Kıbrıs Türk’ü uygarlık tarihinin en çilekeş ve en zor zamanları bin bir bedel ödeyerek geride bırakmayı başarmış ender toplumlardan biri.

Her dönemi mücadele içerisinde geçmiş.

Hala daha da geçiyor.

Ne yazık ki.

Çağın siyasetinin gerekliliğinden kiralanmış, politikanın fahişeliğinden el konulmuş, soykırımlara uğramış, vatan dediği topraklarda tutunmak için bir gün bile pişmanlık duymadan can vermiş.

Ve yine gerekse gözünü kırpmadan canını vermeye hazır vaziyette mücadelesini sürdürmekte.

Ve zaman zaman isyan etse de, bugünleri yaşamak için mi bin bir bedel ödendi diye sitem etse de, Kıbrıs Türk’ü hiçbir zaman vatan topraklarına ihanet etmedi, ihanet içerisinde olmadı.

2000 yılından bugüne geçen sürede Kıbrıs Türk’üne yaşatılanlar ihanet değil de nedir?

Son 20 yıl, Kıbrıs Türk’ünün siyaset kurumunun seçilmişler ve atanmışların ihanetini yaşadığı zamanlar olarak tarihte yerini aldı.

Ve son 20 yılda siyaset kurumunu esir alan ciddiyetsizlik, ilkesizlik, bananecilik ve kısırlık, bugünlerde en üst noktasına ulaşarak Kıbrıs Türk’üne adı konmamış bir zulüm yaşatmakta ve yeni bir mücadeleye çağırmakta.

Ve artık zaman öyle bir zaman ki, siyaset kurumunun ciddiyete davet edilmesi ile de istikrarın geleceği bir hayal.

Ülkenin geçtiği böylesi zor bir dönemde, Hükümeti ve muhalefeti ile birlikte tüm siyaset kurumuna önemli görevler ve sorumluluklar düşmekte.

Parti ve parti içerisindeki kişisel çıkarlarına sahip çıkan bir siyaset kurumu günden güne ülke ve Kıbrıs Türk’ünün sorunlarından uzaklaşmakta.

Daha da kötüsü, ülke sorunlarına yabancılaşmakta, Hükümeti ve muhalefeti ile siyaset kurumunun öznesi olan tüm seçilmişler ve atanmışlar.

Olağanüstü zamanlardan geçen ülke için, koalisyon hükümeti ortakları UBP ve HP birbirlerini Hükümeti bozmakla sürekli tehdit etmekten ve muhalefet de oynanan komedyaya seyirci kalarak oy devşirmek için pusuda olmaktan başka ne yaptı?

Koskocaman bir hiç.

Siyasal akıl’da en az yer bulan ülke sorunları.

Cumhurbaşkanlığı seçimleri ve sonrasındaki siyasi dengeler ve iç hesaplaşmalar ise siyasal aklı işgal etmiş.

Devlet ve makamları ise seçilmişler ve atanmışlar tarafından işgal edilmiş.

Ülke sorunlarına yabancılaşan bir siyaset kurumu ile mücadele etmekte Kıbrıs Türk’ü.

Ne Hükümetinin ne de muhalefetine böylesi bir başıbozukluk ve ciddiyetsizlik için oy vermiş olan tek bir Kıbrıslı Türk yok.

Ve ülke sorunlarına yabancılaşma ve sorunlara dair bir vurdumduymazlık içerisinde olma hakkını da kendisinde hiçbir Hükümet ve muhalefet göremez, görmemeli.

Özellikle de, Covid-19 pandemi sonrası olağanüstü dönemde Hükümet de olan UBP-HP koalisyonu.

Kıbrıs Türk’ü sessiz bir çığlık ile haykırmakta.

Siyasetin çirkin yüzünü görmekten bıktık diye.

Bahaneler ile ülke sorunlarına çözüm bulmamanızdan usandık diye.

Aranızdaki kavga ve siyasi çekişmelerden iğrendik diye.

Ülke sorunlarına çare bulmada beceriksizliğiniz ve eylemsizliğinizi izlemeye devam ettikçe vatan topraklarına olan inancımız her gün biraz daha erozyona uğramakta diye.

Ve Barış Harekatı olmasaydı ve bugün Kıbrıs Türkleri kendi Devletleri altında değil de azınlık olarak Rum egemenliğindeki Kıbrıs Cumhuriyeti çatısı altında yaşasaydı, Kıbrıs Türk’ü Rum’lardan ancak bu kadar zulüm görürdü.

Bin bir bedel ödenerek kurulan bir Devlet’in nasıl içten içe sona doğru sürüklendiğini izlerken, her gün kahrolan bir toplum olarak yeni bir mücadeleye hazırlanmak mecburiyetinde, Kıbrıs Türk’ü.

Son 20 yılın ey seçilmişleri, Hükümetleri ve muhalefetleri ile birlikte ey siyasetin değişmeyen yüzleri ve politik statükonun mimarları, sanmayın ki Kıbrıs Türk’ü tüm yaşattıklarınızın hesabını sormayacak.

Bekleyin genel seçimleri.

Kıbrıs Türk’ü “sizlerle” mücadelesinden de kazanarak çıkacaktır, çıkmalıdır.

Çünkü başka bir Kıbrıs olmadığı gibi, gidecek başka bir ülkemiz de yok.