POLİS ÖRGÜTÜ FAİLİ MEÇHUL YUVASI OLMAMALIDIR
Kuzey Kıbrıs’ın iç güvenliğinden sorumlu olan Polis Örgütü yaklaşık 30 yıldır Türkiye’den atanan bir generalin emir ve komutası altında bulunmaktadır. Askeri bir zihniyetin sivil bir kurumun başında onu yönettiği başka bir demokratik ülkenin varlığından henüz haberdar değilim.
KKTC Anayasası’nın 1. maddesinde devletin nitelikleri arasında “Hukukun üstünlüğüne dayalı” olması gerektiği belirtilmektedir. Yine ayni Anayasa’nın 118(2) maddesinde ise “ Polis Örgütü’nün, demokratik hukuk devleti ilkelerine ve yurttaşların temel haklarına saygılı olarak Anayasa ve yasalar çerçevesinde görev yapmak zorunda olduğu” belirtilmektedir.
KKTC’de halen yürürlükte olan Polis Yasası’nın 17. maddesi de “Polis mensupları, KKTC Anayasası ile Yasalarına bağlı kalmak ve KKTC yasalarını özenle uygulamak zorundadırlar” diyerek polis örgütünün hiçbir koşulda hukukun dışına çıkamayacağını emretmektedir. Kaldı ki her polis mensubu örgüte alınırken “Yasalara ve Tüzüklere itaat edeceğine” dair yemin de etmektedir.
Şunu de eklemek isterim ki KKTC toprakları üzerinde bulunan ve devletin idari bir kurumu olan Sivil Savunma Teşkilatı ile KKTC Merkez Bankası da Türkiye’den atanan kişilerce yönetilmektedir.
Polis Örgütü, demokratik ilkeler çerçevesinde yönetilebilmek, insan haklarına saygılı hareket edebilmek ve hukukun üstünlüğüne dayalı bir yapıya kavuşabilmek için öncelikle sivil bir idare ve denetim sistemine sahip olmalıdır. Anayasal bir kurum askeri vesayet altında demokratik kurallarla yönetilemez.
Askerin emri altındaki bir polis örgütünün demokratik hukuk devleti ilkeleriyle yönetilmesi mümkün değildir. Ahmet Taner Kışlalı’nın Siyaset Bilimi adlı eserinin 261-262. sayfalarında bu durum güzel bir şekilde izah edilmektedir:
“Ordunun temel işlevi yurdu korumak ve gerektiğinde savaşmaktır. İyi savaşabilmek için, astın üste tartışmasız itaat etmesi, tek bir kalıp içinde kişiliklerin geri plana itilmesi, yani sıkı bir disiplin önemlidir. Farklılıklara, farklı tutum ve davranışlara yer yoktur. Askeri ahlak anlayışı içinde, onur, cesaret, dayanışma ve özveri, en yüce değerleri oluşturur. Çünkü asker, gerektiğinde ölmeyi göze alabilmek zorundadır. İşte bu ortamın ürünü olan bir askerin, özgür bir toplumdaki bölünmelerin, siyasal farklılıkların, bir noktanın ötesine gitmesini anlayıp hoşgörü ile karşılaması zordur. Demokratik, çoğulcu bir toplumdaki ordu, genel çıkarların unutulduğu, özel çıkarların ön plana geçtiği kuşkusunu taşır. Askeri mantık, düzen mantığıdır; tek biçim, uygun adım mantığıdır. Oysa siyasal mantık, kaçınılmaz olarak tüm farklılıkları göz önüne alan, almak zorunda olan bir mantıktır. Askeri mantık, farklılıkları ortadan kaldırmak ister. Siyasal mantık ise özellikle demokratik bir toplumda farklılıkları kabul etmek ve olabildiğince uzlaştırmak zorundadır. Bu zıtlıktan dolayıdır ki, askeri mantıktan hareketle sivil toplumun sorunlarını çözmek ve hele demokratik bir yönetim biçimini gerçekleştirmek adeta olanaksızdır. Demokrasi yaşanılarak öğrenilir, oysa orduda demokrasi yaşanmaz, yaşanamaz.”
