Akşam'dan Sibel Ateş Yengin'in söyleşisi..

BAYRAM YERLERİ OLURDU

Çocukluğumda bayram yerleri olurdu. Atlıkarınca, kayık salıncak yerleri vardı. Öyle şimdiki gibi büyük lunaparklar yoktu. Koço arabaları, grapon kâğıtlarıyla süslenmiş faytonlar vardı. Bahşişler demir paraydı. Mendil verilirdi. Tatlı ikram edilirdi. Çikolata ikramı pek yoktu çünkü pahalıydı. Yüz gram kahve için kuyruk beklenirdi. Bu yokluklarla büyüdük ama küçük mutluluklar yaşardık. Sümerbank ’tan aldığımız kumaşlarla babam bayramlıklarımı dikerdi. Bir tek ayakkabı alınırdı. Kapalıçarşı ’da Mahmutpaşa ’ya girmeden Çukur Muhallebici ’nin yanındaki en iyi ayakkabıcıdan alırdık. Singer marka dikiş makinesiyle annem gömleğimi dikerdi. Bayramda seyranda insanlar birbirlerini ziyaret ederdi ve muhakkak iade-i ziyaret olurdu. El öpülürdü. Kurbanımızı keserdik. Babamın dükkânı yıkılınca borç harç kurban kesemedik.

BİRBİRİMİZE DÜRÜST DAVRANALIM

Eski bayramlardaki gibi çocuklarla bir araya çok gelemiyoruz. Karavanda kalıyorsak onlar gelir, onlar başka bir yerdeyse telefonla bayramlaşırız. Müsaitsek görüşürüz, kimse kimseyi ayıplamaz. Rum, Ermeni, Kürt, Türk, Çerkez, Laz diye ayırmadan bu çok büyük arazide iyi geçinelim. Ülkeler de birbiriyle iyi geçinsin. Başka ülkelere de yardım edelim. Aç kimse kalmasın bu ülkede. Birbirimize karşı dürüst davranalım.

ÖLÜYE AĞLAR DİRİYE SEVİNİRDİK

Çocukluğumuzda konfeksiyon iç çamaşırı da satılmazdı. Çoraplarımız beş şişle örülürdü. Temiz giyilirdi. Elbiselerimizi kirletmemeye çalışırdık çünkü çamaşır makinemiz de yoktu. Çamaşır sodası, Öküzbaş marka çivit alınırdı çamaşırları beyazlatmak için. Buzdolabı sonradan girdi hayatımıza. Talaşlara sarılmış buzlar alınır evde yıkanırdı. Yemek günlük yapılırdı. Değişik yemekler olursa tencerenin ağzı hamurla sarılır, zembille kuyuya sarkıtılırdı. Herkes birbirinin ölüsüne ağlar, dirisine sevinirdi. Sevinç de keder de paylaşılırdı. Komşuluk ilişkileri çok güzeldi. Mahalle kavgaları olmazdı.

CAMİAMIZDA BOL DEDİKODU OLUR

Oyunculuktan başka bir hobim yok. Bir oltam var balık tutarım. At yarışım, meyhanem, barım, kahvem yok. Kitaplarım, gezilerim, deniz kenarım, hobilerim, müziğim var. Çok arkadaşım yok. Meslektaşlarımla birbirimize fazla gidip gelmeyiz. Çünkü bir araya geldik mi birbirimizi tetikleriz, bol dedikodu olur. Benim de ağzımın endazesi yok. Bildiğim doğruları söylerim o da zülfüyare dokunur. Kifayetsiz muhterisleri saymaya başlarım “Şu kötü, bu iyi” derim, ayıp olur. Ortada bir emek vardır, neticede emeğe saygı duymak lazım. Ama bu işi yapmak için iyi insan olmak yetmez. Anneannem de çok iyi bir insandı ama hiçbir zaman ekrana çıkmayı, tiyatro yapmayı düşünmedi. Bazı insanlar cahil cesaretiyle ortaya çıkıp “Ben de yaparım bu işi” diyor ya çok sinirleniyorum. Benim 50. senem. Şehir Tiyatroları ’nın 100. yılı ve hâlâ bir şeyler öğrenmeye çalışıyorum.

