PCR testlerinde başından beridir bir tuhaflık, bir organizasyon bozukluğu hep oldu.

Pandeminin ilk haftalarında, PCR testi için tek merkez olarak Dr. Burhan Nalbantoğlu Devlet Hastanesi Genetik Laboratuvarı adres gösteriliyor ve bunun böyle olması için de ısrarcı olunuyordu. O günlerde, günlük yapılan test sayısı 100’ü geçmiyordu.

Test ihtiyacı arttıkça, PCR test kitleri ile ilgili tartışmalar başlayınca, bazı doktorlar ve halkımız seslerini yükseltince, bu merkeze bir de Gazimağusa Devlet Hastanesi eklendi.

Sağlık Bakanı Sayın Pilli, PCR testlerinin devlet merkezli yapılması için elinden geleni yaptı, yayımladığı genelge ile, başta üniversite hastaneleri olmak üzere tüm özel laboratuvarların PCR testi yapmasına adeta yasak koydu!

Zamanla sınır kapılarının, hava ve deniz girişlerinin açılması ile birlikte, PCR testlerine olan ihtiyaç da arttı.

Yine bazı doktorların ve halkın sesi yükseldi!

Sağlık Bakanlığı geri adım attı ve PCR testlerinin özel laboratuvarlarda da yapılmasına izin verdi.

Zaten vermek de zorundaydı. Zira, devletin günde 3 bine yakın test yapacak kapasitesi yoktu!

Hatta, bu kapasite azlığından uçuşların sayısı bile etkilendi!

Şimdiki geldiğimiz duruma bakacak olursak, PCR testleri yapan merkezlerin sayısı bu sefer 10’u geçti.

Bu çok güzel bir gelişme. Çünkü, üniversite öğrencilerinin girişleri başladığında test sonuçlarının hızlı verilmesi önemli. Diğer taraftan, sadece bu sene değil, gelecek sene de PCR testlerine şimdikinden daha fazla ihtiyacımız olacak. Diğer nedenli girişlerin de artması ile birlikte, belki de hali hazırdaki bu merkezler de yeterli olmayacak. Dolayısıyla test merkezlerinin sayılarının artırılması önemli.

PCR testlerinin sayısının artırılarak, sonuçlarının kısa sürede verilmesi önemli iken, çok daha önemli dört konu ise gözden kaçırılmamalıdır.

İlki: PCR testlerinin bizzat kendisi. Yani, hangi test kitlerinin kullanılacağı merkezlerin inisiyatifine bırakılmaksızın, Sağlık Bakanlığı’nın sıkı kontrolünde olmalıdır. Çünkü kit alımlarında ciddi çıkar hesapları dönüyor.

İkincisi: Testlerin yapılacakları laboratuvarların izinleri ve özellikle örnek alımlarının hangi koşullarda yapıldığı ve örneklerin saklanılıp imhalarının nasıl yapıldıkları sıkı denetlenmelidir. Görüyoruz ki son günlerde, konteyneri hastanenin yıkılan duvarına monte ederek PCR Test Merkezi açtıklarını iddia eden özel bir hastane bile oldu!

Üçüncüsü: PCR testlerinin açıklanması konusu. Gerek seçimle ilişkili, gerekse başka nedenli, PCR testlerinin pozitiften negatife veya negatiften pozitife MANÜPLE EDİLMESİ gibi hoş olmayan ve kamu sağlığını tehdit edebilecek olayların yaşanmaması için gerekli MERKEZİ SONUÇ KAYIT TAKİP SİSTEMİ mutlaka kurulmalıdır. İmza yetkileri, sonuçların raporlanması sıkı denetim altında olmalıdır. Her laboratuvarın kendi sonuçlarını açıklaması da mutlaka belli kurallarla disiplin altına alınması gerekir. Aksi durumda, önümüzdeki dönemde çok sayıda test raporu skandallarını görmeye başlayacağız!

Dördüncüsü: PCR testlerinin kimlere yapılacağı konusu, yani filyasyon konusu. Bu hala kapalı kutudur. Filyasyon sisteminin başında olması gereken meslektaşlarımdan çok, kendisini bu işe adamış ve bunu hırsa dönüştürmüş bir başka sağlık çalışanının adı ve etkinliği çok teleffuz ediliyor. Böylesine kritik konunun, birkaç kişinin istek ve yetkisine bırakılmaması, sessiz kalan Bulaşıcı Hastalıklar Üst Komitesi’nin de konuyla ilgili sessizliğini bozarak devreye girmesi ve Sağlık Bakanlığı ile iş birliği yapması gerekir.

Sağlık Bakanlığı, Koronavirüs ile ilgili teknik mücadeleyi, sanki salt PCR Testi yapmaya indirgemiş gibi.

Bu durum, hem Sağlık Bakanlığı’nın hem de PCR Test piyasasını yeni kazanç kapısı haline getirmiş ve adeta gecekondu mantığıyla faaliyete geçirilen laboratuvarların ve bazı hekimlerin işine geliyor!

Şu an buz dağının üzerini görebildiğimiz PCR Test kargaşasının altındaki potansiyel skandalları, yaşamadan önce engelleyebilmek adına, Sağlık Bakanlığı’nın derhal harekete geçmesi gerekiyor.

İletişim: 0542-8529899