Türkiye

''BALYOZ PLANI'' DAVASININ GEREKÇELİ KARARI

KARARDAN:''ÜLKEMİZİN İDARİ VE SİYASİ YAPILANMASI İLE GEÇMİŞ DÖNEM TECRÜBELERİ DİKKATE ALINDIĞINDA, SUÇUN İŞLENEBİLMESİ İÇİN GEREKLİ İMKAN VE KABİLİYETE SAHİP SİLAHLI KUVVETLERİN BİR BÖLÜMÜ VEYA TAMAMI FAİL OLABİLİR. NİTEKİM 27 MAYIS 1960 VE 12 EYLÜL 1980 ASKERİ MÜDAHALELERİ, TÜRK SİLAHLI KUVVETLERİ TARAFINDAN GERÇEKLEŞTİRİLMİŞTİR''

''MAHKUM OLAN SANIKLARIN KENDİLERİNİ SUÇTAN KURTARABİLMEK İÇİN ÇELİŞKİLİ BEYANLARDA BULUNDUKLARI ANLAŞILMAKLA, DOSYADAKİ MAHKEMEMİZİN DAYANDIĞI DELİLLERİN DOĞRULUĞUNUN İSPATLANDIĞI ANLAŞILMIŞTIR''

''HÜKÜMETİN ORTADAN KALDIRILMASI VEYA GÖREVİNİN ENGELLENMESİ, FAİLİN SUÇLA ELDE ETMEYE ÇALIŞTIĞI AMAÇTIR. AMACINI GERÇEKLEŞTİRMEK İÇİN CEBİR VE ŞİDDETLE İCRAYA BAŞLADIĞI TAKTİRDE SUÇ OLUŞUR''

''Balyoz Planı'' davasının gerekçeli kararında, ''Ülkemizin idari ve siyasi yapılanması ile geçmiş dönem tecrübeleri dikkate alındığında, suçun işlenebilmesi için gerekli imkan ve kabiliyete sahip silahlı kuvvetlerin bir bölümü veya tamamı fail olabilir. Nitekim 27 Mayıs 1960 ve 12 Eylül 1980 askeri müdahaleleri, Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından gerçekleştirilmiştir'' denildi.

İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından hazırlanan gerekçeli kararda, dava konusu seminerde ''Savaşan Düşman'' konusunun tartışılması ve seminer sonrası bu konuda yapılan çalışmalara da yer verilerek, seminerde ''savaşan düşman'' konusunun tartışılmasının ve 1. Ordu seminer sonuç raporunda bu terimin hukukçulara inceletilmesi yönünde karar alınmasının ilginç görüldüğü ifade edildi.

ABD'NİN 'SAVAŞAN DÜŞMAN' TERİMİYLE HUKUKSUZLUK

Seminer sonuç raporunda, ''ABD'nin Afganistan harekatı sırasında ele geçirdiği Taliban esirlerini 'savaşan düşman' olarak tanımladığı, bu tanımın mevcut harp esir tanımından farklı olduğu, ABD'nin esirleri böyle tanımlayarak mahkeme önüne çıkarmadan uzun süre elinde tutma ve sorgulama esnekliği kazandığı, böylece harp esirlerinin sahip olduğu haklardan faydalanmasının engellendiği ve bu yaklaşımın savaş hukukuna yeni bir boyut getirdiği'' şeklinde bir açıklama bulunduğu belirtilen kararda, rapor aşamasından sonra da aynı konu üzerinde çalışmaların devam ettiği ve 5 nolu CD'den alınan bir belgede bu kavramla ilgili inceleme yapıldığının belirtildiği aktarıldı.

Hukuk sınırları içinde yapıldığı iddia edilen seminerde ''Savaşan düşman'' teriminin konuşulması ve seminer sonrası aynı konu üzerinde çalışmaların devam etmesinin, hukuk devleti kavramı içerisinde açıklanamayacağı vurgulanan kararda, ''Bu konu üzerinde konuşulması ve çalışmalar yapılmış olması, hukuka aykırı bir amacın olduğunu göstermekte olup, cunta yapılanmasının, darbe harekatı sonucunda hedef kitleyi ülkenin hukuk düzeni dışında bir yöntemle bertaraf etme amacına yönelik düşüncesini yansıtmakta ve dosyadaki delilleri de doğrulamaktadır'' denildi.

''ÇOĞUNLUĞU SAĞLAYARAK GELEN BİR PARTİYE OY VERENLER HAKKINDA...''