KKTC’deki bu askeri yapılanmanın demokratik sistemle özdeşleştirilmesi mümkün değildir. Ancak hepsinden önemlisi, bugün 2200 civarında mensubu olan KKTC Polis Örgütü’nün küçücük bir adada işlenmiş birçok önemli vakada sonuca varamamış ve failleri halen dahi ortaya çıkaramamış olmasıdır.
St. Barnabas olayı olarak da bilinen soygun olayında asker kimlikli üst rütbeli kişilerin iştiraki olduğu tanık ifadelerinden ortaya çıkmasına rağmen konu hakkında hiçbir ciddi soruşturma yapılmamıştır. Eski bir manastır olup müze olarak kullanılan St. Barnabas, gece yarısı yapılan askeri bir operasyonla baskına uğramıştır. Yasal dayanağı olmayan bu baskında, manastır altında kazılar yapılarak bazı şeyler çıkartılıp götürülmüştür. Tüm yasadışılığa rağmen bu konudaki soruşturma ileriye götürülememiştir.
Lefkoşa’da bir astsubaya ait arabanın bagajında bir yığın C4 patlayıcı madde, TNT ve çeşitli fünyeler bulunmasına rağmen konu hakkında polis tarafından etkin bir soruşturma yapılmamış, mesele yargıya taşınamamıştır. Oysa Türkiye’deki Ergenekon Meselesi, gömülü olarak bulunan bir miktar patlayıcı maddenin izinin sürülmesiyle ortaya çıkmış ve yapılan soruşturmalar ile gelişme göstermiştir.
Küçük bir ada ülkesi olmasına rağmen birçok önemli adli meselenin failleri yeterli ve etkin soruşturma yapılmadığı veya yapılamadığı için bulunamamıştır. Yasal soruşturma makamı olan Polis Örgütü, Kutlu Adalı cinayeti(1996), Kutlu Adalı’nın evinin kurşunlanması(1980), CTP Genel Merkezi’ne bomba konması(1989), CTP Milletvekili Fadıl Çağda, Özgürlük Dergisi sahibi Hürrem Tulga, Mağusalı Devrim Benzinci ve Otel sahibi Sabri Tahir’in arabalarının ayni gece havaya uçurulması(1990), YKP Genel Başkanı Alpay Durduran’nın arabasının havaya uçurulması(1991), YKP Genel Merkezi’nin kurşunlanması(1992), Eski yargıç, avukat ve İçişleri Eski Bakanı Orhan Z. Bilgehan’nın arabasının yakılması(1993), Dönemin Başbakan Müsteşarı gazeteci Hasan Erçakıca’nın evinin bombalanması(1994), CTP Lefkoşa İlçe Binası’nın bombalanması(1996), yakın zamanda Eski Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat’ın evinin yanına bomba konması, Afrika Gazetesi’nin bombalanması, ünlü işletmeci Mehmet Reis cinayeti ve daha birçok adli olayın failini bulamamıştır.
Konu açısından önemli bir başka olay ise Gazeteci Şener Levent ile ilgili “Casusluk Komplosu”dur. Avrupa Gazetesi (Bugünkü adı ile Afrika), muhalif ve sorgulayıcı anlayışla daha önce temas edilemeyen ve askerle ilgisi olan birçok konu hakkında haberler yayınlamaya başlar. 2000 yılında bu gazetenin sahibi olan Şener Levent casusluk yaptığı iddiasıyla tutuklanır. Günlerce tutuklu kalan Şener Levent çeşitli polis ve asker kişilerce sorgulanır. Yapılan bu tutuklama toplumda büyük bir infial uyandırır. Dönemin sol partileri ile birçok sivil toplum örgütü bu tutuklama karşısında çeşitli protesto eylemlerinde bulunur. Tutukluluğun uzatılması maksadıyla çıkılan mahkeme önüne de polis tarafından somut bir şey konulamaz. Yapılan bu tutuklamanın komplodan ibaret olduğu toplum içerisinde yaygınlaşır ve askeri makamlara öfke duyulmaya başlanır. İşte tam bu esnada Cumhurbaşkanı R.R.Denktaş ortaya çıkar ve yaptığı açıklamayla “Casuslukla ilgili delilleri gördüğünü” söyler. Ancak buna rağmen Gazeteci Şener Levent bağımsız mahkeme önüne çıkıp görüldüğü söylenen o delillerin aslında var olmaması nedeniyle serbest bırakılır ve hakkındaki dosya da kapatılır. Zaten Sayın Denktaş’ın gördüğünü iddia ettiği deliller de hiçbir zaman ortaya çıkmaz.
