Takvim yaprakları 29 Kasım 1998 tarihini gösterirken Hürriyet gazetesinde bir haber başlığı Türk kamuoyunda bomba etkisi yapar.

“Abdullah Öcalan’ın kalbimde özel bir yeri var.”

Haberin devamında ise yer alan ifadeler, daha da ilginç bir noktaya gelir:

‘‘Kürtler, bütün Kürtler kalbimde. Yıllardır onlar için mücadele ediyorum. Kürtler François'nın Cumhurbaşkanı olduğu dönemden bu yana, yaşamımda önemli bir yer tutuyor.”

Açıklamanın sahibi, dünya siyasetine yön veren önemli isimlerinden biri.

1981 ile 1995 yılları arasında 14 yıl Fransa Cumhurbaşkanlığı görevini yürüten François Mitterand’ın eşi Danielle Mitterand.

Bayan Mitterand açıklamasının devamında ise kocası François Mitterand’ın siyasi hayatı boyunca kendisine verilen tüm hediyeleri açık artırma ile satarak elde edilen geliri Kürt halkının mücadelesine! ve Meksika’daki gerillalara göndereceğini de ilan ediyor.

Türkiye Cumhuriyeti merhum Cumhurbaşkanlarından Turgut Özal’ın mevkidaşı François Mitterand’a hediye ettiği bir çift gümüş saç fırçasının da açık artırma ile satışa sunulan hediyeler arasında olduğu sonradan ortaya çıkıyor.

Yaklaşık 22 yıl önce medya’da yer alan Bayan Mitterand’ın görüşlerini ise Fransa’nın Suriye ve Irak’a dair resmi devlet politikasından bağımsız düşünmek ise Fransa’yı dün eksik okumaktan başka bir şey değildi.

Dün, terörist Abdullah Öcalan ve PKK terörünü masumlaştırarak Türkiye’nin AB tarafından cezalandırılması gerektiğini savunan Bayan Mitterand’ın ardılı olarak bugün Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron ise Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de sürdürdüğü hidrokarbon yataklarına dair araştırmalarının cezasız kalmaması gerektiğini açıklaması, bir rastlantıdan ibaret olarak yorumlanmamalı.

Ve bugün ise Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’u doğru okumak, Fransa’nın  Francois Mitterand zamanındaki resmi politikadan uzaklaşmadığını da tüm çıplaklığı ile gözler önüne sermekte.

Ve ne yazık ki, Fransa dün, Libya, Kuzey Irak ve Suriye özelinde bölgedeki petrol sahalarına egemen olma mücadelesinde teröre destek verme pahasına PKK ve uzantısı diğer terör örgütlerini “insan hakları ve demokrasi” gibi süslü cümlelerin arkasına saklanarak kullanırken bugün ise Doğu Akdeniz’deki hidrokarbon yataklarından pay kapma stratejisinde Kıbrıslı Rumları araç olarak kullanma oyununu sahneye koymak üzere.

Libya, Tunus ve Cezayir yanında Doğu Akdeniz özel örneğinde ise Kıbrıs, Suriye ile Irak’a dair siyasi çıkarlarının ve yakın diplomatik ilgisinin mimarı olan politikalarının karşısında ise Türkiye Cumhuriyetini bugün tek engel olarak gören ülkelerin başında ise Fransa gelmekte.

Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un diplomatik nezaket kurallarını aşan açıklamalarında rahatlıkla okunabilen Türkiye düşmanlığına doğru evrilen Türk karşıtlığının Doğu Akdeniz’deki has müttefiği ise barış görüşmelerindeki muhatabamız olan komşumuz Kıbrıslı Rumlar’dan bir başkası değil.

Bugün, Kıbrıslı Rumların yüzde 70’i Fransa’yı gerçek müttefikleri olarak görmekte.

Birleştikleri tek nokta ise; Türkiye düşmanlığından başka bir şey değil.

Fransa, bölgedeki ulusal çıkarlarını elde etme stratejisinde ise Kıbrıslı Rumları ana aktör olarak kullanma yoluna giderken Güney Kıbrıs’ı Fransız savunma sanayisi için açık pazar olarak gördüğü de diğer bir gerçek.

Politis gazetesinde yer alan yakın zamanlı bir haberde ise Kıbrıslı Rumlar’ın uzun menzilli füzeler başta olmak üzere ağır silah almak için Fransa ile 240 milyon euro’luk anlaşma imzaladığı ortaya konulmakta.

Ayrıca, Fransa’daki yerel seçimlerde ağır bir darbe alan ve sarı yeleklilerin eylemleri ile de otoritesi sarsılan ve partisinin oy kaybına uğramasının ardından Emmanuel Macron’un iç siyasete dair Türk kartını da kurnazca kullandığı ise diğer bir gerçek.

Arap Baharı projesi içerisinde de Fransa’nın rolünün ağırlığı göz ardı edilmemeli.

Dün Suriye, Kuzey Irak ve Libya’da diplomatik olarak kaybeden Fransa, bugün Doğu Akdeniz’de Kıbrıslı Rumlar üzerinden karşı hamle yapma stratejisi ile Akdeniz satrancına yeniden girmenin peşinde.

Fransa, tehlikeli bir oyunun peşinde koşarken, “barış görüşmeleri” için ayni masaya oturduğumuz Kıbrıslı Rumlar ise tehlikeli sularda yüzmekten vazgeçmiyor.

Ve Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı’nın,  Covid-19 pandemi döneminin başlangıcında Kıbrıs Rum Yönetiminin sınır kapılarını tek taraflı kapatmasının AB ruhuna aykırı olduğunu belirterek Fransa’nın Lefkoşa Büyükelçisi Isabelle Dumont’dan devreye girmesini istemesi Doğu Akdeniz satrancının Devletin tepesi ve Hükümeti ile muhalefeti ile birlikte eksik okunduğunun da bir göstergesi olmakla birlikte Fransa bugün, Libya’dan Suriye’ye ve Kıbrıs’a dair ortaya koyduğu politikalar ile AB ruhunu ulusal çıkarları için öldüren en önemli aktör olarak yoluna devam etmekte.

Tarih tekerrürden ibaret olur mu bilinmez ama bir gerçek var ki, Fransa ve Kıbrıs Rum Yönetimi bölgedeki yeni bir istikrarsızlığın mimarları olarak dünya siyasi tarihinde yerlerini şimdiden almak üzereler.

Fransa ve Kıbrıslı Rumlar bugün, Kıbrıs sorununa dair sürdürülebilir ve kalıcı bir antlaşmanın önündeki engellerden biri olarak siyasetlerini sürdürmekte.

Ve bugün, Kıbrıs sorununa dair “en iyi çözüm çözümsüzlüktür” siyasetinin bayrağı Fransa’nın elinde.