Modern olma ile gelenek ve geçmiş ile öz kimlikten kopuştan övünen bir toplum haline ne zaman geldik/ getirildik?

Laiklik ilkesinin dinsizlik olduğu yanılgısı ve akıl ile vicdan tutulmasının esiri nasıl olduk?

Batılı olmak ile “batıcı” olmayı eşdeğer kabul ederek Batı’nın Devlet felsefesinin aslında geleneksel ve anti-laik olduğunu veya seküler olmadığını neden göremiyoruz?

Dindar olan her bireyi “dinci/gerici” olarak kabul ederek neden toplum düşmanı olarak “fişliyoruz”?

Gelenek ve geçmişten neden korkuyoruz?

Toplumların sürekliliğinde gelenek ve geçmişin değerlerinin “vazgeçilmesi gereken bir yük” olmadığını kabul ederek geleceği sağlam temeller üzerine kuran bir manevi güç ve zenginlik olduğunu göremeyecek kadar nasıl “vicdanen körleştik”?

Böylesi subjektif ideolojik/politik duruşların şekillendirdiği akıl ve vicdan tutulmalarının Kıbrıs Türk toplumuna yön veren değerler ve yazılı olmayan kurallar bütünü olarak toplumsal normlarına dönüştüğü yanılgısı ile de hareket edilmemeli.

Özellikle de anavatan Türkiye ve Türk kamuoyu tarafından.

Ve unutmamalı Ankara, Osmanlı paylaşılırken Anadolu’ya ve geçmişine ihanet etmeyen tek topluluğun Kıbrıs Türk’ü olduğunu.

“Amaca giden her yol mubahtır” prensibi ile bugün Kıbrıs sorununda “iki devletli çözüm” tezini çürütmek amacı ile laik Devlete sahip çıkma takiyesi yapan “federasyoncuların” zihinlerini, tüm Kıbrıslı Türklere “mal etmek” haksızlıktan öte duygulara esir olmak değil de nedir?

“Atatürkçülük din düşmanlığı mı” diye bir kez daha düşünmeli ve “Atatürk seviciliği” üzerinden de Ankara düşmanlığı yapmaya soyunanlarının tepkilerini “bir kez değil on kez” düşünmeliyiz.

İslamiyeti öğrenme özgürlüğünü ve Kuran kurslarını, modernlik adı altında yapılan demokratik düşünceye yakışmayan kısır tartışmaların öznesi durumuna taşımanın kime ne kazandırdığını tüm yönleri ile tartışmak zorundayız.

Cımbız ile seçilerek yapılan haberler üzerine cımbız ile çekilip söylenen tepkilerin sonuçlarını ise Ankara ve Lefkoşa’nın tüm yönleri ile sorgulaması gerekli.

Ankara ve Lefkoşa, eksik değerlendirme ve bilgilendirmelerin gölgesinde “bu kadar yakın olup da bir o kadar da uzak olmayı” doğuracak adımları atacak açıklamalardan da kaçınmalı.

“KKTC’de Kuran kursları yasaklandı” iddiasının doğru olmadığı ortaya çıkarken öncesinde karşılıklı yapılan açıklamalar ve tepkilerin konuyu kimler tarafından hangi noktaya taşınarak hangi tartışmaları başlattığını da okumak gerek.

Kuran kurslarının yasaklandığı iddiası sonrası “Ramazan ayına denk gelmesi, zamanlaması manidar” açıklamalarından daha ötesini görmek zorunda, Türkiye kamuoyu.

Zamanlama açısından esas manidar olan ise, Kuzey Kıbrıs’ta “federasyoncuların” yine bir kaşık suda fırtınalar kopararak laik Devleti savunma ! iddiası ile tartışmaları bambaşka bir noktaya Cenevre öncesinde taşımayı başarmalarıdır.

Algı operasyonu için düğmeye basarak Ankara’yı tehdit olarak gösterip “korku imparatorluğuna bir tuğla daha ekleyerek” federasyona karşı azalan kamuoyu desteğini artırma stratejisinden başka bir şey değil, yaşananların tümü.

Kıbrıs Türk’ünün Hükümeti ve yetkililerinin ise manipülatif açıklamalara zemin yaratacak boşlukları yaratmamak ve Cenevre öncesi kaygan bir zeminin yaratılmaması için “Kuran kursu” kararının içeriğini doğru şekilde ve eksiksiz olarak Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a anlatması gerek.

Biliyor Kıbrıs Türk’ü, Atatürkçülüğün dinsizlik olmadığını.

Biliyor Kıbrıs Türk’ü, Laikliğin geleneği yok saymak ve geçmişten kopmak olmadığını.

Biliyor Kıbrıs Türk’ü, Atatürkçülük ve laik Devleti korumaya soyunanların “tek yol federasyon” ile Devleti ortadan kaldırmak istediklerini.

Biliyor Kıbrıs Türk’ü, dinin öğrenmenin gericilik olmadığını ve geçmiş ile geleneğin geleceğin temeli olduğunu.

Yunan Dışişleri Bakanının tahrikleri, Devleti laiklik adına nedense şimdi savunmak akıllarına gelen “federasyoncular”, AB yetkililerinin açıklamaları ve Kıbrıs Türk solunun kanaat önderlerinin mesele haline getirilen “Kuran kursu” ile ilgili çıkışları, aslında Cenevre’de yine uzlaşmaz tutumu ile masadan kaçacak olan Rum liderliğini mağdur/masum göstererek anavatan Türkiye’nin “yayılmacı!” olduğu algısını yaymak ve Türk tezlerini desteksiz bırakmaya yönelik eski bir oyunun yeniden sahneye konmasından ibarettir.

Anlamalı Ankara, sahneye konan oyunun, laik Devleti savunma algısı yaratarak “Atatürkçülük ve laiklik elden gidiyor” korkusu üzerinden Kıbrıs Türkünü, Devletini ortadan kaldıracak olan “federasyon” tezine koşulsuz bağlamak olduğunu.

Takiyenin sol yanının “bir kaşık suda fırtına koparması” ile Kıbrıslı Türklerin geri kalanını da genellemeler ve önyargılar ile ayni kefeye koyarak “28 Şubat ruhunun” * Kıbrıs’ın kuzeyinin tamamına egemen olduğu iddiasını bir kez daha düşünmeli, Türk kamuoyu.

Ve “cımbız ile seçilen” cümlelerin üzerinden de oyuna gelmemeli, Ankara.

* Yasin Aktay - KKTC’de Hortlayan 28 Şubat - Yeni Şafak