‘Tekirdağ rakı fabrikasına zamanında yeni bir müdür atanmış. Müdür daha fabrikaya gelmeden, ne kadar suratsız bir adam olduğuna dair söylentiler ulaşmış. Herkes yeni müdürün ne kadar geçimsiz, ne kadar sinirli bir adam olduğunu konuşur olmuş.

Müdür gelince, tüm yönetim takımını toplanmış fabrikayı gezmeye başlamış. Müdür gezerken tek bir laf bile etmemiş. Ama asık olan suratı asıldıkça asılmış. Böylece söylentilerin doğru olduğu anlaşılmış.

Gezinin sonunda yeni yetme bir mühendis:

-Beğendiniz mi efendim? diye sorma gafletinde bulunmuş.

Müdür sert bir bakış atıp:

-Ben bu fabrikanın nesini beğeneyim? diye kükremiş.

Mühendis iki büklüm olmuş, sorduğuna soracağına pişman, sinmiş bir köşeye. Müdür buna daha da sinirlenmiş. Yanında artık varil mi, paket mi ne varsa tekme atıp devirmiş. Herkes korkmuş şaşırmış, kimseden ses çıkmamış.

Neyse ki müdür yardımcıları aklı selim adamlarmış. Ertesi gün kendi aralarında toplanıp “Fabrikayı nasıl düzeltiriz” diye plan yapmaya başlamışlar. Gördükleri her eksiği tamamlamışlar. Birkaç ay içerisinde fabrikayı iki katı verimli bir şekilde çalışır hale getirmişler. Sonunda müdürün yanına çıkıp “Gelin fabrikayı bir daha gezelim” demişler. Bu sefer tüm birimler çok düzgün çalışıyor, hiç bir yerde sorun yok. Herkes pür dikkat görev başında.

Ama yeni müdür rahat durmamış. Paketleme yapılan alana gelince durmuş. Paketlerden birini açıp, içinden bir rakı şişesi çıkarmış. Kapağını açıp koklamış, koklayınca yüzünü ekşitip, rakıyı yere dökmeye başlamış.

Tüm amirler, ustabaşları, işçiler şok!

-Efendim neyi beğenmediniz? diye soracak olmuşlar.

-Bu rakının beğenilecek nesi var? diye kükremiş müdür.

Herkes sus pus.

Ertesi gün yine tüm fabrika panik. Müdür yardımcıları yine toplanmış, çağırmışlar usta başlarını sormuşlar “Rakıyı nasıl iyileştiririz?” diye.

Biri demiş “Şebeke suyu kullanmayalım. Kloru fazla.”

Öbürü demiş “Anasonu çok keskin.”

Bir başkası demiş “Yaş üzüm kullanalım.”

Aylar boyu uğraşıp rakıyı yenilemişler. Yine müdürü alıp tekrar fabrikayı gezdirip yaptıkları yeniliklerden bahsetmişler. Paketleme yapılan yere gelince durup, bir rakı açıp ikram etmişler. Müdür durmuş. Önce şişeyi alıp evirip çevirmiş. Sonra sunulan bardağı alıp biraz içmiş. Tabi o içerken herkes pür dikkat bakıyor, ne diyeceğini merak ediyormuş. Sonunda yine yapacağını yapmış “Bu rakının nesi güzel?” diye bağırıp, elindeki şişeyi yere boşaltmaya başlamış.

Birden yaşlı bir ustabaşı dayanamayıp “Döktürmem ben sana rakımı” diye atlamış.

Müdürün elinden kapmış şişeyi.

Herkes şaşkın bakarken “Ne demek nesi güzel. Sen rakıdan anlamıyor musun?” diye bağırmış.

Etraftakiler bir yandan “Ne yapsak yaranamıyoruz” diye ustabaşına hak veriyorlar, öte yandan müdür kızacak diye korkuyorlarmış.

Müdür ustabaşına bakmış. Herkes bağırıp çağırmasını beklerken o sakin sakin

“Ben rakıdan anlamam.” demiş.

“Ben insandan anlarım. Yaptığınız işi o kadar kötüledim, şimdiye kadar içinizden biri çıkıp sahiplenmedi. Demek ki aslında kimse ortaya çıkan işi savunacak kadar beğenmiyordu. Ama şimdi bu şişeyi çocuğunmuş gibi sahiplendin.” demiş.’

İşte Tekirdağ Rakısının sırrı o şişeyi sahiplenip, içindekini efsane haline getirmesini bilenlerdedir.

Bazıları Cumhuriyet’i anlamayıp özümsememiş olabilir, nimetlerini yerden yere vurabilir.

Cumhuriyet’i yeniden efsane haline getirmek, bilmeyenlere öğretmek, ancak ve ancak, Cumhuriyet’i gerçekten sahiplenen ustabaşılar sayesinde mümkün olacaktır…

KUTLU OLSUN !

H. İlker İpekdal