“TÜRK TARAFININ MÜLKİYETTEKİ FELSEFESİ TOPLU MAL MÜBADELESİ İLE ÖZETLENEBİLİR”

“VERİLERİN SUNULMASI VE İŞLENMESİ PROSEDÜRÜ DEVAM ETMELİ”

“ARA ANLAŞMA KABUL EDİLMESİNDEN KORKULUYORDU, GÖRÜŞ BİRLİKLERİNİ NOT ETMEDİK, BU SAYIN EROĞLU’NUN HAKLI NOKTALARINDAN BİRİDİR”

“(NÜFUS DENGESİ KONUSU) SAYIN EROĞLU’NUN ANA ARGÜMANI BUDUR: ‘SİZ KIBRISLI RUMLAR ‘GÖRÜŞ BİRLİĞİ BELGESİ’ İLE ALDIKLARINIZI CEBE KOYDUNUZ BİZ İSE VARSAYIMLAR ALDIK’... GERÇEK DE BUDUR.”

DOWNER’İN RAPORU: “BU AŞAMADA TARAFLARA SORUMLULUK YÜKLENMESİ BEKLENMEMELİ”

Rum Yönetimi Başkanı Dimitris Hristofyas’ın Kıbrıs sorunu danışmanı ve müzakere heyeti üyesi Tumazos Çelebis, müzakerelerin mart ayında sona ermeyeceğini söyledi.

Gerekli ön şartlar hâsıl olmadan çok taraflı konferans çağrılmasını zor gördüğünü belirten Çelebis, taraflar arasındaki anlaşmazlıkların daralacağına genişlediğini, BM’nin de Rum tarafının da böyle bir girişimde yer almayı reddetmesinin mümkün olduğunu bilmesinden dolayı, çok taraflı konferans çağırma konusunu bir daha düşünebileceği değerlendirmesinde bulundu.

Politis, Çelebis’le yaptığı söyleşiyi “Müzakereler Mart’tan Sonra Da Devam Edecek... Tumazos Çelebis BM’nin Çok Taraflı Konferansı Bir Daha ve Daha Akıllı Şekilde Düşündüğünü Değerlendiriyor” başlığıyla aktardı.

BM Genel Sekreteri’nin Kıbrıs Özel Danışmanı Aleksander Downer’ın müzakereleri değerlendireceği ve Kıbrıs sorununda çok taraflı konferans çağrılıp çağrılmaması konusundaki görüşünü ortaya koyacağı raporunu Ban Ki Moon’a vermesine 3 hafta gibi bir süre kaldığını hatırlatan Çelebis, “geriye kalan süre içerisinde özlü ilerleme olması çok zordur” dedi ve şöyle devam etti:

“Zannediyorum bunun nedenleri de çok iyi biliniyor, BM de bu konuda duyarlıdır. Elbette, ondan sonra ne olacağı konusunda soru işaretleri var. Bizim tutumumuz iyi biliniyor. Sorun AB Dönem Başkanlığı ise bunun esaslı bir engel olduğunu sanmıyorum. Sorun başkadır ve tamamen yeni Kıbrıs Türk liderliğiyle alakalıdır.”

Kıbrıs Türk ve Rum taraflarının son zamanlarda kamuoyu önünde birbirlerini suçladıkları hatırlatılarak bunun,  sürecin çöküşü veya bir “blame game (suçlama oyunu)” başlangıcı mı olduğu sorulduğunda, taraflar arasında böyle bir gerilim olduğunu doğrulayan ve bunun özlü bir ilerleme kaydedilmemesinden kaynaklandığına işaret eden Çelebis, devamla şunları söyledi:

“Ancak ‘blame game’ amaca ulaşma aracı değildir. İstenilen, çözüme ulaşabilmemiz için özlü müzakere yapılması yöntemlerinin bulunmasıdır. Ondan sonra bu başarılamazsa, elbette ki bu çıkmaza varmamızın nedenlerinin kaydedilmesi de önem taşır.

