Göze Kokain Dişe Kloroform

 Winston Churchill’in ünlü sözüdür: “Size kan, ter, zahmet ve gözyaşından başka vadedecek hiçbir şeyim yok.” İkinci Dünya Savaşı sırasında göreve gelen hükümetine güvenoyu isterken söyler bunu İngiliz devlet adamı. Fransa Bisiklet Turu’nun herhangi bir etabı için kullanılsa da yeridir aslında. Bir ay boyunca her gün kan, ter, zahmet ve gözyaşı... Hepsi bir sarı mayo için...

Dünyanın en zor yarışı... Fransa Bisiklet Turu, kendinden başka hiçbir şeye benzemez. 1903’te ilk defa koşulduğundan beri, sporculardan insanüstü bir çaba beklemesiyle ünlüdür. Zamana karşı da yarışılır, coğrafyanın sunduğu en zor zirveler de geçilir. Fransa Bisiklet Turu veya kısaltılarak kullanıldığı şekliyle ‘Tur’, sporcuları hayata küstürecek, ağlatacak hatta çıldırtacak kadar amansızdır. Bu yüzden de çok değerlidir.

Bir gazete promosyonu
Bu kıymetin yazınsal bir karşılığı elbette var. Avrupa ve ABD’de her sene, özellikle de Tur’un koşulduğu temmuz ayı yaklaşırken onlarca kitap yayımlanıyor. İki sene evvel, Fransa Bisiklet Turu 100’üncü yılını kutlarken (ve sonrasında) bir yayın patlaması yaşandı; o güne dek geçilen her etap, her zirve, her dramatik anın üzerinde tekrar tekrar duruldu. Jean-François Mignot’nun ‘Fransa Turu Tarihi’ de bu dönem çıkan kitaplardan.  Farkı, bu efsanevi yarışın dramasından çok, ekonomik ve sosyolojik boyutuna odaklanması. Sporun sayısal analizi üzerine uzman olan, Sorbonne Üniversitesi’nden Mignot, okura Tur’un ilk günlerinden bugüne nasıl geliştiğini, serpildiğini tüm boyutlarıyla gösteriyor. Fransız yazar, yarışın benzersizliğini kabul etmekle birlikte, romantikliğe pek kapılmamaya çalışıyor. Kitlesel diğer her organizasyon gibi, bu iş de ticaretten ibaretten, diyor. “Tur her şeyden önce ticari amaçlı bir spor gösterisidir.”

‘Tur’un bir gazetecilik rekabeti sonucu çıktığını öğreniyoruz kitaptan. 19’uncu yüzyılın sonlarındaFransa’nın en çok satan spor gazetesi Le Vélo, o dönem Fransız toplumunu kutuplaştıran Dreyfus vakasında, Dreyfus’tan yana tavır alınca, bu durumdan hazzetmeyen reklamverenler bir başka spor gazetesinin kurulmasına önayak olur. Gücünün ve popülaritesinin önemli bir kısmını, bilfiil organize ettiği ulusal bisiklet yarışlarına borçlu olan Le Vélo’nun karşısına sadece yeni bir gazeteyi, L’Auto’yu çıkarmak yetmez. Bir yeni yarış da gereklidir. Fransa Bisiklet Turu, L’Auto’nun promosyonu olarak doğar. Bunum başarılı bir girişim olduğu çok geçmeden anlaşılır. Gazete, İkinci Dünya Savaşı yıllarına dek Fransa’nın en çok satan spor gazetesi olarak kalır. İlk defa 1919’da kullanılan, yarışın liderinin giydiği ‘sarı mayo’ da rengini L’Auto’nun sarı sayfalarından alır.

Mignot, Fransa’da tüketim kültürü gelişip, ticari unsurlar popüler olanla birleştikçe Tur’un da kaçınılmaz şekilde etkilendiğini anlatıyor. Örneğin 1914’e dek Tur parkurunun kenarındaki izleyicilerin sayısı Fransız nüfusunun ancak yüzde ikisi kadarken, 1920li yıllarda bu oranın yüzde 10’un, 1930’lu yıllardaysa yüzde 20’nin üzerine çıktığını görüyoruz. Toplum Pazar tatiliyle, ücretsiz izinlerle, yaz seyahatleriyle tanıştıkça, ulaşım kolaylaştıkça Fransızlar parkur boyuna akar. Fransızların iki idolu Anquetil ve Poulidor’un, 1964’teki efsane rekabetini seyretmek için Fransız nüfusunun yüzde 40’ı kadar insan yollara yığılmıştır. Sonrası televizyon...

