Medya neden bu hallere düştü?

Başbakan Yardımcısı, Ekonomi ve Enerji Bakanı Erhan Arıklı ile Kıbrıs Medya Grubu Kurucu Başkan Yardımcısı Nur Nadir’in farklı zamanlarda basın mensuplarına yönelik çıkışları yeni bir tartışmayı eski usuller ile yine ülke gündemine oturttu.

Sol partiler her iki olayı da “ülkede basın özgürlüğü yok!” noktasına taşıyarak toplumu kısır tartışmalar üzerinden bölüp safları sıkıştırma stratejisini – ne de olsa yakında erken seçim olasılığı var – sahneye koyarken sağ partiler ise başını kuma gömerek geleneğini yine bozmadı.

Başbakan Yardımcısı, Ekonomi ve Enerji Bakanı Erhan Arıklı ile Kıbrıs Medya Grubu Kurucu Başkan Yardımcısı Nur Nadir’in ortaya koydukları tepkinin dilinin de üslubunun da kabul edilir hiçbir yanı yok.

Temsil ettikleri makamlar da düşünüldüğünde tek kelime ile her ikisine de yakışmayan, yersiz ve hadsizliğin daniskası olan her iki olayın ardından medyanın da artık bazı şeyleri daha şeffaf ve daha objektif ortaya koyması gerekli.

Lafı uzatıp eğip bükmeden söylüyoruz, medya artık tam bağımsız olmalı.

Tam bağımsız partiler üstü – parti gazeteleri hariç elbette – bir medya’yı var edememenin getirileri bugün tüm yaşananlar.

Ülke basını, Kıbrıs sorununun çözümüne ilişkin ideolojik görüş farklılıkları temelinde kavramlar ve yakıştırmalar üzerinden kamplara bölünmesinin ayıbını bugün hala ortadan kaldıracak bir olgunluktan uzak.

Basın örgütlerinin birbirlerine alternatif güç merkezleri olarak varlığını sürdürmesi bile medyanın sağlam temeller üzerinde yükselmediğinin bir göstergesi.

Ülke basını, “medyanın amacı veya gazetecinin görevi nedir?” sorusunun cevabının ne olduğu noktasında bile uzlaşmaktan uzak bugün.

Daha açık soracak olursak, medyanın amacı veya gazetecinin görevi herhangi bir görüş için kamuoyu oluşturmak değilse ülke basını toplumsal fayda ve kamu çıkarına hizmet etmek için çeşitli görüşlerin bir arada ve özgürce tartışabilecekleri meşru bir tartışma alanı yaratmada ne kadar istekli veya başarılı?

Peki, yaşanan ve kitlesel protestolara dönüşen tepkilerin haklılığı bir yana medya kendi özeleştirisini yapabilme olgunluğunu ne zaman ortaya koyacak?

Sermaye ve patronaj sisteminin kollarının medyayı esir almasının kaçınılmaz sonuçlarından biri değil midir yaşananlar?

Siyaset kurumuna yön veren seçilmişlerin ise medyaya egemen olan çarpık ilişkilerin yerleşmesindeki payı var elbette ancak tüm bunlara “dur” demek istemeyen basın mensuplarının hiç mi “çorbada tuzu yok”?

Kısa süre önce ısmarlama haberler ile saldırı altına alınan kişi ve makamların bir süre sonra yine ayni kalemlerce gökyüzüne çıkarılması ise çarpıklığın kanıtlarından sadece biri.

Medyanın  siyasetçiyi, siyasetçinin de medyayı kullandığı karşılıklı bir çıkar statükosu inşa etmek, Kıbrıs Türk basınının boynuna geçirilen ip misali varlığını sürdürmekte.

Ülke basının hiç vakit kaybetmeden bulması gereken cevaplar var.

Demoklesin kılıcı olmak ya da altın kafesteki bülbül olmak arasında doğru olanı seçmek zorunda, ülke basını.

Ve elbette, yaşanan her iki olayın da ne savunulacak ne de alkışlanacak bir yanı var.

Sol parti ve sendikalarında yaklaşan olası bir erken seçim için tüm yaşananları farklı bir noktaya götürmesinin de ne anlaşılacak ne de kabul edilebilecek bir yanı var.

Ve tüm yaşananlar “bir musibet bin nasihatten iyidir”den öte ülke medyasının iç yapısını da tüm basın mensuplarının yüzüne bir kez daha çarptı aslında.

Kabul etmek istemezsek de “KRAL ÇIPLAK.”