Gazetelerin manşetlerinde ve üçüncü sayfalarında adli olayların yer almadığı bir gün geçmiyor.

Ve toplumun huzurunu bozan, toplumsal bellekte yer eden adli olaylar, toplumsal kaos ve cinnete doğru evrilmekte.

Toplumsal ve bireysel güvenlik duygusu günden güne erimekte.

Kimileri adli olaylar üzerinden bilindik siyasetler ve küçük hesaplar peşinde koşarken, artan adli olaylara dair yorumlarımız, toplum olarak iki yüzlülüğümüzü de gözler önüne seriyor.

Yeter ki adli olayların faili Kıbrıslı Türk olmasın.

Hemen bilindik koro başlıyor söylemeye, klavye muhalefeti başlıyor eleştirileri sıralamaya şayet fail Kıbrıslı Türk ise körler sağırlar birbirini ağırlar misali herkes sus pus oluyor, derin bir sessizliğe bürünüyor.

Ancak başka acı bir gerçek var ki, son dönemlerde artan adli olaylar, toplumsal huzuru kaçırma yanında bireysel özgürlüğü ve huzuru da tehdit eden bir boyuta doğru gitmekte.

Kamu vicdanını derinden etkilemeye başlayan ve toplumsal barışı da bozacak bir noktaya doğru gitmekte olan adli olaylardaki artış, tehlike çanlarının yakın olduğunun da bir göstergesi aslında.

Adli olaylar veya en basit ifadesi ile suç oranların artması dünyanın gelişmiş, gelişmekte olan ve az gelişmiş ülkelerinin tümünde, değişen şekilleri ve farklı yoğunluğu ile varlığını sürdürmekte.

Adli olayların artışı ve önüne geçilememesi bireysel temelde açıklanmaktan çok öte bir derinliğe sahip bir olgu.

Toplumdan topluma, hatta toplumu oluşturan çeşitli kesimler arasında bile farklılık gösteren ve suç sosyolojisinin de ana ilgi alanı olan, adli olayları değerlendirirken toplumu tehdit eden suç ve suç çeşitlerine geniş bir pencereden bakabilmek, adli olayların minimize edilmesinin tek yolu olarak karşımızda durmakta.

Ve bu noktada, devlet politikaları ve devletin ilgili kurumlarının koordinasyon içerisinde çalışması, adli olaylar ve suç ile mücadelede en etkili yöntem olarak toplum ve kişi güvenliği korumak adına uygulanmakta.

Adli olayların temelinde, ekonomik sorunlar, yasaların yetersizliğinden ve güncellenememesinden kaynaklanan caydırıcı cezaların uygulanamaması, otorite boşluğu, adalete olan güven eksikliğinden dolayı bireysel adalet bulma çabaları, kültür çatışmaları yer almakla birlikte toplum tarafından dışlanan ve yaşam hakkı verilmeyen kişi ve/veya sosyal grupların intikam duygusu ile hareket etmeleri de adli olayların sosyolojik derinliğini gözler önüne sermekte.

Ve bugün, Devleti yönetme erkini elinde tutan Hükümetler, adli olayların artışı noktasında önleyici ve caydırıcı önlemler temelinde bir devlet politikası oluşturma iradesini ortya koymaktan ne yazık ki uzak bir görüntü içerisindeler.

Devletlerin asli görevlerinden biri , yurttaşların ve halkın güven içerisinde yaşamalarını sağlama ve toplumsal huzur ile güvenlik duygusunu zedeleyecek, toplumsal barışı tehdit eden suçları caydırıcı cezalar ile engelleme değil midir?

Bir diğeri, adli olayların artmasına doğrudan etki eden, ekonomik sorunların toplumu olumsuz etkileyecek noktaya gelmesinin önüne geçmek, istikrarsız ve yaşam standartının dövize endeksli olduğu ekonomik yapıyı istikrarlı noktaya taşımak adına bir kalkınma programını hayata geçirmek değil midir?

Çok kültürlü bir yapı barındıran toplum içerisinde toplumsal barışı zedeleyecek ön yargıları ortadan kaldırmak için eğitim sistemlerini ülke ve çağın gereklerine göre şekllendirmek de Devletlerin görevi değil midir?

Benzer örnekleri çoğaltmak daha da mümkün ancak sıralanan görevleri de Devlet adına yerine getirecek ve uygulacak olanın ise Hükümetler olduğunu unutmamak gerek.

Devletin başı olarak Başbakanlığın, hiçbir politikacı ve siyasetçinin görev almayacağı ancak uzmanların, sosyologların, sosyal psikologların, psikologların, eğitim uzmanları ile pedagogların, güvenlik uzmanları ile hukukçuların görüşleri ile adli olayların sonuçlarının irdeleneceği bir komiteyi, toplumsal barışı ve toplum güvenliği ile kişi güvenliği korumak adına oluşturması Kıbrıs Türk’üne karşı bir ödevdir.

Ve kamu vicdanını derinden sarsan ve toplumsal barışı tehdit eder boyuta gelen adli olayların artmasını engelleyecek adımları da hiç vakit kaybetmeden atmak, UBP-HP hükümetinin, kimimizin vatan, kimimizin memleket dediği bu topraklara karşı bir sorumluluktur.

Suç, suçtur çünkü suçun, dili, dini, vatanı, sağı, solu, politikası ve mezhebi yoktur.

Kıbrıs Türk’ünün de gidecek başka bir vatanı.