İlk COVID-19 vakasından itibaren, Sağlık Bakanlığı’nın testler konusunda çok da istikrarlı bir çizgi sergileyemedi.

Testlerin sadece Dr. Burhan Nalbantoğlu Devlet Hastanesi Genetik Laboratuvarında yapılıyor olması, vakaların hızlı tespit edilmesinin önünde önemli engel teşkil etti.

Bunun ceremesini ise hepimiz çektik. Küçücük bir nüfusa sahip olmamıza rağmen gereğinden fazla evlerimizde kaldık, işlerimizden olduk.

Bunu Sayın Sağlık Bakanı toplumun önünde de itiraf edercesine söyledi aslında.

Test sayısını artırırsa pozitif vakalara rastlanılma olasılığının artacağını, bunların karantinaya alınma ve gerekirse tedavi verilme yükünün altından kalkılamayacağını ima etti.

Test sayısının artırılamamasının bir nedeni de, testlere ulaşma güçlüğü idi. Bunun nedeni, bazılarının iddia ettiği gibi, dünyada artan talepten ötürü testlere ulaşma zorluğu değil, elimizdeki maddi kaynakların tek bir elden organize edilememesi idi. Devletin olanakları, bağışlar, Avrupa Birliği’nden ve Türkiye’den gelen testlerin organizasyonunda çok başlılık yaşandı.

Neticede yeteri kadar test yapılamadı.

Test kitleri azaldıkça, yapılan testler de azaldı, günlük test sayısı 48’e kadar düştü.

Son gelen kitlerle, geçtiğimiz gün yine 500’lü rakamlara ulaşıldı. Belli ki bir yerlerden test temin edilmişti!

Gelelim, COVID-19 tedavisine.

Bu da siyasi malzeme yapıldı.

Sayın Cumhurbaşkanı’mızdan iş insanlarına kadar, bu konuya el atmayan kalmadı.

Gazimağusa’daki göz göre göre doktorlar eliyle yapılan ilaç stoğu bile örtbas edildi!

Sayın Sağlık Bakanı ise, COVID-19 tedavisi konusunu derleyip toparlama tasasına düşmedi bile.

Günü kurtardı ve bugünlere geldi.

Son günlerde Sayın Sağlık Bakanı rahatlamış olsa da huzursuz.

Bunu yakın çevresi de biliyor.

Huzursuz, çünkü açılım rahatsız ediyor.

İkinci bir dalganın gelmesinden korkuyor.

Bu sefer işinin çok daha zor olacağını çok iyi biliyor.

Zira halkımız, kapanmanın karşılığında görmeyi beklediği sağlık alt yapısı hazırlıklarını yeterli bulmuyor. Sağlık altyapımıza hala güvenmiyor.

Sayın Sağlık Bakanı’nın, inatmış gibi algılanan tavırlarını gözden geçirmesinde fayda olacak.

Kapalı, dar çevresinden biraz açılmasında, diğer meslektaşlarının da fikirlerine kulak vermesinde fayda olacak.

Türkiye’nin tecrübelerinden ve yol göstermelerinden faydalanmanın yollarını aramalı.

Hiçbir desteğini esirgemeyen Türkiye ile, bu sefer daha sistemli bir şekilde, ‘’olası ikinci dalgaya’’ hazırlık yapmasında fayda var.

Türkiye ile aynı testleri, aynı sistemle kullanmalı. Yani COVID-19 testleri konusunda Türkiye ile entegre olmalı.

Diğer taraftan, Türkiye’nin COVID-19 ile ilgili tedavi tecrübelerinin diğer ülkeler tarafından olumlu eleştiriler aldığı biliniyor. Özellikle, COVID-19 hastalığını geçirerek bağışıklık kazanmış bireylerden elde edilen plazma ile diğer hastaların tedavisi, bu tedaviler arasında ön plana çıkanlardan biri.

Sayın Sağlık Bakanı fazla vakit kaybetmeden, gerekli olması durumunda, ülkemizde de bu plazmaların kullanılabilmesi ile ilgili plan ve programını Türkiye ile birlikte yapmalıdır.

Peki neden Türkiye?

Çünkü, istesek de istemesek de,önümüzdeki uzun dönemler boyunca Türkiye, öğrenci, işçi, turistik ve ticari geliş gidişlerin en yoğun yaşanacağı ülke olacak.

O zaman da KKTC ve Türkiye’nin COVID-19 ile mücadelelerinde yolları gittikçe kesişecek.

Bu kesişmede KKTC Sağlık Bakanlığı’nın izleyeceği en akıllıca yol, COVID-19 testleri ve tedavileri konusunda Türkiye ile aynı sistemi ve protokolü uygulamak olmalıdır.

Bunun haricindeki yaklaşımlar, biraz macera, biraz da politika kokacaktır.

Dr. H. İlker İpekdal

İletişim: 0542-8529899