İşgal denizler


İstanbul Teknik Üniversitesi Meteoroloji Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Orhan Şen’in Hürriyet’e verdiği demeçte; “İki mevsim artık kayboldu; İlkbahar da, sonbahar da artık tarih oldu. Bir uyandık kış, bir uyuduk yaz gelir oldu artık” dedi geçen hafta.Bilimsel verilere göre yılda ortalama 300 gün güneş gören bir ada olarak Kıbrıs, hoca’nın ilgili hükmüne tam da uyar bir vaziyette bildik. Mâlum, kış’ken bir sabah kızgın güneş ışınlarıyla uyanırız ve elimizdeki bir diyet listesiyle paldır küldür dolaptaki yazlıkları yıkama ve ütülemeye koyuluruz. Kader de, kilo fazlası olanlar için keder de tam da o an’larda vûkû bulur. Olsun, Allah’tan bi’doğa ritüelidir; İlkbahar, yaz, sonbahar, kış mevsimleri olmak üz’re yılda dört mevsim yaşanır el’lerde. Bugünlerde yine “yatcaz, kalkcaz hoop” gibi yaz mevsimi geldi ve daha ilkbaharı hissetmeden cayır cayır yanmaya başladık. Güney’de denize giriş free ama Kuzey Kıbrıs’ta özellikle de Girne Kuzey Sahili’nde eşi benzeri olmayan bir uygulama var; Dünyanın hiçbir plajı yoktur ki bırakın denizinde yüzmek, onu yakından görüp hissetmek için herhangi bir ücret ödensin abuk ve de sabuk. Dört bir yanı çevrili bir ‘yarım adada’ yaşıyoruz bildik. Güney denizi bedava ama kuzey denizi işgal altında ve de ücretli yaşadığımız üz’re. KKTC Anayasası’nda doğal çevreyi kullanma serbesiyetine ilişkin madde olmasına rağmen, ücretini ödemeden bırakın denize girmeyi onu yakından bile göremezsiniz. Dört kişilik bir aile işgal edilmiş bölgedeki ‘barikatı’ aşmak için bir hayli para ödemek zorunda. İşte, bu bizim hikâyemiz, ancak kaderimiz mi? Çevre ve İçişlerinden Sorumlu Bakanlar yanında, yerel(!) yöneticiler de bu ‘anayasal suçu’ işleyenlere suç ortağı olarak gülücük dağıtmaya devam etsinler. Tabii Alsancak Belediyesi bu konuda dik duruş sergilemekte, alkış! Neyse, ya 25 metrelik ve eksik kulvarlı yarı olimpikten bozma eşelenme havuzumuza ne demeli? Hoş, ne deniz açısından, ne de havuz açısından yaşananlara ses çıkarmayan bizler, en azından Amerikanların milli kahramanı dünya ve olimpiyat rekortmeni Michael Phelps’le coşuyorduk yılda birkaç kez. E artık bizim adam da emekli oldu! Olimpiyat tarihinin en çok altın madalya kazanan sporcusu ünvanını elinde bulunduran yunus adam Phelps, daha 5 yaşında iken teşhis edilen hiperaktiflik tedavisine yardımcı olması amacıyla başladığı yüzme, onu genç yaşta tüm dünyanın alkışladığı bir olimpiyat şampiyonu hâline getirdi. 2008 Pekin Olimpiyatları’nda, eski rekortmen Mark Spitz’in Münih 1972’de 7 altın madalya alarak kırdığı rekoru kırarak, bir olimpiyatta 8 altın madalya kazanan ilk sporcu oldu. Phelps, 15 yaşından bugüne dek sadece ve sadece 5 gün Christmas tatilinden dolayı havuza girmemiş. Kalan tüm günlerde minimum iki saatini havuzda geçirmiş bu büyük şampiyon. Böylesine yoğun bir tempoda çalışması nedeniyle çok daha fazla kalori harcaması gerektiğini söyleyen şampiyon yüzücü günde 12 bin kalori alıyormuş. “Hayallerine ve rüyalarına sınır çizgisi çekmek, seni başarıya yaklaştırmaz. Hayalleriniz ne kadar büyürse, gerçek yaşamda da başarılarınız da o kadar büyük olur” diyen Phelps’le ilgili geçtiğimiz yıl Toronto Sun Gazetesi’nde “Michael'a Avantaj Sağlayan Anatomik Özellikler” adlı bir haber yayımlandı. İlgili haberde: “Kol açıklığı 203 santimetre, boyu ise 1,93 metre. Ortalama bir insanın kol açıklığı boy uzunluğuna yakındır. Michael’in kol uzunluğu ise boyundan 10 cm fazla. Bu ekstra uzunluğun ona özellikle kelebek yüzüşte avantaj sağladığı biliniyor. Ayak bileği diğer yüzücülere göre 15 derece daha fazla kıvrılıyor, bu da ayaklarına doğal palet özelliği kazandırıyor. Bu esneklik dizleri ve dirsekleri için de söz konusu. Böylece daha güçlü ve uzun kulaçlara sahip oluyor” deniyordu. İşte, bir başka deyişle artık o ‘yaptığını yapmak için doğan sporculardan’ biri ve de mutlu bir emekli. “Michael Phelps balığa benzemez, balık Michael Phelps’e benzer” diyen Amerikalılarla hemfikiriz. Haa balık mı? Onu da tükettik bu işgal denizlerinde. Son söz mü? Son kale Alagadi’de de düşer yakındır. Ha gayret...