan denge politikalarını oluşturabilmeyi, adeta bu ülkede yaşamayan, çevremizde olup bitenlerden bihaber bir adam tavrı sergilemektedir. Sesi soluğu çıkmıyor. İrademizin bu konudaki yaklaşımı renksiz, kokusuz, sessiz, yani cansız. Ama önemi yok, hayatımızın merkezinde oturan kaynayan Doğu Akdeniz’i düşünmenize gerek yok! Çünkü Akıncı’yı seçerek iradeniz varmış gibi yapacaksınız.

Seçim propaganda döneminde halkı Kıbrıs meselesi, Doğu Akdeniz gibi sorulardan uzak tutabilmek, ya da bu konularda derin bir sessizliğe gömülü olduğunu gizleyebilmek için, Akıncı elbette onun yerini alacak birtakım söylemlere ihtiyaç duymaktadır. Kıbrıslı Türkler’in uzun yıllardır devam eden tanınmamışlığı, anlaşmasızlığı, izolasyonu, ekonomik üretimi hayata geçirememesi, kendi ayakları üzerinde duramaması gibi meseleleri var. Bunların yarattığı kaçınılmaz bir buhran ve öfke durumu içindede bir halk olduğumuzgerçektir. Akıncı makamının gerektirdiği iktidarı, öngörüyü, stratejiyi, dengeleme politikalarını, kendi ayaklarımız üzerinde duracak stratejileri planlayamadı.Kıbrıslı Türkleri daha önceki deneyimlerinden farklı bir yere taşıyabilecek bir siyasi vizyon üretemedi. Bunu gizlemek için yapabileceği tek şey klişeleşmiş, içi doldurulamayan “kendi talihini kendi belirleme, biat etmeme” söylemine sığınmaktır. Solun, adadaki çoklu aktörleri konuşamama, bazı güçlü aktörlerin adını asla ağıza alamama prensibinden hareketle, Akıncı da bu gelenekten devam etmekte ve aslında gerçek anlamda karşı durma imkânı ve niyeti olmadığı Türkiye üzerinden yapay bir söylem geliştirmektedir. En büyük etkinliği festivale gitmek olan cumhurbaşkanlığı makamının seçimleri sonrasında Akıncı ne yaparak kendi kendini yönetecektir? Festivale hangi “adamın” cumhurbaşkanı olarak gideceğini belirlemek bizi özgürleştirmekte midir? Akıncı buna inanmanızı istemektedir. Son beş yılda festival dışında bizi nerede temsil etmiştir, içinde bulunduğumuz girdaptan bu temsiliyet bizi çıkarmış mıdır? Bunları başarabilmiş midir? Başbakan yardımcılığı zamanında Türkiye büyükelçisinin arabasından inmeyen haline seçim derdi kalmadıktan sonra tekrar dönmeyeceği ile ilgili garantiyi bize nasıl vermektedir? Seçilebilmenin en iyi taktiklerinden olan safların, öteki üzerinden sıklaştırılması meselesi Kıbrıslı Türklere seçimden sonra nasıl bir bağımsızlık ve kendini yönetme erki getirmektedir?

Bütün bunların garantisini veremediği için olsa gerek ki Ezilenlerin Pedagojisinde Freire’nin tanımladığı olumsuz yaklaşımları göstermekte, ezilenin psikolojisi ile davranmaktadır. Akıncı biatçı olmadığını söyleyerek “otur Arap kalk Arap olmayız” demektedir. Bu,Araplara bir göndermedir ve onları“biatçı, boyun yeğen, hizmetkar durumundaki insanlar” olarak resmetmektedir.Kısaca Akıncı, bir grubu ezen, aşağılayan bir dil kullanmaktadır. Ezilenlerin pedagojisi bize şunu söyler: ezilmemek için aslında ezmememiz gerektir. Çünkü herhangi biri tarafından ezilenler, buna gerçek anlamda karşı olmadıkları ve duramadıkları müddetçe, hınçla başkalarını ezmeye çalışır. Akıncı Doğu Akdeniz’de olanlarla ilgili tek bir laf edemezken kendini Kıbrıslı Türklerin cumhurbaşkanı olarak epeyce yetkinsiz hissediyor olacak ki kendinden daha az yetkin gördüğü bir insan grubu arayışına girmiş. Söyleminden gördüğümüz kadarı ile bu insanlar da Araplar.

Son beş yılda, müzakerelerde hiçbir somut gelişme olmadığına bakacak olursak, Akıncı’nın topluma sadece kendisine oy verme üzerinden yetkin olacaklarını söylemesi tamamen bir doldur boşalttır. Gerçek irade, gerçek özgürleşme, gerçek ayakları üzerinde durma, gerçekte kendi geleceğini tayin etme ile ilgili hiçbir anlam ifade etmemektedir. Akıncı’nın propagandasını yaptığı gibi biat etmeme kültürüne dönük bir politikası yoktur çünkü başka grupları aşağılayan bir dil kullanarak özgürleşme ve onurlu yaşama gitme yolu çizilemez.Akıncı’nın beş yıl cumhurbaşkanlığında toplumumuzu içinde bulunduğu girdaptan kurtaracak hiçbir adımı olmamıştır, şartlar beş sene önce neyse bugün de devam etmektedir. Kızışan Doğu Akdeniz’de pasifliğimiz daha da artmıştır.

Akıncı’nın akılındaki deyimin “oturmak ve kalkmakla” alakalı olması tesadüfi değildir. Dikkati oturduğu koltukta oturmaya mı devam edeceği yoksa kalkacağına odaklanmıştır. O koltukta kalabilmek için halkın gururunu okşayacak propaganda malzemelerine o yüzdenyönelmektedir. O zaman kendi yola çıktığı oturma kalkma eyleminden devam edelim ve bir hatırlatmada bulunalım: Akıncı’nın sorunu koltuğa oturamamak değil,o oturduğu koltuktan kalkamamaktır. Bizim ayağa kalkabilecek bir siyasetçiye ihtiyacımız vardır. Kalkabilecek, toplumunu özgürleştirecek formüller üretecek, söz verdiği gibi bu adada Kıbrıslı Türklerisöz sahibi yapabilecek, halkı bağımlılıktan kurtaracak politikalar üretecek siyasilere ihtiyaç vardır.72 yılda ötekileştirici bir dil ile sadece bir adamı, kendisini seçmenin bize kendi irademize sahip olduğumuz basit formülünü verecek bir siyasetçiye ihtiyacımız yoktur. Akıncı kadar bu söylemle ilgili sorunsallaştırılması gereken grup bazı akademisyenler ve sivil toplumculardır. Akıncı’nın yanındaki sivil toplumcu ve akademisyenlerin görevi bu ötekileştirici dili yaymak ve alkışlamak değil, kucaklayıcı bir dil kullanılmasını talep etmektir. Unutmayın, siyasetçiler gider ama bu halk sizlerin akademisyenler ve sivil toplumcular olarak toplumu ilerletmek yerine daha dilini bile düzeltemeyen siyasilerin peşinden sorgusuzca koşan insanlar olduğunuzu unutmaz. Saygınlığınızı bir seçim dönemi için bir ömür kaybetmeye değmez.