Kısır ve yapıcı olmayan tartışmalar Kıbrıs Türk toplumunun kaderi olmamalı artık.

Özellikle de topluma ve toplumsal kurumlara yön vermesi gereken kanaat önderleri tarafından toplumsal barışa atılan bir dinamit misali olanlar.

Ekonomiye yön veren kesimlerin de artık “hep bana hep ben” misyonunu terk ederek “hep birlikte daha iyiye” misyonu ile hareket etmesi gerek.

Artan Kovid-19 vakalarının de nedenlerinden biri, böylesi bir zihniyet ve “hep bana hep ben” zihniyetine karşı elini masaya vurma cesareti gösteremeyen İktidarlar olduğunu söylemek de ne iddialı olur ne de insafsızlık.

Ancak bir gerçek daha var ki yüzleşme cesaretini göstermek zorundayız.

Devlet ve özel sektörde maaşlı çalışanlar arasındaki gelir seviyesi ve yaşam standart’ına dair uçurum hızla büyümekte.

Toplumu oluşturan kesimler/sınıflar arasındaki olası çatışma riskini tehlike boyutuna taşımaya gebe tüm yaşananlar ve kısır tartışmalar.

Ve tüm yaşananların gölgesine saklanan ve kimseciklerin de görmediği veya görmek istemediği büyük bir çelişki ise etkisini artırarak büyümeye devam ediyor.

Devlet ekonomik olarak zayıflarken devlet çalışanı refah olarak büyümekte ve özel sektörde ise “patronlar”ın servetleri büyürken çalışanların refah seviyesi ve kazançları zayıflamakta.

Devletin misyon ve vizyonunun sonunu hazırlamakta olan böylesi bir yaman çelişkiye “toplumsal seferberlik” adı altında hemen son vermek zorundayız.

Elbette hiçbir kesimi hedef yapmadan ve kimseyi de kimse ile karşı karşıya getirmeden yani “işin kolayına kaçmadan”.

Ve görev, İktidarlar ile ekonomi kurumuna yön veren kanaat önderlerine düşmekte.

Yapılacak her açıklama ve ortaya konulacak her eylem böylesi hassas bir dönemde “kırk defa düşünülmeden” yapılmamalı.

Tüm kesimler, ne servet düşmanlığı ne de emek hırsızlığı yapmamalı.

“Ayni gemide olduğumuzu” da unutmamalı tüm kesimler.

Memur düşmanlığı üzerinden “hak aramanın” ise kimseye fayda sağlamayacağını görememek ise en basit ifadesi ile fildişi kulede yaşamak ve toplumunu sevmemek değil midir?

Sermaye sınıfının vatanını ve toplumunu sevmeme seçeneği yoktur ve de olamaz, olmamalı.

Çünkü servetlerinin nedeni bu topraklar ve bu toprakları vatan bilmiş toplumun tüm kesimlerini meydana getiren bireylerinden başkası değildir.

Ve elbette ortaya koyduğumuz gerçekleri “servet ve sermaye düşmanlığı” olarak algılamak ise yine en basit ifadesi ile sığ düşünmek ve böylesi bir dönemde toplumsal sorumluluktan kaçmaktan başka bir şey olmaz.

Ve üzerinde tartışılması ve Devlet ciddiyeti ile durulması gereken diğer bir gerçek ise vergi sistemindeki adaletsiz yanlar ve statüko doğuran eksikliklerin giderilmesi gerekliliği.

Devletin ve sosyal adaletin güçlenerek “adil” bir yaşam için böylesi bir misyonu ortaya koymak zorunda, İktidarlar.

Ve siyaset kurumunun aktörlerinin de “oy” uğruna kapadıkları gözlerini, kulaklarını ve en önemlisi de vicdanlarını açmasının zamanı geldi artık.

Devlet ekonomik olarak zayıflarken devlet çalışanı refah olarak büyümekte ve özel sektörde ise “patronlar”ın servetleri büyürken çalışanların refah seviyesi ve kazançlarının zayıflamakta olduğu gerçeği ile mücadeleyi başlatma görevi ise iktidarda olmaları hasebiyle UBP-YDP-DP Hükümetinde.

Memur ve kamu çalışanı düşmanlığı üzerinden “hak arama”nın kimseye faydası olmaz.

Ancak adil ve gerçek bir vergi sistemi ile önce Devlet sonra insan kurtulur.