Avrupa Birliği bir devlet değildir.

AB ülkelerinden oluşan vatandaşlarının ve Avrupa’nın yaşam standartlarını iyileştirmek, daha iyi bir Avrupa kurmak için oluşturulmuş bir birliktir.

AB’nin zaman zaman bürokrasisi, ekonomide yaşanan bazı sıkıntıları ve uzlaşmazlıklarıyla gündeme geldiği bilinen bir gerçektir.

Elbette AB her şey değildir ancak bugüne kadar ortaya konan en önemli barış ve refah projelerinden biridir.

Bugün tek para birimi(Euro) ile sermayenin, hizmetlerin ve malların serbest dolaştığı beş yüz milyonluk bir birlikten söz ediyoruz.

Avrupa Birliği üyeliği sayesinde bugün ülkeler, tek başlarına elde edemeyecekleri gücü ‘egemenliklerini bir araya getirerek’ karar alma yetkilerinin bir kısmını Avrupa Birliği düzeyinde hep beraber oluşturdukları ortak kurullara devretmek sureti ile çok daha güçlü pozisyondadırlar.

Bu kısa bilgiyi verdikten sonra AB ile KKTC ilişkilerini daha rahat irdeleyebiliriz.

Avrupa Birliği’nin çeşitli kurumları ve Avrupa’da faaliyet gösteren STÖ’lerle diyaloğu olan biriyim.

Yıllardan beri Brüksel’e gerçekleştirmiş olduğumuz ziyaretleri Kıbrıslı Türklerin yaşamış olduğu sorunları aktarmak ve AB ile ilişkileri ileriye taşıyabilmek için bir sistematik ve uluslararası standartlarda lobicilik faaliyetleri ile yürütüyoruz.

Brüksel’de bulunduğumuz zamanlarda Avrupa Parlamentosu’nda Avrupa Komisyonu’nda ve düşünce kuruluşlarında toplantılar gerçekleştirmekteyiz.

Orada diyaloğumuz olan Avrupa Parlamentosu Temsilcileri, bürokratlar ve sivil toplum örgütlerinin adaya gerçekleştirdiği ziyaretlerinde de sık sık bir araya gelen ve görüş alış verişinde bulunan bir poziyondayız.

25 Mayıs tarihinde gerçekleştirilen Avrupa Parlamentosu seçimlerinden sonra özellikle Kıbrıslı Türklerin Avrupa Birliği ile ilişkileri üzerine çeşitli kaynaklardan haberler çıkmakta ve değerlendirmeler yapılmaktadır.

Ben 25 Mayıs sürecinin Kıbrıslı Türkler açısından bir çözüme kadar her şeyin sonu olduğu düşüncesine katılmıyorum.

Geçmişte çok büyük hatalar yapılmıştır.

Annan Planı sonrası adada bir çözüm planına referandumda ‘Evet’ vermemizin yarattığı moral üstünlüğünü kullanamadık.

Dünyanın Kıbrıs’a ilgisinin en üst düzeyde olduğu ve uluslararası toplumun Kıbrıslı Türklere karşı (Rumların hayır oyuna karşı AB ‘ye katlımı) bir şeyler yapmak zorunda hissettikleri bir dönemdi.

O dönemde Brüksel’de bulunan KKTC Temsilciliğinin güçlendirilmesi hayati önem taşımaktaydı.

Kaynak yok ve/veya para yok gibi mazeretlerin arkasına saklanmadan kapasitenin artırılması gerekirdi ama ne yazık yapılmadı.

Yani AB’nin başkenti, merkezi Brüksel’de toplam üç diplomat ile temsil edildik.

Lobicilik faaliyetlerinin artırılması ve sivil toplum kuruluşları vasıtası ile Dünya’ya açılacak kapıların zorlanması gerekirdi.

Üstelik bunun bir sistematik içerisinde oturtulması şarttı.