Ele geçirilen 6 ve 7 nolu CD'lerde, yapılan istihbari çalışmaların örneklerinin bulunduğu ve sanallıktan ziyade somut olarak mevcut iktidar hakkında görüşlere yer verildiği anlatılan kararda, şu ifadeler kullanıldı:

''Bütün ülkedeki oy dağılımının partiler bazında sonuçlarının slaytlarda gösterildiği, çoğunluğu sağlayarak gelen bir partiye ve bu partiye oy verenler hakkında çevresinde olup bitenlerin ayrımını yapamayan, gerçekleri göremeyen, uyuyan, gafil, dalgın, gözü bağlı olan anlamına gelen aymazlık ifadesi kullanılarak insanların küçümsendiği, kendilerince en çok oy almış parti lehine haber yapan basın organlarına da Mondros Mütarekesi zamanında milli mücadele aleyhinde yayın yapan basına verilen mütareke basını ibaresinin kullanıldığı, bu ibarelerin rutin bir seminerde kullanılmasının mümkün olamayacağı, oy veren çoğunluğa karşı bakış açısını da gösterdiği, sanıkların darbe planı olan Balyoz Harekat Planı ve eklerini 1. Ordu'da düzenlenen plan seminerinde, Olasılığı En Yüksek Tehlikeli Senaryo (OEYTS) kapsamında örtülü olarak görüştükleri anlaşılmıştır.''

SANIK İFADE VE SAVUNMALARINDAKİ TUTARSIZLIKLAR

Gerekçeli kararda, soruşturma aşamasında sanıklar Çetin Doğan, Yurdaer Olcan ve Memiş Yüksel Yalçın gibi, diğer bazı sanıkların, ''1. Ordu Plan Semineri'nde gerçek kişi ve kurum isimlerinin kullanılmadığı, olağanüstü hal ve sıkıyönetim ilanı gibi hususların görüşülmediği'' yönünde beyanda bulundukları bildirilerek, dava aşamasına geçildiğinde ise bu sanıkların beyanların aksine delilleri görmeleriyle önceki beyanlarından döndükleri ve 'görüşülmedi' dedikleri konuların görüşüldüğünü söyledikleri aktarıldı.

Sanıkların Balyoz Harekat Planı'nın seminerde ''OEYTS'' adı altında gizli olarak görüşüldüğü gerçeğini gizlemeye çalıştıkları belirtilen kararda, beyanlarının aksine sanıkların dönemin yeni kurulmuş AK Parti hükümetini açıkça hedef aldıklarının anlaşıldığı kaydedildi.

Kararda, şöyle denildi:

''Beyanlar arasında birçok tutarsızlığın bulunduğu, belirtilen tutarsızlıkların örnekleme suretiyle verildiği, bu örneklerin arttırılabileceği, sanıkların aynı konularda yeri geldiğinde farklı beyanlarda bulundukları, aynı sanığın aynı konudaki beyanları arasında dahi çelişkilerin olduğu, mahkum olan sanıkların kendilerini suçtan kurtarabilmek için bu şekilde çelişkili beyanlarda bulundukları anlaşılmakla, dosyadaki mahkememizin dayandığı delillerin doğruluğunun ispatlandığı anlaşılmıştır.''

DARBE SUÇUNDA İHTİYAÇ DUYULAN AĞIR YAPTIRIM

Türk Dil Kurumu'na (TDK) göre ''darbe'' ve ''cunta'' terimlerinin tanımının yapıldığı gerekçeli kararda, Anayasa'ya göre devlet yapısı, kuvvetler ayrılığı ve yürütmenin başı olan iktidarın görev alanlarının belli olduğu, Türk Ceza Kanunu'nun (TCK) 312. maddesine göre Bakanlar Kurulu fonksiyonlarıyla devletin yürütme gücünün icra organı olan hükümetin, bir bütün olarak varlığına yönelik saldırılardan ağır cezai yaptırımlar getirilmesi suretiyle korunmak istendiği dile getirildi.

''Hükümet, devletin siyasal iktidarının yürütme organı olup, onun ele geçirilip yok edilmesi veya çalışmasının engellenmesi durumunda devletin varlık ve güvenliği ile anayasal düzen, büyük bir zarar görecektir'' ifadesi kullanılan kararda, bu önem nedeniyle hükümete yönelik eylemlerin ayrıca ağır yaptırıma bağlanmasına ihtiyaç duyulduğu da vurgulandı.

"GEÇMİŞ DÖNEM TECRÜBELERİ DİKKATE ALINDIĞINDA..."

''Darbe'' suçuyla ilgili TCK'nın ilgili maddelerinin anlatıldığı kararda, suçun herhangi bir kimse tarafından işlenebileceği gibi, Türkiye'nin geçmiş dönemdeki tecrübelerine bakıldığında silahlı kuvvetlerin bir bölümünün veya tamamının da fail olabileceği anlatıldı.