Böyle bir durumda elbette ki tarafların her biri kendi görüşünü ortaya koyacak. Mesele, BM’nin durumu objektif değerlendirip dobra dobra söylemesidir. Biz bunu istiyoruz. Bu durum neden oluyor? Zannediyorum cevabı BM çok iyi biliyor.”

“BU AŞAMADA TARAFLARA SORUMLULUK YÜKLENMESİ BEKLENMEMELİ”

Çelebis, çıkmaza ulaşılması nedenlerinin, Downer’ın Ban’a yönelik raporunda da kaydedilip kaydedilmeyeceği sorusuna karşılık, bu tür ifadelerin genellikle bir prosedürün sonunda yapıldığını, BM’nin, bu prosedürün verimsiz olduğu ve ilerleyemeyeceği hükmüne varması halinde, nedenlerini de kaydedebileceğini söyledi. Tumazos Çelebis “Ancak çaba prosedürün devamı yönünde ise o zaman bu aşamada sorumluluk yüklenmesini beklememeliyiz” ifadesini kullandı.

Çelebis’e, Downer’a her iki taraftan da tepkiler geldiği hatırlatılarak, Avustralyalı diplomatın Mart sonuna tarihlenen raporunun, Kıbrıs sorunundaki son icraatı mı olacağı soruldu. “Benim sezgilerime göre mart son olmayacak, prosedür devam edecek” diyen Çelebis şu izahta bulundu:

“Başkanlık seçimlerinden dolayı da prosedür bir ara uyutulacak. Ancak bazı ihtimaller olduğu sürece peşinden koşmalısın. Kıbrıs sorununun müzakerelerden başka çözüm yolu olmadığına göre, bütün olanakları tüketmeye mecbursun”

Kıbrıs sorununda çok taraflı konferans ihtimalinin uzaklaşmakta mı olduğu sorusuna “mantıklı” yanıtını veren Çelebis şu görüşleri ortaya koydu: “Bu, pek çok nedenden dolayı öncelikle BM için zor bir argümandır. Çok taraflı konferansa şartlar ve ön koşullar getiren Güvenlik Konseyi kararları vardır. Taraflar arasında, daralacağına genişleyen anlaşmazlıklar vardır. Ve BM’nin; konferansı çağırmasına karşın bizim tarafın reddiyle karşılaşması ihtimali vardır. Zannederim bütün bunlar konuyu bir daha ve daha akıllı şekilde düşünmesini (BM’nin) gündeme getirir.”

“TÜRK TARAFININ MÜLKİYETTEKİ FELSEFESİ...”

Tumazos Çelebis’e, “Bizim taraf, ‘Türk tarafı ve Kıbrıslı Türkler çözümle ilgilenmiyor’ diyor. Müzakere masasında, örneğin mülkiyette bunun somut örneği var mı?” sorusu yöneltildi. Sözlerine “Maalesef var” diyerek başlayan Çelebis, iddialarına şöyle devam etti:

“Mesela, Sayın Özersay’ın bizim gazetelerimize ve başka yayın organlarına verdiği söyleşilere bakınız. Oturup hep birlikte bir B planı düşünmemiz gerektiğini söylüyor. Bu B planıyla da, ifade etmekten kaçınmasına karşın aslında bir çeşit Tayvanlaştırmayı öneriyor. Dolayısıyla Kıbrıs Türk tarafının müzakere masasındaki tavrı nedeniyle ciddi bir şey beklemememiz gerekir. (sorunuzda) Mülkiyete değindiniz. Bu başlıkta bütün felsefeleri; toplu mal mübadelesi istedikleri şeklinde özetlenebilir.

‘VERİLERİN SUNULMASI VE İŞLENMESİ PROSEDÜRÜ DEVAM ETMELİ’

Bin bir zorluk ve zahmetten sonra bazı veriler veriyorlar. Biz de verdik. Bu veriler eksiktir, soru işaretleri yaratıyor. Ancak her halükarda verilerin sunulması ve işlenmesi prosedürünün devam etmesi gerektiğini düşünüyoruz.  Amaç olarak değil, araç olarak... Belki mülkiyetteki çıkmazı kırabiliriz. Şu ana kadar aldığımız veriler –detaya girmeyeyim- çok az mülkün iade edilebilir olduğunu gösteriyor.”