EŞİM SETE GELDİ!

‘Dullar Pansiyonu ’ diye bir dizi çekiyorduk 15 sene önce. Senaryo geç geliyordu. Gündüzü boş geçirip akşamüstü başlıyorduk çekime. Geç saatlere kadar sürüyordu. Adet haline gelmişti her gece sabahlıyorduk. Eve geliyorum herkes uyuyor, ben yatıyorum onlar uyanıyor. Birbirimizle konuşamaz, görüşemez hale gelmiştik. Buzdolabına notlar yapıştırarak anlaşmaya başlamıştık. Bir gün hanım “Bırak bu işi. Şehir Tiyatrosu ’ndan maaşın var” dedi. Evet, tiyatrodan para geliyordu ama ancak ekmeğe yetiyordu. O zaman evimiz de yok. Annemlere de yardım ediyorduk. Neyse eşim bir gün sabah sete geldi. Yapımcımıza “Özür dilerim ama bu iş hep sabaha kadar sürüyor. Bize Zihni Göktay lazım” dedi. Ben de sütçü Recep diye birini oynuyorum. “Onu köyüne yollayın da oynamasın artık” dedi. Ayrılmadım ama işler düzene girdi. Akşam bitirmeye başladık.

37 YILLIK EVLİLİK

Eşim kıskanmazdı. Ekmek parası için koşturduğumu bilirdi. 37 senedir süren bir evliliğimiz var. O itimadı yaratmışız birbirimizde. Her kadın gibi etrafla fazla samimi olmamı istemez. Zaten ben de o konuda dikkatli davranırım hassasiyetini bilirim. Sevinç Hanım anlayışlı, hoş görülüdür. Camiamızı çok iyi tanır. Samimiyet vardır ama laubalilik yoktur. İçtenliğimizi bilir. Bu samimiyeti istismar edecek arkadaşım çok azdır. Zaten onlar benden uzak dururlar, tanırlar beni.

ANNEM HAZIRCEVAPTI

Anneannem, annem hazır cevap biriydi. Babam deyimlerle, atasözleriyle çok haşır neşirdi. Tiyatroyu çok severdi. Bana da mani olmayıp teşvik eden babamdır. Kendisi zanaatkârdır, terziydi. Gençliğinde tiyatro yapmış. Klasik İspanyol gitar çalardı. Sanatla çok iç içe büyümüş gençliğinde. Zaten Paris ’ten diplomalı bir terziydi. Menderes zamanında babamın iki kere dükkânı yıkıldı. II. Dünya Savaşı ’nın getirdiği yokluk, sıkıntı vardı. Malının kıymetini bilen, mütevazı bir ailede büyüdüm.

OKULDA ÇİÇEK GİBİYDİM

Okulda çiçek gibiydim. Herkes gıpta ederdi. Başarılı değildim. Lise eğitiminin yersiz olduğuna inanırdım. Tiyatrocu olmaya karar vermiştim zaten. Mercidabık Savaşı ’nın tarihini bilmiyorum. Solucanın kesitini tahtaya çizemiyorum diye sınıfta kalmama bir türlü aklım ermezdi. Hayatım boyunca atmacanın kafatası bana lazım olmayacaktı. İte kaka liseyi bitirdim. Sınavda boş kâğıt verirdim ama kopya çekmezdim. Çünkü bana kopya çekmenin bir arkadaşın cebinden para çalmakla eş değer olduğunu söylediler. “Bilmiyorsan boş kâğıt ver ama namusunla ver” diye öğretmişlerdi. Bir gün olsun imtihan korkusundan okuldan kaçmadım. İmkânım olduğu halde yapmadım. Aklımın erdiği kadar derslerimi çalıştım. Kimsenin silgisine, kalemine tenezzül etmedim. Hep yedeğim olurdu. Sefer tasıma yemeğimi koyar giderdim. O zaman kolonyalı mendiller yoktu ıslak bezim her daim yanımda olurdu.