Bisikleti esas kitleselleştiren faktörün televizyon olduğunu yazıyor Mignot. Öyle ki ana yarışçı grubundan sıyrılan yani ‘kaçan’ yarışçıların bunu özellikle ikindi saatlerine denk getirdiğini çünkü o saatlerde televizyonun daha çok izlendiğini söylüyor. En önemli etaplar haftasonu koşuluyor. Dinlenme günü pazartesi. Sebebi hep televizyon.

Popülerliğin yükselmesiyle sporcuların aldığı ücretlerin arttığını, çoğunluk işçi sınıfından gelen, eğitimsiz, ‘proleter’ bisikletçilerin zaman içinde yüksek ücretli ve eğitimli sporculara dönüştüğünü de öğreniyoruz Mignot’dan.

Yani ‘Tur’, yıllar geçtikçe kabuk değiştiriyor, yenileniyor, adapte oluyor ve kitlelerin gönlüne girmenin bir yolunu buluyor. Bir de Türkiyeli okurla buluşmayı başarsa! Mignot’nun NotaBene Yayınları’ndan çıkan Tur açısından bir çöle benzeyen yayın dünyamıza serinlik getiriyor. Çünkü ‘Tur’u hakkınca anlamak için seyretmek yetmez, okumak da gerekir.

"Tur"u okumak için dört öneri
How I Won the Yellow Jumper: 
 İngiliz gazeteci-televizyoncu Ned Boulting, Tur’u sunarken edindiği tecrübeleri aktarıyor. İlk Tur’unu hayatında daha önce bisiklet yarışı seyretmemiş biri olarak sunan Boulting’in, zaman içinde bu işe aşık olduğunu görürken, siz de kademe kademe Tur’u öğreneceksiniz.

Merckx, Half Man Half Bike: Muhammed Ali boks için neyse, Belçikalı Eddy Merckx de Tur için o. William Fatheringham, gelmiş geçmiş en büyük bisikletçiyi anlatıyor.

Tour de France, Official 100th Anniversary Edition: Adı üstünde, 100’üncü yıl için özel kitap. Yarışın tarihine dair her detay. Koleksiyonluk. 

Bi Tur Versene: Türkiye’de ‘bisiklet’ denince ilk akla gelen isimlerden Aydan Çelik’in yazı-çizi kitabı Tur’dan kısmen bahsediyor ama bu ‘bisiklet sevdası’ da okunmadan olma

1924’e Tur’a katılan Henri ve Francis Pélissier kardeşler, gazeteci Albert Londres’ye anlatıyor:
(…) Henri: “Başlangıçtan varışa kadar nelere katlanıyoruz, bilmek ister misiniz?

Çantasından bir şişe çıkarır: “Bu, gözler için kokain, bu da diş etleri için kloroform. Bu da dizleri ısıtmak için pomat. Peki hapları görmek ister misiniz? İşte haplar, bakın.”

İkisi de üçer kutu çıkarırlar. Francis, “Kısacası,  biz bir ‘dinamitle’ yürüyoruz” der.

Sözü Henri alır: “Daha varıştaki banyoyu görmediniz. Bu seans için para ödüyoruz. Yüzümüz çamurdan temizlenince bir kefen gibi bembeyaz görünüyor, ishal bağırsaklarımızı boşalttı, suda ölecek gibi oluyoruz. Akşam odamıza girince, uyumak yerine Aziz Guy dansı yapıyoruz. Bağcıklarımıza bakın, bakırdan. Ne yapalım! Ötekiler uzun süre dayanmıyor, hemen kopuyor. Bu tabaklanmış bakırlar en azından daha dayanıklı. Derimizin ne hale geldiğini düşünün! Bisikletle inerken çoraplarımız, çamaşırlarımız parçalanıyor, üstümüzde hiçbir şey kalmıyor.”

“Ve kaslarımız” der Francis, “artık kemiklerinden ayrılıyor.”

“Ya ayak tırnaklarımız” diye ekler Henri, “Altı tırnağımı kaybettim, tırnaklarım her etapta yavaş yavaş ölüyor.”

“Ama bir yıl sonra yeniden çıkıyor” der Francis ve iki kardeş çikolatalı içeceklerin üzerinden yeniden kucaklaşırlar.”