BM’nin mülkiyet konusunda, tavsiye şeklinde formül sunma niyetinde olduğu yolundaki bilgilerin buna bir çıkış yolu sağlayıp sağlayamayacağı sorusuna karşılık sözlerine “Bu tür formüller sunmaya hazırlandığı (BM’nin) yolunda bir bilgim yok” diyerek başlayan Çelebis, şunları ekledi:

“Kesin olarak söyleyebileceğim şey, 2008 itibarıyla müzakere ettiğimiz onca yıl BM’nin arabuluculuk veya hakemlik rolü almadığı, sadece iyi niyet misyonu bulunduğudur. Bu da; BM’den müzakere prosedüründe dilsiz olmasını kimsenin isteyemediği anlamına gelir. Daha önce pek çok kez olduğu gibi onlar da gelip, öneri değil ama bazı fikirler sunabilir. Ancak ayırt edici özelliği; bunların masada kalacak ve günün sonunda –benimseyin veya benimsemeyin- referanduma gidecek fikirler olmayışlarıdır. Bir tarafın ne kadar uzlaşıcı veya uzlaşmaz olduğunu değerlendirecek fikirler de değildirler.

BM uzmanlarından bazı fikirler var ve tarafların her biri bazılarını benimsemekte veya diğerlerini reddetmekte özgürdür. Derhal reddedilmeleri halinde, bir sonrakine geçiyoruz. Müzakerelerde bu oluyor, aksi olamaz. Bu hakemlikten farklı bir şeydir. BM bunu (hakemliği) gelecekte yapmayı düşünüyorsa bilemem. Hakemliğin söz konusu olamayacağını kendisi (BM) benimsiyor. Bu pratik geçmişte denendi ve başarısız oldu. Tekrarlanmasının akıllı olacağını zannetmiyorum.

Gazetenin “Bu mantıkla, ‘Kıbrıs aidiyetli diyalog veya federasyon formülü de denendi, o zaman başka çözümler ve pratiklerin denenmesi gerekir’, şeklindeki Kıbrıs Türk tezi zemin kazanıyor olabilir” şeklindeki gözlemini aktarması üzerine Çelebis, “Bu prosedürün bir noktaya kadar verimli olduğunu söylemem gerek” dedi, şöyle devam etti:

“Kıbrıs Türk liderliğindeki görev değişiminden şu ana kadarki zamanı kastediyorum. Sayın Eroğlu görevi devralmadan önce Sayın Talat’la önemli görüş birliklerine varıldığını defalarca söyledim. Elbette çok büyük ve zor yönetim başlığından söz ediyorum. Bu başlıkta nihai sona ulaşılmasına çok az kalmıştı. AB ve Ekonomi başlıklarında da... Kıbrıs Türk tarafının toprak başlığını o zaman da açmadığını, güvenlik ve garantiler başlıklarının müzakerelerde ele alınabileceğini ancak sadece uluslararası konferansta çözülebileceğini dikkate alacak olursak o zaman, pek çok ilerleme kaydetmiş olduğumuz görülür. Dolayısıyla mesele sadece prosedür değildir. Mesele, yeni Kıbrıs Türk liderliğinin, kabul etmediği önceki görüş birliklerini torpillemiş olmasıdır. Bugün karşı karşıya bulunduğumuz sorun budur. Mesela, yönetim başlığında sona yaklaşmışken şimdi tam olarak hangi noktada bulunduğumuzu ben de bilmiyorum.”

