Hep var olan ancak mutasyona uğramış hali ile SARS CoV-2 adı verilen Koronavirüs’ten korunma yolları, pandeminin başından bu yana sağlık örgütleri ve doktorlar tarafından paylaşılıyor.

İlk sınavımız maske idi.

Takalım mı takmayalım mı, hangisini takalım, kaç kere kullanalım, nerede takıp nerede takmayalım derken, bir şekilde hepimizin kullandığı aksesuar haline geliverdi.

Kişiler arasında mesafeyi anlatan sosyal mesafe de hemen arkasından geldi. En az 1 (bir) metrede karar kıldık gibi görünüyor.

Temizlik derken de ellerimizi nasıl yıkamamız gerektiğini hep birlikte yeniden öğrendik.

Sonra ek tedbirleri de konuşur olduk.

Örneğin, kapalı ortamda 15 dakikadan fazla kalmanın, bulaş riskini artırdığını öğrendik.

Kapalı ortamların sık havalandırılmasının önemini yeniden kavradık.

Grip benzeri şikayetlerimiz olduğunda ya da koku ve tat kaybı hissettiğimizde PCR testini refleks olarak yapar hale geldik.

Mekan temizliklerinde de daha hassasız artık.

….

Ancak irdelenmesi gereken iki konu var ki bunlardan biri yanlış uygulanmaya devam ederken, diğerinden nedense pek de sık bahsedilmiyor.

İlki hepimizin bildiği eldiven giyme konusu.

Bunu çoğumuz gözlemliyoruz aslında.

Bazı iş yerlerinde, özellikle marketlerde, çalışanların lateks eldiven taktıklarını görüyoruz. Ellerinin temiz olduklarını düşünseler de pek de öyle olamıyor. Zira, asıl dikkat edilmesi gereken konu eldivenlerin içindeki ellerin temiz olması değil, temas eden ellerin temizliğidir.

Saatlerce takılan eldivenler virüsten korunmaktan çok, virüsün bir yerden bir yere taşınmasını kolaylaştırabiliyor.

Geçenlerde gittiğim bir restoranda, tam beş tane doğum günü kutlaması vardı.

Pastalar sırayla masalara dağıtıldı. Garsonlar, masalardaki kirlenmiş servisleri topladı. Yine aynı garsonda masalara ‘’temiz’’ servisleri dağıttı. Bu döngü gece boyu devam etti!

Özellikle takip ettim. Tüm bunlar aynı eldivenle yapıldı!

İdeali, riskli temas durumları hariç, eldivenlerin ya hiç takılmaması ya da temas değişikliklerinde sürekli değiştirilmesi.

Belki de en ideali, elin sürekli yıkanarak doğal temizliğinin sağlanması.

….

Gelelim ikinci ve bence en önemli konulardan birisine.

Burun ve sinüs temizliği konusu.

Bu konuyu sürekli atlıyoruz.

Dünya atlıyor.

Maske takarak, çoğu burnumuzdan gelen havayı filtre ettiğimizi düşünüyoruz.

Belki de yanılıyoruz, bilemeyiz.

Zira, asıl filtremiz burnumuzdur.

Burun etlerimiz kıvrımlıdır. Mukoza dediğimiz parlak koruyucu yüzeyle kaplıdır. Dahası, burnumuza sinüs dediğimiz, burun çevresindeki bopluklar açılır. Nefes alırken soluduğumuz hava burnumuzdan içeri girdiğinde sinüslerimizde de dolaşır. Burun ve sinüslerde hava temizlenir, mikroplar buralardaki mukoza tabakasına yapışır. Solunumla aldığımız hava, buralarda nemlendirilir, ısıtılır ve akciğerlerimizin kullanabileceği hale getirilir.

İşte bu mekanizmanın sağlıklı işlemeye devam edebilmesi için, burun ve sinüslerimizi  temizlememiz gerekir.

Benim çevremdekilere önerdiğim ve kendimin de yaptığı, sabah kalktıktan sonra, öğleyin mesai arasında ve akşam da eve gittiğimde (belki bir de yatarken) burnuma su çekip ‘’köklü’’ temizlik yapmaktır.

Virüslerin burun ve sinüslerde çoğalarak boğaz ve akciğerlerimize inebileceği de zaten bilimsel bir gerçektir.

Bu sayede üst hava yollarımızın açık kalmasına katkıda bulunarak olası bir virüs yükünü de azaltmış oluruz.

Özellikle burun eti, burun kemiği eğriliği, kronik sinüziti, alerjik rinit gibi durumları olan kişilerin bu temizliğe daha dikkat etmesi de gerekir.

Virüsten korunabilmek için bilimsel uyarıları dikkate almamız önemlidir.

Ancak, gerçek anlamda korunmanın, bilimsel de olsa önerileri ezbere yapmaktan  öte bilinçli uygulamaktan geçtiğini de unutmamamız gerekiyor.

İletişim: 0542-8529899