Askeri makamların emri altındaki KKTC Polis Örgütü, Anayasa ve yasalara itaat etmeden sık sık keyfi işlemler yapmaktadır. Mahkeme kararlarıyla bu keyfi işlemlerin bazısı iptal da edilmiştir. Ancak Polis Örgütü bir yığın hukuk dışı işleme imza koymasına rağmen mevcut militarist yapısı nedeniyle sivil denetime tabi tutulamamaktadır. Mahkeme kararlarına dahi uymama cesaretine sahip olan Polis Örgütü, askeri makamlarca korunur bir görüntü içerisinde yer almaktadır.
Anayasa’nın emredici kuralına rağmen avukatların tutuklular ile görüşmesi Polis Genel Müdürü’nün emri ile engellenmektedir. Bu anormal emir, hukuk kurallarına aykırı olmasına rağmen hiçbir makam polis örgütünü sorgulayamamaktadır. Anayasal güvence altına alınan “Sanık Hakları”na rağmen Polis Genel Müdürü’nün yazılı emrine karşı hiçbir sivil makam müdahale edememektedir.
Askeri Disiplin Mahkemesi’ndeki yargılamalara avukatların girmesi yasaktır. Anayasal bir hakkı askeri makamlar rahatça yasaklayabilmektedir. Birkaç yıl önce mahkemeye müvekkilimi temsil etmek için girmeye çalışırken, yol içerisine dizilen polis barikatıyla mahkemeye girmem ve müvekkilimi savunmam engellenmiştir.
Polis Örgütü’nün militarist yönetim ve denetim altında olması nedeniyle yaşanan birçok hukuk dışı olayı açığa vurduğum ve insan hakları ihlalleriyle mücadele eden bir avukat olduğum cihetle Polis Genel Müdürü tarafından askeri makamlara gönderilen gizli bir yazıyla fişlendim de. Bu yazıyı ele geçirip basın yoluyla kamuoyu ile paylaşıp Başsavcılığı göreve çağırdım. Ancak bu konuda herhangi bir işlem yapılmadı.
Adanın güneyi AB müktesebatına ve hukuki nimetlerine tabi iken bizler bundan izole halde yaşamak zorunda kalmaktayız. Bu izole hal, insan hakları ihlallerinin dış etkenlerce denetlenememesine sebebiyet vermektedir. Bu denetimsizlik ve askere karşı olan geleneksel ürkeklik ortamında, polis örgütünün insan hakları ihlalleri ve hukuka aykırı davranışları dizginlenememektedir.
KKTC’nin kurulmasıyla Polis Örgütü, anti-demokratik şekilde askeri makamların eline teslim edilmiştir. Polis Örgütü, başında T.C Genel Kurmay Başkanlığı’nın atadığı bir general olan Güvenlik Kuvvetleri Komutanlığı’nca (GKK) yönetilmektedir.

KKTC Meclisi Araştırma Komitesi “Polis Örgütü’nde işkence yapılmaktadır” diyerek rapor hazırlamasına rağmen askeri vesayetin etkisiyle konu hakkında ileri bir inceleme yapılmamıştır. Askerin polise olan bu anti-demokratik etkisi nedeniyle yapılan insan hakları ihlallerinin hesabı hiçbir şekilde sorulmamaktadır. KKTC Meclisi işkence yapan polislerin görevden uzaklaştırılmalarını telkin etmiş ancak bu polisler görevden uzaklaştırılmayıp paşa paşa görevlerine devam etmiştir.
Devleti ve kanunlarını takmayan bu sağlıksız yapının reçetesi hazırdır, o da sivilleşmedir. İktidar partileri her seçim döneminde polisin sivilleşeceğini halka vaad etmelerine rağmen iktidar olduklarında bunu gerçekleştirme cesaretini gösterememişlerdir.

AV. BARIŞ MAMALI