Gazetenin “Talat’tan söz ettiğinize göre... Hristofyas’la müzakerelere zamanı yetişmedi. Neden onunla varılan görüş birliklerinin ilan edilmesinden kaçındık?” sorusuna karşılık ise Tumazos Çelebis şunları söyledi:

“ARA ANLAŞMA KABUL EDİLMESİNDEN KORKULUYORDU, GÖRÜŞ BİRLİKLERİNİ NOT ETMEDİK, BU SAYIN EROĞLU’NUN HAKLI NOKTALARINDAN BİRİDİR”

“Sorunuz iki tanedir. Birincisi için şunu söylemem gerekir ki vardığımız görüş birliklerine kolay ulaşmadık. Ağır ilerledik ama yetişemedik. Bir noktaya kadar geldik. Gösterge olan bir örnekten söz ediyorum.  Yönetim başlığında, özlü mesele olarak geriye kalan tek şey dış ilişkiler idi. orada Kıbrıslı Türkler haksızdılar. Federal pratikle çatışan tezleri vardı. Ancak bu tezlerde ısrar etti. Bu nedenle de ilerleyemedik.

İkinci sorunuza, görüş birliklerinin neden not edilmediğine gelince... Öncelikle şunu söylemeliyim ki  sayın Eroğlu’nun, bu görüş birliklerinin nerede yazılı olduğu konusundaki argümanı haklı noktalarından biridir. Ancak bu, kendisiyle de aynı zorlukları yaşamadığımız anlamına gelmez. Dahası, şimdi bazı görüş birliklerini kendisi torpilledi. (Talat’la varılanlar) neden kaydedilmedi... Biliyorsunuz, Kıbrıs siyasi liderliğinde ve Ulusal Konsey’deki hâkim görüş; bazı görüş birlikleri not edilirse bunların bir ara anlaşma olacağı şeklindeydi. Elbette buna katılmıyorum, ancak hâkim görüş buydu. Bu ihtimal etkilediği için görüş birlikleri not edilmedi. Ancak başka bir şey oldu. İki lider, görüş birlikleri başarıldığında kendi başlarına açıklamakta serbest olacakları konusunda anlaştı. Sayın Talat detaylı bir basın toplantısı düzenleyerek bunu yaptı. (Talat’ın) oldukça objektif olduğunu da söylemem gerek. Söylediği her şeye katılmıyor olabiliriz ancak verdiği genel görüntü, müzakere görüntüsüydü.”

“Talat’ın o zaman söyledikleri bugün bizim uzlaşılan görüş birlikleri olarak atıfta bulunduklarımız mı ?” sorusuna karşılık da Çelebis “Evet, onlar. Anlayacağınız gibi tutanaklar da var, kaydedilmiş görüş birlikleri de... Bunların çoğu müzakereler sırasında ve çalışma gruplarının çalışması sırasında kaydedildi. Yönetim alanındaki görüş birlikleri, çalışma gruplarında vardığı noktaya kadar kaydedilmiştir. Ancak size söylediğim nedenden dolayı, varılan görüş birliklerinin tam bir listesi yoktur.”

Gazetenin “Yani bir ara anlaşma olarak nitelendirilmesi ihtimalinden korktuk ve bugün ilerlemenin tamamı elimizde kaydedilmiş değil mi?”  sorusuna karşılık “ara anlaşma olacağı görüşü vardı, bunu unutmayın” diye üsteleyen Çelebis “tehlikeli olduğundan, görüş birliklerinin not edilmemesi için büyük bir gürültü kopmuştu. Elbette bunları, olguları anlatmak için söylüyorum, bir ‘blame game’ çabam yok. Olanlar bunlardı” dedi.

Rum basınına sızan ve Türk vatandaşlarına Kıbrıs’ta 4 temel özgürlüğün tanınmasıyla ilgili belgeler hatırlatılan Çelebis’e, bu belgelerin hiçbir yerinde dörde bir oranı bulunmadığı belirtildi ve Kıbrıs Türk tarafının, böyle bir oran olmadığını söylerken haklı olup olmadığı soruldu. Tumazos Çelebis “görüş birliklerinden söz ediyoruz, Kıbrıs Rum tarafının tezinden değil” diyerek başladığı sözlerine şöyle devam etti:

DÖRDE BİR ORANI, RUM TARAFININ HEDEFLERİ...

