Geldiğimiz noktada, bu belge de verildiğine göre, tüm taraflar gitmeye hazırdır demektir. 28 Haziran’da paralel bir süreç başlayacak. İki masa kurulacak. Masanın birinde Kıbrıs Türk ve Kıbrıs Rum tarafları ile 3 garantör olacak, masanın yan tarafında da gözlemci sıfatıyla AB olacak. Diğer ikinci masa, iki toplum liderlikleri ve müzakere heyetlerinin masası olacak. 5’li masada sadece güvenlik garanti, ikili masada ise geriye kalan tüm konular birbiriyle ilintili olarak ele alınacak. Crans Montana’da her iki masa da canlı olacak, “bir konuyu halledelim diğerlerine sonra bakarız” mantığı söz konusu olmayacak.

“Sıfır asker sıfır garanti” söylemi bir kenara bırakılırsa, Crans Montana’da müzakere edebilmenin imkanı doğacak. Bu söylem, bir müzakere başlangıç noktası teşkil etmiyor. Hedef konferansta müzakere etmek olduğuna göre, bir müzakere başlangıç noktası oluşturmayan bu toptancı yaklaşımın, Kıbrıs Rum tarafı ve Yunanistan tarafından bir yana bırakılması gerekir.

Bizim için yaratılacak güven duygusunun diğer taraf için tehdit algısı oluşturmasın dedik ama, Kıbrıs Türk toplumunun güvenlik ihtiyacı yoktur demedik. Kıbrıs Türk toplumunun büyük çoğunluğu Türkiye’nin güvencesini şart görüyor. Bu bariz gerçeklik ışığında, var olan güvenlik ve garanti sistemini günümüze nasıl adapte edebiliriz ki her iki taraf da kendini huzur ve güvenlik içinde hissedebilsin? Mesele budur. Kıbrıs Konferansı’nda bunun arayışı olacağız. Bunun sağlanabilmesi Yunanistan ve Türkiye’nin de ciddi katkısını gerektiriyor. Kıbrıs’ın iki tarafı olarak 2 yıllık süreçte bir çok konuda çözümler üretmeyi başardık, hala çözüm bekleyen hususlar vardır ama iyi mesafe aldığımız yadsınamaz. Şimdi tüm bu konularda kararlılık ve çözüm istekliliği ile süreci sonuca vardırmak gerekiyor. Biz bu kararlılıkla gideceğiz, temenni ediyoruz ki bu kararlı yaklaşımımız karşılıksız kalmasın”.