Gerekçeli kararda, şu ifadeler kullanıldı:

''Ülkemizin idari ve siyasi yapılanması ile geçmiş dönem tecrübeleri dikkate alındığında, suçun işlenebilmesi için gerekli imkan ve kabiliyete sahip silahlı kuvvetlerin bir bölümü veya tamamı fail olabilir. Nitekim 27 Mayıs 1960 ve 12 Eylül 1980 askeri müdahaleleri, Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından gerçekleştirilmiştir. Bu iki silahlı müdahale arasındaki tek fark, 1960 müdahalesinin emir komuta zinciri dışında, 1980 askeri müdahalesinin ise emir komuta zinciri içerisinde gerçekleşmiş olmasıdır. Söz konusu askeri müdahalelerin teorik olarak bu maddede yer alan suçu oluşturduğu açık olmakla birlikte, bu müdahalelerin başarıya ulaşması ve kendi hukuklarını oluşturmaları nedeniyle sorumluların cezalandırılması o tarihlerde mümkün olmamıştır. Yine başarıya ulaşmayan ve teorik olarak darbe suçunu oluşturup oluşturmadığı tartışılabilecek olan 22 Şubat 1962 yılındaki Talat Aydemir liderliğindeki teşebbüs ile 9 Mart 1971 tarihli teşebbüste de failler, silahlı kuvvetler mensuplarıdır.''

''SUÇA TEŞEBBÜS YETERLİ''

Eski TCK'ya göre ''darbe'' suçunun tamamlanması için ıskat veya men neticelerinden birinin varlığı aranırken, yürürlükte olan TCK'nın 312. maddesine göre, maddi bir neticenin doğumunun aranmadığı ve suçun teşebbüsünün yeterli göründüğü belirtilen kararda, eylemin hükümetin ortadan kaldırılmasına yönelmemesine ve buna elverişli bulunmamasına rağmen kısmen de olsa hükümetin görevini yapmasını engellemekle ilgili olduğu için suçun oluştuğunun kabul edildiği dile getirildi.

Kararda, ''Hükümetin ortadan kaldırılması veya görevinin engellenmesi, failin suçla elde etmeye çalıştığı amaçtır. Amacını gerçekleştirmek için cebir ve şiddetle icraya başladığı taktirde suç oluşur'' denilerek, amaca yönelik icrasına başlanılan hareketin amaca yönelik tehlike oluşturmaya uygun ve elverişli bulunması gerektiği, failin korunan değeri tehlikeye düşürmeye elverişli bir hareketle icraya başlamasının yeterli olduğu kaydedildi.

''Suçun cebir ve şiddetle işlenmesi gerekliyse de icrasına başlanılan hareketin de mutlaka cebir ve şiddet içermesi zorunlu değildir'' ifadesi yer alan kararda, TCK'da ''suça teşebbüs'' konusunun düzenlendiği maddeler örneklerle anlatıldı.

EKSİK TEŞEBBÜS, TAM TEŞEBBÜS AYIRIMI

Gerekçeli kararda, failin suç kastından şüphe edilmeyecek derecede fiile yaklaşmış olduğunu anlatan hareketlerin icra hareketleri olduğu belirtilerek, ''İcra hareketleri henüz bitmeden engel sebep meydana çıkmış ve sözü geçen hareketlerin bitirilmesine engel olmuşsa, eksik teşebbüs vardır. Buna karşılık icra hareketlerinin bitirilmesinden sonra engel ortaya çıkmış ve neticenin gerçekleşmesini önlemişse tam teşebbüs söz konusu olur. Önemli olan husus icra hareketlerinin yarıda kalmasının veya neticenin gerçekleşmesinin failin iradesi dışında kalan sebeplerden ileri gelmesidir'' denildi.

Yürürlükte olan TCK'nın 312. maddesinin, suça teşebbüsü tamamlanmamış suç gibi cezalandırması nedeniyle, eski TCK'nın 147. maddesine göre daha sert ve ceza sorumluluğu alanını genişleten bir hüküm içerdiği aktarılan kararda, seminer planına göre personel listelerinin oluşturulduğu, dava konusu planlar çerçevesinde görevlendirmelerin yapıldığı ve kimi sanıkların bilerek, kimi sanıkların da bilmeyerek bu çalışmalara katıldığı bildirildi.

ASLİ, MADDİ FAİLLER

''Sıkıyönetim ilanını müteakip yürütme organının devrilip, devlet idaresinin cunta yapılanmasının istediği şekilde yeniden yapılandırılmasının planlandığı, bu kapsamda hazırlıkların tamamlandığı, harekat planının düşünce aşamasından çıktığı, icra aşamasına geçildiği ancak icra hareketlerinin tamamlanamadığı'' vurgulanan kararda, ''Suçlarının sübuta erdiği kabul edilen sanıkların her birinin darbe harekatı ile ilgili çeşitli görevler aldıkları, harekattan ve boyutundan haberdar oldukları, her bir mahkum olan sanıkların eyleminde nedensellik bağının bulunduğu, bu şekilde haklarında mahkumiyet kararı verilen sanıkların suça, 765 sayılı eski TCK anlamında asli maddi fail olarak katıldıkları sonucuna varılmıştır'' ifadesi kullanıldı.