Serbest Çalışan Hekimler Birliği, kamu hekimlerinin ikinci iş yapmaları ile ilgili açtıkları davayı kazanmıştı.

Yüce Mahkeme, Şubat 2017’de verdiği Mandamus emri ile, Sağlık Bakanlığı’nı ve tüm Sağlık Bakanları’nı, ikinci iş yapan kamu hekimleri hakkında yasal soruşturma başlatması emrini vermişti. Emre uymamaları durumunda, hapislik durumları bile gündeme gelebilecekti.

Kaçış yoktu…

Ya da öyle zannedildi.

Köşeye sıkışan dönemin KTTB, Tıp-İş ve Sağlık Bakanlığı, mahkemenin verdiği 6 aylı iyi niyetli süreci, ‘’çok verimli bir şekilde’’ değerlendirerek, çıkarttıkları uyduruk bir tüzükle hukuğa güzel bir gol attı.

O gol hala hukuk sisteminin ağlarında, zira sağlık sisteminin durumu ortada.

Önce o günleri bir hatırlayalım.

Serbest Çalışan Hekimler Birliği, Mandamus emrini uygulamamak üzere çıkarılan tüzüğü yargıya götürme kararı aldı.

Avukatlar ile görüştü. Bazı avukatlar davanın Anayasa Mahkemesi’nde görülmesi gerektiğini savunurken, bazı avukatlar Yüksek İdare Mahkemesi’nde görülmesi gerektiğini savundu.

Yapılan istişareler neticesinde, mahkeme YİM’de açıldı.

Tüzüğe itiraz süresi üç ayla kısıtlı idi. YİM dosyayı kabul etmezse Anayasa Mahkemesi’ne götürülecekti. Ancak süreye oynanıyordu. Dr. Gülgün Vaiz, mahkemeye dahil olmak istediğini bildirmişti ve mahkemenin görüşü bekleniyordu. Kısacası, zaman kaybettiriliyordu. Ve beklenen oldu. YİM, davanın adresinin yanlış olduğunu, bu davanın Anayasa Mahkemesi’nde görülmesi gerektiğini ancak itiraz süresinin dolduğu için de tüzüğün geçerli olduğunu vurguladı.

Tüzük, Yüce Yargı’nın etrafından işte böyle dolanmıştı!

Şimdi de, o günlerde yaşanan olayların perde arkasına bakalım.

YİM ve Anayasa Mahkemesi arasında gidip gelinen süreçte doğru karar nasıl alınabilirdi?

Ben bir doktordum. Her doktor gibi, hastalarıma doğru tanı koymak ve doğru tedavi etmek zorunda idim.

Hastalığa çare aramakla, hukuksuzluğa çözüm aramak arasında bir benzerlik olduğunu düşündüm.

Konu sağlıksa, bir tarafta konuya hakim olmayan, dertli hasta, diğer tarafta konunun uzmanı doktor, Doçent, Profesör vs. vardır ve sağlık sorununun çözümü için uğraşılır.

Konu hukuksa, bir tarafta hukuksuzluğu düzeltmeye çalışan kesim ile diğer tarafta hukuksuzluğa karşı alınacak önlemleri ve izlenecek yolu bilen avukatlar, hakimler savcılar vs. vardır.

Hastalarımızın sorununu, doktoru ile çözmediğimizde, yeri gelir hastane başhekimi, Sağlık Bakanı gibi kimselere de derdimizi anlatmaz, çözüm aramaz mıyız?

Ben de kalkıp Lefkoşa Kaza Mahkemesi’ne gittim. Orada X hakimin kapısını çaldım. Sekreteri çıktı. Hakimin adını söyleyerek görüşmek istediğimi belirttim. Beni tanıdığı zannetmiş olacak ki ikilemedi. İçeri alındım. Sayın Hakim, makam odasındaki masasından kalktı, bana doğru yöneldi. O sırada kendimi tanıttım. Adımları durdu, masasının yanında bekledi. Ben de odanın içerisine doğru attığım adımları durdurdum. Masa-kapı arasında gidip gelen ayak üstü bir görüşme oldu.

‘’Burada bulunmamanız gerekirdi. Sizin geldiğinizi bilseydim, kabul etmezdim.’’ dedi. ‘’Haklısınız.’’ dedim.  ‘’Belki burada bulunmamam gerekiyor. Ancak, hukuki bir soruna çıkış noktası arıyoruz. Tek bir soru sorup çıkacağım. Tüzüğe itiraz konusunda mahkeme dosyasını hangi mahkemeye sunacağımız konusunda fikir ayrılıkları var. Kafamız karıştı. Size tek sorum şu: YİM mi Anayasa Mahkemesi mi?’’ diye soruverdim.

Sayın Hakim, ‘’Bana en kritik soruyu soruyorsunuz. Buna cevap veremem.’’ dedi.

Teşekkür edip çıktım.

Sonra düşündüm.

Hukuk fakültesinde yasalar, içtihatlar vs’ler öğretilir.

Adalet öğretilir.

Mahkemede alınan kararların yasalara ve bir de vicdana uygun olması gerektiği öğretilir.

Hukuk fakültelerinde vicdan dersinin olup olmadığını, varsa nasıl işlendiğini bilmiyorum.

Ancak, hekimlerin ettiği yeminde ve mesleki uygulamalarda vicdandan sıkça söz edildiğini biliyorum.

Sayın Hakim, bana o sorunun cevabını vermedi.

Belli ki sorunun cevabını biliyordu. Ama o yolu bize göster(e)medi. Hukuken veya etik anlamda sebepleri olabilir, saygı duyarım. Ama doğru yönlendirmenin erdemini de vicdanlara bırakırım.

Biz de yanlış yolu seçtik ve mahkemeyi bile açamadık. YİM’den Anayasa Mahkemesi’ne gönderilirken, arkamızdan: ‘’Vaktiniz de çoktan doldu, artık oraya da gidemezsiniz.’’ dedi hukuk sistemi.

Ama sağlık sistemi böyle yapmıyor.

Sağlık sisteminde, doktorlar, başhekimler, Sağlık Bakanları, en ufak bir sağlık sorununda gece gündüz aranıyor, fikirler soruluyor. Hepsi de sorunları çözmeye çalışıyor.

Bir hastalık varsa, tedavisi aranıyor, tedavi biliniyorsa uygulanmaya çalışıyor.

Hastayı kaybetmemek için canla başla çalışılıyor.

Hukuk sisteminde ise maalesef böyle değilmiş.

Hukuksuzluğun çözüm adresi bilinse de söylenmeyebiliyormuş, yol gösterilemeyebiliyormuş.

Belki de hukuk sisteminin tepesindekilerin doğru yönlendirmeleri bile ‘’usul gereği’’ mümkün olamayabiliyormuş!

Sayın Dizdarlı, Kıbrıs Türk Tabipleri Birliği’nin YİM’e açtığı davada, hükümetin attığı geri adımı yorumlarken:’’Değişen ne mi oldu? Neredeyse hiçbir şey ama yine de en azından, işini iyi yapan avukatlar ve bağımsız yargı sayesinde KKTC’de hâlen hukukun var olduğunu öğrendik.’’ demişti.

KKTC’de hukuk var elbette.

Ancak, en kötü sağlık sisteminde bile doktorlar hastaları için çareler ararken, KKTC’nin hukuk sisteminin kimler için var olduğunu da sormadan edemiyor insan…

Dr. H. İlker İpekdal

İletişim: 0542-8529899