Defalarca bunu her kademedeki yetkililere aktarmama ve somut projeler sunmama rağmen bunlar yapılmadı.

Bugün Brüksel’de binlerce lobi kuruluşu vardır.

Onca tanınır durumda güçlü ülkelerin ve şirketlerin lobicilik faaliyetlerine destek olmalarının mutlak getirisini bir türlü kavrayamadık.

Öte yandan zaten AB üyesi Rumlar bizim yapmadıklarımızı ve/veya yapamadıklarımızı Brüksel’de bulunan yüzlerce diplomatları ve her ziyaretimizde karşılaştığımız sivil toplum örgütlerinin lobi faaliyetleri ile yaptı.

Zamanla elimizdeki moral üstünlüğünü ‘adada bir çözüm için çaba gösteriyoruz’ şeklinde yaklaşımlar ve Yunanistan’ın yardımı ile buharlaştırmayı başarmışlardır.

Avrupa Birliği’nde Kıbrıs’la ilgili gerçekler bilinmiyor.

Avrupa Birliği’nde Kıbrıslı Türklere karşı ön yargılı kesimler yok mu?

Elbette var ancak açık fikirli ve tarafsız olanların sayısı da az değil.

Çeşitli defalar arkadaşlarımla beraber görüştüğüm üst kademelerdeki AB yetkililerinin ‘biz bunları bilmiyorduk, bilseydik farklı davranırdık, hükümetiniz nerde’ gibi cümlelerine şahit olduk.

Görüştüğümüz hatırı sayılır oranda AB yetkilisinin yüz yüze bizlere söylediklerini geride bıraktığımız beş yıllık süre içerisinde takip etme fırsatı buldum.

Buraya gelip bizleri ziyaret ettiklerini ve pek çok alanda orada Kıbrıslı Türklere karşı yaratılan statükoyu zorladıkları gördüm.

Avrupa Birliği ile ilişkiler strateji, sistematik ve orkestra şeklinde olmalıdır.

25 Mayısta gerçekleşen Avrupa Parlamentosu seçimleri ile beraber özellikle aşırı sağın ve sosyalistlerin yükselişlerini Kıbrıslı Türklerin AB ile ilişkilerini olumsuz yönde etkileyeceğine yönelik değerlendirmelere katılmıyorum.

Dünya döndüğü müddetçe sosyal ve siyasal konulardaki devinim devam edecektir.

Her türlü konuda olduğu gibi Avrupa Birliği vizyonu ve ilişkilerine yönelik bir stratejinin oluşturulması şarttır.

En başta Brüksel’deki temsilciliğimizin güçlendirilmesi ve lobicilik faaliyetlerine başlamamız şarttır.

KKTC’de faaliyet gösteren siyasal partiler AB genelinde interaktif ilişkiler kurmalı ve Avrupa’daki aynı siyasal çizgideki partilerle ortak çalışmalarda yer almalıdır.

Sivil toplum örgütleri Dünyaya açılan birer kapıdır ve bu bağlamda kendi uzmanlık alanlarında katılacakları her türlü etkinliğin sesimizin duyulmasında faydası vardır.

Bu örneklere yenileri eklenerek çoğaltılabilir fakat belli bir stratejimizin olması ve bunu bir sistematik içinde yürütmemiz sanırım olmazsa olmazdır.

Son olarak Avrupa Kömür ve Çelik Birliği başta Fransa ve Batı Almanya olmak üzere üyeleri arasında

o dönemin en önemli sanayi hammaddeleri olan kömür ve çelikten doğabilecek herhangi bir uyuşmazlığın önlenmesi ve buna bağlı olarak olası bir savaşın engellenmesi amacıyla kurularak bugünkü Avrupa Birliğinin temelini oluşturmuştur.

Kim bilir belki Kıbrıs’ın etrafında bulunan doğal zenginlikler de adada bir çözümün bulunmasına neden olur.