‘’Biz bu eylemleri halk sağlığı için yaptık. Kişilerin Anayasal hakkı olan sağlık hakkı için yaptık.’’

Bu cümleyi, Sayın Tıp-İş Başkanı geçtiğimiz gün BRT’ye katıldığı programda sarf etti.

Hızını alamadı, Bulaşıcı Hastalıklar Komitesi’nin çalışma usülleri konusundaki hassasiyetlerini dile getirdi. Herşey kanununa kitabına uygun olmalıydı.

Pardon ama, yasalar ve usüller Tıp-İş’inyeni mi aklına geldi?

Halkın cebinden kesilen sağlık kesintilerinin karşılığını, yine devletten ve devletin doktorlarından sağlık hizmeti olarak almak da Anayasal hakları değil miydi?

Kamuda ikinci iş yasağını da bilmiyor muydu Sayın Tıp-İş başkanı?

Halkın Anayasal hakkı olan sağlık hakkını, özel hastanelere ve kliniklerine hastaları yönlendirmekle gasp ettiklerinin bilincinde değil miydi?

Devlet hastanesinde 2,5-3 saatlik mesailerin ardından, isimsiz, tabelasız, pos makinasız, faturasız, makbuzsuz, reçete koçansız, hastalarından sadece nakit para alarak, reçete niyetine uyduruk kağıt parçalarına ilaç isimleri yazarak doktorluk yapmanın özgürlüğünü yaşarken, devletin yasaları aklında değil miydi bu COVID-19 cengaverlerinin?

Eylemlerin halk sağlığı için yapıldığı söyleniyor üstelik!

Ancak gelin görün ki, eylemler halka sağlık hizmeti verilmeyerek, adeta halk cezalandırılarak yapılıyor!

Hal böyle olunca da, Tıp-İş’in her dönemde işine geldiği gibi davrandığı bir kez daha ispatlanmış olunuyor.

Sayın Tıp- İş başkanı:‘’Dünya Sağlık Örgütü’nün ve dünya bilim otoritelerinin önerdiği kriterler doğrultusunda ülkemizin sağlık sisteminin yapısını hazırlamamız gerekir.’’ diye sözlerin devam etti.

Kusura bakmasın ama, Dünya Sağlık Örgütü, Koronavirüs pandemisinden sonra kurulmadı!

Bilim otoriteleri de sadece Koronavirüs pandemisinde görüşlerini dile getirmedi.

Aynı örgüt, aynı otoriteler, halka verilecek sağlık hizmetlerinin kamu ve özel ayaklarının nasıl olması gerektiği, hasta kayıtlarının, tıbbi istatistiklerin nasıl işlenmeleri gerektiğini de yıllarca önerdiler.

Tıp-İş nedense bunları yıllarca görmezlikten geldi!

Ama gelin görün ki, Tıp-İş’in egosu yüksek zihniyeti, bu sağlık otoritelerinin önerilerini dile getirmeyi şimdi aklına getirdi.

Ülkemizde sağlıkta otomasyona geçişi, pasif direnişleri ile sabote eden de Tıp-İş’in aynı zihniyeti idi! Sağlıkta otomasyon demek, kamu hekimlerinin baktığı hasta sayısının, yaptığı ameliyat sayısının, sarf ettiği tıbbi malzeme ve ilaç sayısının da isim isim, işlem işlem kayıt altına alınması demekti! Allah korusun! Böyle bir kayıt sistemi, mevcut sağlık sisteminin kokuşmuşluğundan yararlanmanın da sonu demekti!

Sağlıkta otomasyon demek, devletin kendi doktorunu adım adım izlemesi demekti! Olamazdı, olmadı da!

Değerli okurlar;

Tıp-İş, Koronavirüs ile mücadele konusunda halkımıza gerekli bilgilendirmeleri yapıyor. Bu ayrı bir konu. Görevlerini yapıyor ve yapmak zorunda.

Diğer taraftan, sütten çıkmış ak kaşık gibi davranması biraz sırıtıyor.

Devletin sağlık sistemini pandemiye hazırlaması gerektiğini sürekli dile getirirken, devletin sağlık sistemini böylesine keşmekeş hale getiren süreçte de en önemli aktör olduğunu yüzüne taktığı maskenin arkasına saklamaya çalışıyor.

Bir hekim örgütüne hiç yakışmıyor.

Eleştiri yapılsın elbette.

Önerilerde de bulunulsun.

Ama lütfen Tıp-İşdönüp bir de geçmişe baksın.

Bugüne kadar sağlık sistemini düzeltmeye çalışan hükümetleretaktığı çelmeleri düşünsün.

Düşünsün de işine geldiği gibi konuşmasın.

Devletin pandemi alt yapısı dört dörtlük olsa da, Tıp-İş’in bu zihniyeti ile ve kamu hekimlerinin mevcut işleyiş şekilleri ile, bir arpa boyu yol gidilmeyeceği de akıllarımızdan çıkmasın!

Dr. H. İlker İpekdal

İletişim: 0542-8529899