Eğitim Bakanlığı ve Sendikalar

 

15 Temmuz’da kurulan CTP-UBP koalisyon hükümetinin daha 100 gününü bile doldurmadığını, gerekli atamalarını henüz tamamlamadığını, devlet kurumları üzerindeki incelemelerin henüz bitmediğini bile bile bazı sendikaların “hak arayışı” adı altında ülkede kargaşa çıkarma eğiliminde olması yeni bir olgu değil.

Ancak, çalışanların olduğu kadar vatandaşın da hakları olduğunu kabul etmek gerektiğini söylemeye gerek var mı?

Devletlerin verdiği hizmetler bellidir.

Bunların başında da Eğitim, Sağlık, Güvenlik ve Çevre gelir.

Eğer halkın eğitim alma, tedavi olma, güven içinde yaşama hakkını ortadan kaldırırsanız, hükümetle mücadele etmek bir yana, halka karşı bir eylem gerçekleştirmiş olursunuz.

Nitekim, bir süredir sendikaların yaptığı eylemler, halk arasında hoşnutsuzlukla karşılanmakta, “pire için yorgan yakma” şeklinde değerlendirilen eylem kararlarının bu kadar kolay alınmaması fikri her geçen gün benimsenmektedir.

Bu ülkede, hiç kimse, çalışanların haklarının kesintiye uğraması veya gözetilmemesi yanlısı olmamakla birlikte, “bu ülkede yalnızca sendikalı çalışanlar olmadığı” gerçeği de görülmelidir.

Sendikaların devlet kurumlarında örgütlü olması, özel sektörde hiç bir varlık gösterememesi, ülkede “sendikalı” ve “sendikasız” olmak üzere iki farklı çalışan kesim ortaya çıkarmıştır.

Bu o kadar mukayese edilemeyecek bir boyuttadır ki..

Özel sektörde haftalık çalışma saatleri ortalaması 72 iken sendikaların etkin olduğu devlete bağlı kurumlarda bu rakam neredeyse yarısı kadar bile değildir.

Buna sosyal hakları, tatilleri, 13. maaşları, yollukları, ayakkabı parası vs. gibi bir çok ödeneği de eklediğinizde, özel sektör çalışanları tabiri caizse “zavallı” durumdadır.

Sendikalar bu durumu çok iyi bildiği halde, bir girişimde bulunuyor veya sorunun çözümü için parmağını kıpırdatıyor mu?

Örneğin Kıbrıs Türk Öğretmenler Sendikası (KTÖS), neredeyse her yıl, okulların açılmasıyla birlikte eylemlere başlama alışkanlığını sürdürürken çocukların eğitim hakkını yeterince gözetiyor mu?

İlkokullarda bulunan bazı kadroların yetersiz ya da eksik olması gerekçesiyle düzenlenen eylemler, öğrenci ve veli haklarına ne kadar katkı sağlıyor?

Neden bir eğitim dönemi başlarken Bakanlık ve bağlı kurumlardaki yetkililerle istişarelerde bulunulmuyor?

Bu ülkede uzlaşma kültürü bu kadar mı geri kaldı?

Bir bakıyorsunuz, KTOEÖS yetkilisi TV ekranlarına çıkıyor ve “Eğitim Bakanı bu ülkede eğitimi batıran adamdır” şeklinde konuşarak demagoji yapıyor, ağır ithamlarda bulunuyor, kendini kahraman gibi göstermeye çalışıyor.

İsim vererek, kişiyi hedef alan açıklamalar, bir sendikacının yapıcı değil, hasmane ve saldırgan olduğu anlamına gelmez mi?

Sayın Kemal Dürüst eğitim konusunda yetkin ve perspektifi geniş, genç ve başarılı bir siyasetçi.

Bu ülkenin eğitim alanındaki birçok eksiğini Anavatan Türkiye’de gündeme getiren, kaynak sağlayan, tam gün eğitime öncelik veren, bir çok yenilik yapan, sadece eğitim değil Gençlik, Kültür ve Spor konusunda da bir çok kalıcı açılımlar sağlamış bir isim.

Bu açıdan bakıldığında, Eğitim Bakanlığı’na neden Gençlik ve Spor Daireleri’nin bağlanmamış olduğu sorusu da apayrı bir konudur.

Sözün özüne, yani gerçeklere değinmek gerekirse;

Bu ülkede, devlet kurumlarının yeterince güçlü olmadığı elbette bir gerçektir.

Bütçesinin neredeyse tamamına yakınını çalıştırdığı memurlara maaş olarak veren Eğitim Bakanlığı’nın, imkanları içerisinde halka hizmet veren bir kurum olduğunu, yapılan eylemlerin de etkisiyle bir çok ailenin çocuklarını özel okullara verdiğini, bu tarz suçlamalar ve eylemlerle gerçekte halka kötülük yapıldığını anlamamak için sendikacı mı olmak lazım?

Sendikacılık bu mudur?