KÜÇÜKLERE DARBE DERSLERİ

Bak küçüğüm, bak kardeşim!

 

Erdoğan’ı sevmeyebilir, AK Partiden nefret ediyor olabilirsin.

 

Bunların 14 yıldır girdikleri her seçimi kazandığını görüyor ve sırf bu yüzden demokrasiden tiksiniyor da olabilirsin.

 

Amma 15 Temmuz gecesi yapılan darbe girişimini alkışlamana hatta başarısız olduğu için kendini kendini kahretme meselesine gelince;

 

Bak küçüğüm, bak kardeşim!

 

Biz 78 kuşağıyız. 12 Eylül darbesinin silindir gibi üzerinden geçtiği bir nesiliz.

 

Bizden önce Türkiye darbeler ülkesi idi.

 

Yeniçeri isyanları aslında askeri birer darbe idi. Kafası kızan Yeniçeri kazan kaldırıyor, istediği Sadrazamın kellesini alıyor, bazen Padişah deviriyor, hatta bazılarını katlediyordu.

 

20. yüzyıldaki ilke darbe, Bab-I Ali (1913) Baskını ile olmuş, o baskında Savunma Bakanı Öldürülmüş ve Başbakan kafasına silah dayatılarak istifa ettirilmişti.

 

Atatürk, otoritesi ile Askerin siyasete karışmasını engellemiş fakat onun ölümünden hemen sonra Askerin içindeki siyaset aşkı yeniden depreşmişti.

 

Sen hatırlamazsın ama senden önceki kuşak çok iyi hatırlar. 27 Mayıs 1960’ta topu topu 37 subayın yaptığı darbe geçen yüzyılın en acı darbesidir belki.

 

12 Mart 1971 Muhtırası da askerin siyasete direk müdahalesiydi. Genel Kurmay Başkanı ve Kuvvet Komutanları verdikleri muhtırada Hükümetin istifasını istemiş, Başbakan Demirel iki etmeden şapkasını alıp gitmişti...

 

Ve bizim yaşadığımız 12 Eylül darbesi…

 

O günlerde kardeş kavgası almış başını gidiyordu. Siyaset tıkanmış, Meclis aylardan beri bir Cumhurbaşkanını seçemiyordu. Vatandaş siyasilerden ümidini kesmiş, bir darbeyi dört gözle bekler hale gelmişti. Anarşi ve terörden 5000 vatan evladı şehit düşmüştü.

 

Demirel, Genel Kurmay Başkanına “Anarşiyi önlemeniz için ne istiyorsanız vermeye hazırım” demesine ve sıkıyönetim idaresine rağmen, kardeşkanının önüne bir türlü geçilemiyordu. Aynı silah sabah Ülkücüleri, akşam Solcuları tarıyordu. Meğerse Ordu, “ihtilalin olgunlaşması” (Bedrettin Demirel’in lafıdır bu) için bekliyormuş ve anarşi bilinçli olarak önlenmiyormuş.

 

Nitekim 11 Eylülde oluk gibi akan kan, darbenin ertesi günü akan kan bıçak gibi kesildi.

 

İyi mi oldu, dersen;

 

Bak Küçüğüm, bak kardeşim!

 

İhtilaller kan zulüm ve gözyaşı demektir.

 

Mesela; 12 Eylül ihtilalinden sonra binlerce kişi boş yere tutuklanmış, aylarca zindanlarda yatırılmış, 1 Milyon 683 bin kişi fişlenmiş, 230. 000 kişi yargılanmış, 7 bin kişi için idam istenmiş, 517 kişiye idam cezası verilmiş, 50 kişi idam edilmiş, 30 bin kişi sakıncalı denilerek işten atılmış, 14 bin kişi vatandaşlıktan çıkarılmış, 171 kişi ise hapishanelerde işkenceden ölmüştü.

 

Sen o günleri bilmezsin küçüğüm. İşkence hanelerde kaç kişiye; “Konuşmazsan eşine, kız kardeşine gözünün önünde tecavüz edeceğiz” denildiğini ve hatta edildiğini, kaç erkeğin cinsel organına elektrik verildiğini yahut kaç kişinin makatına cop sokulduğunu, bunlarının kaçının daha sonra intihar ettiğini sana anlatamam şimdi.

 

O günlerin acısını bilen kişiler olarak; “En kötü demokrasi, en iyi darbeden daha iyidir” diyorsak bizi anla.

 

Onun için vaz geç lütfen bu darbe seviciliğinden.

 

Erdoğan’ı AK Partiyi sevmiyorsan, aha sandık orada. Her 2 yılda bir önüne geliyor. Beceriyorsan devir. Beceremiyorsan hiç olmazsa sus ve yerine otur.

 

 Gören seni demokrat sansın bari.