Her an bir şiddete kurban gitme korkusu, korku filmlerinde yaşananların kişinin başına gelme ihtimali, nükleer veya biyolojik savaşın çıkabilmesi… Bunların gerçekleştiğini gören ve düşünen insanoğlu günden güne korkuyor ve karamsarlığa sürükleniyor. Böyle olunca da insanlar dünyayı tehdit edici bir yer olarak görmeye başlıyor, yaşama küsüyor. Bu durum “Dünya, kötü dünya sendromuna mı sürükleniyor?” sorusunu akıllara getiriyor.

“Kötü dünya sendromuna dünyadaki güven ortamının azalması ve dünyanın daha tehdit edici bir yer haline gelmesinin neden olduğuna dikkat çeken Üsküdar Üniversitesi Kurucu Rektörü Prof. Dr. Nevzat Tarhan bu durumun toplum ve birey psikolojisinde olumsuz sonuçlara neden olduğuna dikkat çekiyor.

Kötü dünya sendromunun empati yoksunluğunun en önemli sonuçlarından biri olduğuna vurgu yapan Prof. Dr. Nevzat Tarhan, toplumsal duyguların hasar görmesiyle bu sendromun ortaya çıktığını belirtiyor. Son dönemlerde insanların dünyayı daha tehdit edici yer olarak algılamaya başladığını, karanlık ve kötülüklerle dolu gördüğünü, bundan dolayı da gerçekte olduğundan çok daha fazla güvende hissetmeme eğiliminde olduklarının altını çizen Tarhan, sendromu şöyle tanımlıyor:

Kötü dünya sendromu nedir?

“Kötü dünya sendromu, dünyanın eskiye kıyasla daha tehdit edici bir yer olduğu algısını tanımlamak için kullanılmaktadır. Dünyanın kötüye gittiğini düşünenlerde üç türlü tepki göze çarpar: Şiddeti örnek alıp şiddet davranışını artırmak, şiddete karşı duyarsızlaşmak ve korkuya kapılıp kendilerini şiddet kurbanı gibi algılayarak kaçınma davranışı geliştirmek. Bu üç tepki türünün de sağlıklı olduğunu söylemek güçtür.”

Kötü dünya sendromunun sebep ve belirtileri

Kötü dünya sendromunun toplumun psikolojisini direkt etkilediğini vurgulayan Rektör Tarhan, sebep ve belirtileri şu şekilde açıklıyor.

“Birinci sebep, insanlık içindeki şiddetin ve cinayetlerin artmasıdır. Okullarda çocuklar arasında, toplumda şiddet artmaktadır. Okullara silah götürme, anneyi babayı öldürme gibi cinayet olayları eskiye göre toplumda hızla yaygınlaştı. Örneğin ABD'de aile içi şiddet olaylarında ciddi bir artış görülmekte ve acil servislere başvuranların neredeyse % 20'si aile içi şiddet sonucu geldiğini belirtilmektedir. Kadına ve çocuğu yönelik şiddet eğiliminde ve çocuklarda cinsel istismarda ciddi artış görülmektedir. İnsanların da güvenlik yatırımlarına eğilimleri fazlalaştı. Silah ve alarm satışları her geçen gün artmaktadır. Bütün bu olaylar güvenliğin zayıfladığını ve kötü dünya içinde bulunduğumuzu ortaya çıkarmaktadır.”

Bu gibi durumlarda insanlar üç türlü tepki verir:

Birincisi Posttravmatik Stres Bozukluğu gösterirler. Bu kişilerin korkuları artar. Bu hastalıkta kişi yaşadığı şoku, travmayı unutamaz, devamlı aklındadır. Hatta rüyasında göreceği korkusu sebebiyle uyuyamaz, uyumak istemez, gözünü kapamaktan korkar. Çünkü gözünü kapadığı an flashback tarzında o görüntüyü tekrar tekrar yaşar. Mesela deprem yaşadıysa veya tacize uğradıysa onu hatırlar, müthiş bir kriz yaşar, dehşet duygusuna kapılır. O duyguyu yaşamamak için kaçınmalar başlar.

İkinci belirtisi, bu kişilerde startel denilen hipervijilansın vardır. Gürültüye ve sese duyarlılıkları çok fazladır. Kapı çalsa fırlarlar, bir gürültü olsa sıçrarlar, kendilerini gevşetemez, rahatlayamazlar, devamlı tedirgindirler.

Üçüncü belirtisi de işlevsellikte meydana gelen bozulmadır. İş verimi, performans ve sosyal uyum bozulur. Bunlarla birlikte insanda yeti yitimi ortaya çıkar. İş verimliliğini düşürür.

Kötü dünya sendromu yaşayan kimselerde bu belirtiler ortaya çıkar ve güvende olmadığı duygusu oluşur. Girişimciliği zayıflar, savunma duygusu uyanır. 11 Eylül saldırılarında o bölgede bulunan ve etkilenen insan sayısından çok daha fazlası medya vasıtasıyla huzursuz ve güvensizlik psikolojisi içine sokuldu.

Medyanın da etkisi büyük!

Tarhan kötü dünya sendromunda medyanın da ciddi etkisi olduğunun altını çiziyor:

“Medyanın, saldırı görüntülerini devamlı vermesinin sebebi ise, bütün Amerika'da ve dünyadaki insanların o olayı yaşamış gibi algılamasıdır. Küçük bir azınlığın yaşadığı olay böylece bütün dünyada insanların kendilerinin de böyle bir şiddete mağdur ve kurban olabilecekleri duygusunu geliştirdi. Korku ve huzursuzluk giderek arttı, bunun sonucunda kaçınma davranışları ortaya çıktı. Dünya büyük ve kötü bir yer olarak görülmeye başlandı. Gerçek ve fantezi ayırt edilemez hale geldi. Meydana gelen herhangi bir tehlike, insanlarda her gün olacak duygusu yaşatmaya başladı. Bu duygu politik olarak da sürekli beslenmektedir.”