“Kıbrıs Rum taslağında, dörde bir oranı, pek çok noktada kaydedilmiştir.  Görüş birliği belgesinde olmamasının sebebi, görüş birliği olmaması ve Kıbrıs Türk tarafının bu oranı kabul etmiyor olmasıdır. Dörde bir oranıyla ilgili meseleyi izah edebilmek için biraz geriye gitmemiz ve hedeflerimizin ne olduğuna bakmamız gerekir.

Birincisi; Kıbrıslıların temel özgürlüklerini, hiçbir sınırlama olmadan güvence altına almak istiyorduk. Piyasanın dört temel özgürlüğünü değil; uluslararası sözleşmeler çerçevesindeki 3 temel özgürlüğü (serbest dolaşım, yerleşim ve mülk edinme).

İkinci hedefimiz; Türkiye’nin muhtemel AB üyeliğinden sonra Türklerin kontrolsüz şekilde akışını engellemekti. Kıbrıs Türk tarafı, iki bölgelilik ilkesiyle çatıştığı için tam serbest yerleşim hakkımız olamayacağı gibi bazı şartlar koşmuştu. Denktaş-Makarios anlaşması da bunu söylüyor.  İkinci talepleri, Türk vatandaşlarının, Yunan vatandaşlarıyla aynı muameleye tabi tutulmasıydı. Argümanları da, bu eşit muameleyi 60 Anayasası’nın tanıdığı idi. bu durum karşısında ya arzu edileni yahut ulaşılabilir olanı tercih edecektik. Arzu edileni tercih etseydik bu bizim aleyhimize olacaktı.

Çünkü Türkiye’nin AB üyesi olması halinde –ki bunu kimse göz ardı edemez- hiçbir kısıtlama getiremeyecektik. Kısıtlama, Kıbrıs sorununun çözümüyle birlikte getirilmeliydi, aksi halde asla getirilemezdi. Bu nedenle şu öneride bulunduk: serbest yerleşim konusunda, hiçbir kısıtlama olmasın ama siyasi hakları kullanma konusunda; siyasi hakların bölgesel bazda mı toplumsal bazda mı kullanılacağı konusunda kısıtlamalar olsun. ‘Kıbrıslı Rumlar Kıbrıs Türk idaresindeki bölgenin idaresini elde edemesin’ diye bir nokta ve üzerinin bölgesel bazda kullanılmayacağını söyledik. Ve onlara; bu izahla, serbest yerleşim hakkı talebimizi reddedemeyeceklerini söyledik. Ancak onlar da Türklere eşit muamele şartını koştular. O zaman ya olumsuz yanıt verecek ve Türkiye’nin AB üyeliğinden sonra şu veya bu şekilde istediklerini alacaklardı veya gelecekte de olsun diye şimdiden bir kısıtlama önerecektik. 

Biz ikinci yolu seçtik ve Türk vatandaşlarının ülkeye girişinde sınırlama olacak dedik. Bize göre bu kısıtlama dörde bir idi. Bu, çözüm zamanı geldiğinde bizim uzlaşımız olarak görülebilecek, Türkiye’nin AB’ye üye olmasıyla da onların uzlaşısı olacak bir uzlaşıdır. Nüfus dengesinin korunması gerektiğini söylemelerine karşın somut bir oran zikredilmesini kabul etmediler. Bu nedenle biz, görüş birliği aracılığıyla; önce Yunanistan’la istişare edilmesi gerektiği veya nüfus dengesinin bozulmaması için Kıbrıs’ta kalacak ve daha sonra gelecek yerleşik sayısı üzerinde şimdiden anlaşmaya varılması gerektiği şeklinde bazı şartlar koyduk. Bugün sayın Eroğlu’nun ana argümanı da budur: ‘siz Kıbrıslı Rumlar bu görüş birliği belgesi ile aldıklarınızı cebe koydunuz biz ise varsayımlar aldık’. Gerçek de budur.”