Makarios Drusiotis Politis Gazetesinde yazdığı yazısında "Müzakerelerde yaşanacak yeni bir başarısızlığının ardından, Kıbrıs için artık hiçbir şey aynı olmayacaktır" dedi.

Politis Gazetesi'nde “İşgal bölgelerinin Türkleşmesi ve kaybeden Kıbrıs” Makarios Drusiotis şunları yazdı:
Müzakerelerde yaşanacak yeni bir başarısızlığının ardından, Kıbrıs için artık hiçbir şey aynı olmayacaktır. Kapsamlı çözüm yönündeki umut tamamıyla zayıflayacak ve bu amaç mümkün olmayacaktır. Bu amaç, eğer hala ölmediyse, ilk önce Kıbrıs’ta yaşayan insanların kalplerinde ölecek.
Sorumluluklarla ilgili olarak müzakereler sonrasında ne olacağı Genel Sekreterin kararına bağlı olacak. Eğer Ban Ki Moon sorumluluğu iki tarafa eşit şekilde paylaştırırsa ‘KKTC’nin’ tanınması daha zor olacaktır. Eğer sorumluluklar dengeli olursa ve varılan sonuç, iki bölgeli federasyon çözümünün mümkün olmadığı yönünde olursa, o zaman belki de durum, daha farklı bir şeyler olana kadar ve belki de daha gevşek bir federasyon için uygun ortam oluşana kadar korunur.
Türk tarafında şu anda tanınma yönünde bir amacın olmadığı görülmektedir. Şu anda daha çok Türkiye,  gerek yönetimin kilit noktalarına Türkleri atayarak, gerekse gerçekte ateist olan bir toplumda İslami nüfuzu genişleterek, ‘KKTC’nin’ Türkleşmesi yoluyla durumu kontrol altında tutmaya çalışmaktadır.

Aynı zamanda Türkiye sendikaları zayıflatmaya ve ekonomik açıdan yaşayabilir olmayan, nerdeyse hiçbir şey üretmeyen ve Türkiye içinde antipatiye neden olan müsrif ‘devletin’ ekonomik faaliyetlerini kontrol etmeye çalışmaktadır. Buna karşılık Kıbrıslı Türkler, Türkiye’nin hiçbir zaman kendilerine ekonomik özerklik için fırsat vermediğini ve Türklerin işgal bölgelerinde sahip olduğu fırsatların aynısından kendilerinin Türkiye’de sahip olmadıklarını ileri sürüyorlar.
Türkiye, büyük alt yapı projeleri (su taşınması, elektrik üretimi, enerji merkezi, turizm birimleri) aracılığıyla,’KKTC’nin’ ana ekonomik yapılarını kontrol etmeye çalışırken, yönetim özel sektör aracılığıyla Türk uzmanların eline geçiyor
Birkaç yıldan beridir Kıbrıslı Türkler kendi aralarında, sağcılar bile, Türkiye’nin günlük yaşamlarına sızmasına çok ciddi şekilde tepki gösteriyorlar. Yeni nesil politikacılar Kıbrıslılığın korunmasıyla ilgileniyorlar, çünkü bu onlara, Türkiye’nin vilayeti olma değil, Avrupalı siyasi bir çerçevede, toplumlarını kendileri yönetme imkanı sunmaktadır. Gerçekten de işgal bölgelerinin Türkleşmesi, yakında ya Türkiye’ye boyun eğme, ya göç etme, ya da ellerinde pasaportla güneye geçme ve Kıbrıs Cumhuriyeti’nde azınlık olarak yaşama ikilemiyle karşı karşıya kalacak Kıbrıslı Türklerin çıkarlarını yaralamaktadır.  
Ara bölgenin bu tarafında durum o kadar da vahim değildir, çünkü Kıbrıslı Rumlar en azından kendi varlıklarını kurtardılar. Ancak Kıbrıs’ın kültürünün gelişimi işgal bölgelerinde kesintiye uğruyor. Kırk yıllık Türk egemenliğinden sonra adanın kuzey kesimi tamamen Türkleşme tehlikesi ile karşı karşıyadır.
Bireysel düzeyde hesabı, hali hazırda Taşınmaz Mal Komisyonuna koşan ve siyasi sistem kendilerine umut edebilecekleri daha iyi bir şey vermediği için, mallarını yok pahasına vererek, rezil rüsva olan göçmenler ödeyecekler.Durum marjinaldir ve sekiz yıl ‘takvimsiz hakemsiz’ müzakerelerden dolayı sonuç dramatiktir. Eğer  bu durum tersine çevrilmezse (ki hali hazırda tersine çevrilemez bir durumdayız), Kıbrıs’ın yarısının Türkleşmesi, Kıbrıs’ın yönetim sisteminin, ilk önce ülkenin bütünlüğünü koruma, sonra da 1974 milli trajedisini mümkün olduğunca daha az bedelle yönetme konusundaki büyük başarısızlığının trajik sonucu olacaktır.
Gelecek nesilleri, partiler, onları iktidarları, ganimetleri, kusurları, aklanmaları, propagandaları ve yalanları ilgilendirmemektedir. Bunlarla sadece tarihçiler ve antropologlar ilgilenecektir. Yarının vatandaşı için ölçüt olacak şey, dedelerinden ne alıp, torunlarına ne verecekleri olacaktır.