KONFEKSİYON EVLİLİKLER

Malum şimdi evlilikler fast-food. Konfeksiyon evlilikler var. Giydi, bol mu geldi, lekelendi mi, temizlemek yerine kaldır at çöpe. Kadın da erkek de aynı düşünüyor. Ortada çocuk olmuş, aile parçalanıyormuş şimdiki gençlerin kulağının kenarında küpe olarak bile kalmıyor. Hemen ayrılıyorlar. ‘Sen yoluna ben yoluma, tak sepeti koluna ’ diye tabirleri var onların. Kimse kimseyi çekmiyor. Halbuki evlilik bir fedakarlık müessesesidir. Zamanla aşk maşk biter, alışkanlığa dönüşür. Herkesin sırtını viksle ovacağı, kaşıyacağı, birbirinin parmağına yara bandı saracağı ya da yattığı yerden ona bir bardak su getireceği birine ihtiyacı vardır. Yalnızlık insana mahsustur. Evlilik iyidir. Çok büyük bir hadise, ihanet ve büyük bir kültürel fark varsa böyle bir evliliğin de devam etmesinde fayda görmem. Kangren olmuşsa kesip atmak lazım.

BİRİ GÖRSE REZİL OLACAKTIM

Eşimle aynı mahallede otururduk. Fatih ’te. Apartmanlar yoktu, iki katlı evler vardı. Balkonlarımız birbirine bakardı. Dedikodu olur diye pusulalarla anlaşmaya çalışırdık. Sevinç her ne kadar karşı çıksa da kibrit kutusunun içine telefon jetonu koyardım ki ağırlık yapsın içine de pusula yazıp atardım. Bir gün yazdığım notu gözümde astigmat olduğu için tutturamadım balkondan aşağıya düşürdüm. Biri görse rezil olurdum. Allah ’tan bahçeye boşluğa düştü. İşte böyle tatlı anılar. Sonra tanıştık, sözlendik, nişanlandık sonra evlendik. Çocuklarımla aram iyidir. Arkadaş gibiyiz.

DARGINLIĞA DAYANAMAM

Hünkâr Beğendi, etli yaprak sarması yaparım. Mutfağı dağıtmam, gören “Burada erkek çalışmış” diyemez. Ev hayatımda da öyle bardağı masada bırakmam, alır makineye koyarım. Gerekirse alır yıkarım. Kızımdan, oğlumdan, hanımdan da hizmet beklemem. Kavgasız gürültüsüz ev olmaz. Tartışma olmuşsa arka odada kütüphaneye çekilir, Sevinç Hanım susana kadar beklerim. Ertesi gün çiçek alır, özür dilerim. Haklıysam benden özür dilemesini beklemem zaman her şeyin ilacıdır. O kadın olduğu için daha gururludur nasılsa bir müddet sonra barışırız. Çok da dargın kaldığımız olmadı zaten en fazla bir iki gün. Dargın durmaya dayanamam. Süleyman Demirel ‘Barışmasını bilmeyen, kavga etmesin ’ derdi.

Nerdesin aşkım?

Bu ülkede kadın yıpranıyor. Türkiye ’de kadın, evli kadın, evli çocuklu kadın, dul kadın olmak çok zor. “Diploma cehaleti alır -ama beni mazur görün- eşeklik baki kalır” diye bir söz var. Bu iş eğitime bakmıyor. Erkek her şey ayağına gelsin ister. Kadına güvenmez. Çünkü mülkiyetçi bir tavır var. İmzayı attım artık o benim düşüncesi var. Aynı evde yaşıyorlar, dört sene geziyorlar evlenip bir yıl sonra boşanıyorlar. “Nerde kaldın? Nerdesin aşkım?” diye herkes hesap soruyor. Sonra da “Vay hesap mı soruyorsun?” deyip vazoyu kafasına indiriyor.