Prof. Dr. Yoldaşcan, diyabetin kandaki şeker düzeyini dengeleyen insülin hormonunun eksikliği durumunda ya da yeterince salgılanmasına rağmen hormonun vücutta kullanılamaması sonucu oluşan kronik bir metabolizma bozukluğu olduğunu söyleyerek, yüksek kan şekeri düzeyi ile seyrettiğini, zamanla kalbe, kan damarlarına, gözlere, böbreklere ve sinirlere ciddi zararlar verdiğini de vurguladı.

En sık görülen diyabet türünün Tip 2 erişkin tip diyabet olduğunu aktaran Yoldaşcan, genellikle yetişkinlerde vücudun insüline dirençli hale geldiğinde veya yeterince insülin yapmadığında ortaya çıktığını dile getirdi.

Prof. Dr. Yoldaşcan, Tip 1 diyabetin daha genç yaşlarda, vücutta insülin yapım eksikliği olması durumunda ortaya çıktığını aktararak, bu nedenle tedavilerin farklı olduğunu aktardı.

Her iki diyabet türünün de damarlarda hasarı yaptığını kaydeden Yoldaşcan, komplikasyonların önüne geçilmesinde tedavi uyumu ve kan şekerinin çok iyi kontrol edilmesi gerektiğini belirtti.

Prof. Dr. Yoldaşcan, Tip 1 diyabette, genetik yatkınlıktan daha çok söz edilirken, erişkin tipi diyabette birinci derece yakınlarında diyabet öyküsü, kalp-damar hastalığı öyküsü, fazla kilolu olma, yüksek tansiyon, 4 kilonun üzerinde bebek doğurma ve gebelikte diyabet tanısı konulanlar, fiziksel aktivitesi az olanların riskli grubu oluşturduklarını söyledi.

Hastalara düzenli olarak kilo kontrolü, kan basıncı ve kan şekeri takibi yapılması tavsiyesinde bulunan Yoldaşcan, “Genel vücut temizliği, ağız ve diş sağlığı, cilt bakımı, ayak bakımı, önerilen aşıların yapılması yanı sıra sigara ve alkol kullanılmaması önemlidir” dedi.

Prof. Dr. Yoldaşcan, beslenme ilkelerinin göz önünde bulundurulması gerektiğini kaydederek, “Kana çabuk karışan gıdaların alımı kadar uzun süre açlık da tehlikelidir. Günlük enerjinin %55-60’ı karbonhidratlardan, %12-15’i proteinlerden ve %25-30’u yağlardan sağlanmalı, günlük posalı gıda tüketimine dikkat edilmelidir” şeklinde konuştu.