Bu işin şakası yok.

Kovid-19 salgını kontrolden çıkmak üzere olmasının olası sonuçlarını önemsemiyoruz ve göremiyoruz.

Ve salgının bir illet haline gelmesinin tek nedeni ise sadece ve sadece Biz’iz.

Kuralları uymuyor, uymamakta diretiyoruz.

Vaka sayılarının anlattığı tek şey var aslında.

Hiç vakit kaybetmeden kısmi değil tam kapanmaya gidilmeli.

Sokakta ve trafikteki kalabalıklar korkutuyor.

Sağlık Bakanlığı Müsteşarının “Girne çıkışında araç yoğunluğunu görünce ürktüm” yorumu manidar olmaktan çok, acı gerçeği yüzümüze vuran ve aslında bizi nelerin beklediğini de öngören acı bir itiraftan çok fazlası aslında.

Kaymakamlıklar ve Polis merkezlerinde izin kuyrukları aşı kuyruklarının önüne geçmiş durumda.

Hal böyle olunca da vakalar azalmak yerine tetikleniyor.

Kurallara uymayanlara karşı yaptırım yok.

Denetim var mı ki yaptırım olsun, ayrı mesele.

Ve ne acıdır ki, ağlanacak halimize gülmekten öte övünüyoruz denetimsizliğin yarattığı zavallı halimiz ve kelle koltukta yaşama tarzımız ile.

Kuralları ve yasaları uygulamak yerine sulandırmak ve yerine getirmemek, toplumsal kurumların en çok da siyaset kurumunun karakteri olmuş.

Kovid-19 ile mücadelenin “imam-cemaat” paradoksu çerçevesinde sürmesinden başarı beklemek ise vurdumduymazlığın daniskası ve bananeciliğin ta kendisi.

Göz göre göre, bile bile denetim ve yaptırım alanında bırakılan boşluk, toplum sağlığını birinci dereceden tehdit eder boyutta.

Ve denetim açmazı ile yaptırım çıkmazı arasına sıkışıp kalan Kuzey Kıbrıs, kaderine terk edilmişliğin kıyısında.

Kamusal fayda ve toplumsal çıkarın savunulmasının suç muamelesi gördüğü bir ülke, Kuzey Kıbrıs.

Varsa yoksa bireysel çıkarlar.

Ve bireysel çıkarların şekillendirdiği bir siyaset kurumunun da ana karakteri doğal olarak denetim zafiyeti ve yaptırım noksanlığı.

Hükümet kanadından girilen yeni süreç ile ilgili denetleme konusunda herhangi bir açıklama yok.

Sert tedbirler alınması hususunda tüm kesimler sağır sultanı oynuyor.

Ne de olsa bir sonraki seçim kapılar çalınacak, oy dilenilecek.

Nasıl olsa toplumsal hafıza bugünleri unutacak diye düşünerek de kendinizi bir kez daha kandırıyorsunuz.

Bu sefer kazın ayağı öyle olmayacak, ey Efendiler.

Artan ve kontrolden çıkmak üzere olan vakalardan tek kazançlı çıkan ise Devlet hazinesinin akıtıldığı “karantina otellerinden” başkası değil.

Maliye para peşinde koşarken ve toplum sağlığı ile ekonomik örgütler arasında sıkışıp kalmışken “karantina otellerine” akıtılan paranın da artık yeni bir statükoya dönmesini izliyoruz.

Ev karantinasına geçmeye cesareti olmayan Hükümetler denetim ve yaptırım zaafiyetinin faturasını kamu maliyesine keserken Devletin paraları da birilerinin cebine gidiyor.

İlk şok içerisinde işlevsel olan “karantina otelleri” artık sorgulanması gereken bir noktada.

Artık ev karantinası modelini uygulamaya koyma cesaretini ortaya koymalı, UBP-YDP-DP Hükümeti.

Birinci adım olarak da “karantina otellerine” bugüne kadar ne kadar ödendiğini açıklamalı, Hükümet.

Karantina otelleri ile yaratılan statüko’ya son vererek ve denetim ile yaptırım zaafiyetinden vazgeçerek Devlet hazinesini korumak adına ev karantinası sistemini hayata geçirmek zorunda, UBP-YDP-DP Hükümeti.

Birinci şikayet edenler onlar ! olsa da Kovid-19 sürecinin tek kazananı “karantina otellerinden” bir başkası değil.

Yanı başımızda başarılı bir şekilde “ev karantinasını” uygulayan anavatan Türkiye’yi rol model almak bu kadar zor olmamalı eğer statükoya dur demek istiyorsak.

Ve yaşanan tüm çarpıklığın ortaya koyduğu tek bir şey var ;

Hükümet, hem toplum sağlığı hem de Devlet hazinesini korumak adına sert tedbirleri almaya yönelik cesur adımları atmak zorunda.

Tam kapanma ve ev karantinası ile işe başlamalı Ersan Saner Hükümeti.