Bir yanda Yunanistan diğer yanda Kıbrıs Cumhuriyetini 1963 yılından beridir işgal eden Kıbrıslı Rumlar.

“Uluslar arası politikada ezeli dost ve düşmanlık yoktur” ilkesini tarihleri boyunca uygulamaktan aciz iki ülke.

Türkiye ve Kıbrıslı Türklere karşı besledikleri düşmanlık, akıl ve vicdanlarını esir alırken Doğu Akdeniz’deki istikrarsızlığın ve Kıbrıs’taki çözümsüzlüğün de temelini oluşturduğunu görmemekte ısrar ediyor, Ege ve Akdeniz’in şımarık çocukları.

Yunan tarihi boyunca hep saldıran taraf kendileri olmasına rağmen ihtiyaç duyduklarında da her şeye rağmen anavatan Türkiye’den hep yardım gördüklerini kabul etmekten kaçıyorlar.

Tarihsel ego ve ulusal komplekslerinin ürünü duygusallıkları ile ülke siyasetlerine yön vermekten de nedense vazgeçmiyorlar, vazgeçemiyorlar.

Bugünün Yunanistan Başbakanı Kiriakos Mitçotakis’i henüz 1 yaşındayken kendisini ve tüm ailesini Yunan cuntasının elinden ve ölümden kurtararak önce Türkiye’ye getiren sonra da Paris’e sağ salim gitmelerini sağlayanın Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve dönemin Türk Dışişleri Bakanı İhsan Sabri Çağlayangil olduğunu kimse bilmez.

Çünkü çatışma ve anlaşmazlıkları olmasına rağmen Türk Devleti, Ege’nin diğer yakasındaki komşusunun vicdanını kör eden ulusal gururunu yaralamak istemez.

Peki, küçük Mitçotakis ve ailesinin Paris’teki sürgün yılları ne zaman sona erdi dersiniz?

1974 yılının 20 Temmuz sonrası…

Ayni Yunan Cuntasının, Kıbrıs’ta gerçekleştirdiği darbe ve işgal girişimine karşı Türkiye Cumhuriyetinin Garanti anlaşmalarından doğan uluslar arası haklarını kullanarak gerçekleştirdiği 20 Temmuz 1974 Mutlu Barış Harekatı sonrası Yunanistan’da Cuntanın yıkılmasının ardından, demokrasinin yeniden ülkeye egemen olması ile o yıllarda 6 yaşında olan Kiriakos Mitçotakis ile birlikte binlerce Yunanlının da sürgün yıllarının sona ermesini siyasi propaganda aracı olarak kullanmayı da Devlet onuruna yakıştırmaz, anavatan Türkiye.

Biz Kıbrıslı Türklerin bayramı ve kurtuluş günü olan 20 Temmuz 1974, küçük Mitçotakis’in anayurdu Yunanistan’a dönmesini sağlayan Bayram tadında yeni bir dönemi de, demokrasiye yeniden kavuşan Yunanistan’ın tüm çocukları için doğurmasının vicdani rahatlığı ile de yoluna devam etti, anavatan Türkiye.

Üstelik Ege’nin güney yakasına ve Kıbrıs’ın güneyine tarihi hatırlatmayı siyasi bir propaganda aracı olarak kullanmadan.

Ve elbette geçmişte yaşananlardan dolayı Yunan Başbakanı ve halkının ulusal çıkarlarından vazgeçmelerini beklemek benzer bir duygusallığa esir olmak demektir.

Ve yine benzer bir duygusallık ile tarih tekerrürden ibarettir sözü üzerinden savaş çığırtkanlığı yapmakta sığ düşüncelere Devlet aklını tutsak etmektir.

Fakat bir gerçek var ki, Ege ve Akdeniz şımarık çocukları bugün anavatan Türkiye ve Kıbrıslı Türklerin sabrını sınamakta.

Sanki Doğu Akdeniz’deki Anadolu Türkleri ve Kıbrıslı Türklerin de hakkı olan hidrokarbon yataklarını tek taraflı işgal etmek amacı ile krizin başlatan ilk NAVTEX’i kendileri ilan etmemiş gibi.

Sanki anavatan Türkiye durup dururken Doğu Akdeniz’deki haklarımızı koruma amacı ile kararlılık göstermeye başlamış gibi.

Ve sanki Doğu Akdeniz’de çok uluslu bir bataklığın içerisine Türkiye’yi çekme oyunları üzerinden iç politikada Türk düşmanlığı üzerinden oy artırma stratejisi güden kendileri değilmiş gibi.

Ve bugün Doğu Akdeniz ve Kıbrıs’ta yaşananlar, dünya siyasi ve uluslar arası diplomasi tarihine geçecek ders niteliğinde olgular ile dopdolu.

Yunanistan ve Kıbrıs Rum Yönetimi, doğal kaynakların adil paylaşılmaması üzerinden ve çatışmalardan çıkar sağlama stratejisi gütmesinin tüm bölgeyi felakete sürüklediğinin farkında olmasına rağmen tehlikeli oyununu sürdürmekte.

Beyrut limanında yaşanan patlamanın Türkiye ve Lübnan arasında imzalanması kararlaştırılan deniz yetki sahası anlaşmasının öncesinde gerçekleştiğine dair iddiaları da uluslararası aktörlerce oynanan ve Kıbrıslı Rumların figüran olmaktan haz duyduğu oyunun bir parçası olarak değerlendirmek ise felaketin habercisi niteliğinde.

Yunanistan ve Kıbrıslı Rumların, Akdeniz ile Ege’deki Türk haklarının karşısında ordularını ve donanmalarını teyakkuza geçirerek sürdürdükleri siyasi şovdan vazgeçmemeleri ise istikrarsızlığı ve çözümsüzlüğü daha da derinleştiren bir zihniyetin ürününden başka bir şey değil.

Yunan ve Kıbrıs Rum halkı anlamalı ki, kendi siyasetçilerinin anavatan Türkiye ve Kıbrıslı Türklerin sabrını zorlayan politik oyunlarının getirisi ise sadece ve sadece yeni bir felakete neden olur.

Ve Yunan ve Kıbrıs Rum halkı bilmeli ki, anavatan Türkiye ile Kıbrıslı Türkler ezeli düşmanları değil...