Tek çözüm federasyon ve/veya tek yol federasyon siyasetinin bir sonuç doğurmayacağını artık görmek gerek.

Böylesi dogmatik ve ayni oranda ideolojik bir körlüğün esaretinden kurtulamamanın da müzakere sürecinde Kıbrıs Türk tarafına fayda sağlamadığını da kabul etmek gerek.

Lokmacı barikatının diğer yakasına diğer bir ifade ile Kıbrıs’ın güneyindeki komşularımıza “tek yol federasyon” inadı ile ne kadar çözüm istenildiğini ispatlama yarışından da vazgeçmediğimiz sürece, Kıbrıslı Rumların ve Kıbrıs Rum liderliğinin Kıbrıs Türklerinin haklı talepleri karşısında “üç maymun duruşu ile Akdeniz’in şımarık çocuğunu” oynamaktan geri adım atmayacaklarını da hem görmek hem de kabul etmek gerek.

Kıbrıs Türk solu ve kanaat önderleri gelinen son aşamada, Kıbrıs Türklerinin “olası ve sürdürülebilir yeni bir ortaklık” müzakere edilirken deyim yerindeyse “elini zayıflatan” Türk tezlerine saldıran romantik inat, faşizm kokan peşin hükümlerden ve ideolojik dogmalarından kurtulması gerek.

Müzakerenin doğasının emrettiği, en basit ve yalın hali ile, “çözüme dair başka seçenekleri tartışmak ve tartıştırmak veya “orta yolu/üçüncü yolu” bulmak için masaya koymak değil midir?

Rum toplumu ve Rum liderliğinin “federasyon”dan anladığının Kıbrıs Türk tarafının “federasyon”a yüklediği anlamların çok uzağında olduğunun bir kez daha anlaşılması üzerine Kosova, Tayvan, Monaco ve Hong Kong modellerinin tartışılmasını engellemek için yine “bir kaşık suda fırtınalar” koparılmakta.

44 yıl önce takvim yaprakları 1977 yılını gösterdiğinde Rauf Denktaş’ın “Hong Kong” modeli için Ankara’dan destek istemesinin ortaya çıkması ile “yine kısır tartışmalar” başlamak üzere.

KKTC, Hong Kong veya diğer modeller gibi “olamaz veya olmamalıyı” ispatlama peşinde koşanların ise Kıbrıs Türklerinin geleceklerine zerre kadar faydaları olmadığı/olamayacağı bir kez daha ortada.

Kurucu Cumhurbaşkanı Rauf Raif Denktaş’ın “Hong Kong” modeli önerisi 44 yıl öncenin toplumsal ve siyasal realiteleri temelinde elbette tartışılmalıdır ancak değişmeyen bir şey var ki, o da,  Kıbrıs Türk yönetiminin 44 yıl önce “federasyon”un gerçekleşmeyeceğini görerek Türkiye’nin de görmesi için diplomatik diyalog ile girişim yaptığı gerçeğidir.

Ve, 44 yıl geçmesine rağmen neden hala Hong Kong, Monaco, Tayvan ve Kosova modellerini tartışmaktan korkuyoruz?

44 yıl geride kalırken “federasyon” inadını sürdürerek Kıbrıs Türklerinin 44 yılını daha ipotek altına sokmaktan neden hicap duymuyoruz?

Uluslar arası hukuk’a göre KKTC’nin tanınması olmayacaksa ve Rum liderliği ile Rum toplumunun “federasyon”dan anladığı ile de uzlaşamayacaksak, “üçüncü model veya yolu” tartışmak zorundayız.

KKTC vurgusu ve/veya ısrarı, olası yeni bir ortaklıkta “siyaseten egemen yani eşit olma hakkın”dan vazgeçmeme kararlılığının ortaya konması olduğu kadar, “tek yol federasyon” vurgusu ve/veya ısrarı ise olası yeni bir ortaklıkta “siyaseten egemen yani eşit olma hakkından” vazgeçmenin kabul edilmesi olmadığının da Rumların masadan kaçmasına neden olacak korkusu ve güdüsünün ! artık arkasına saklanmadan Kıbrıs Türk solu tarafından “açık yüreklilikle” ortaya konması gerekli.

Ezberlerden kurtularak yeni şeyler söylemek zorunda olduğumuzun farkına varmak zorunda, Kıbrıs Türk sağı ve solu.

Çünkü, bir 44 yıl daha kaybedecek zamanı yok, Kıbrıs Türklerinin.

Devleti devlet gibi yönetme becerisini ve istencinin ortaya konması ile, Hong Kong da olmak mümkün, Tayvan modeli ile dünya da kabul görmek de.

Yeter ki, anavatan Türkiye tarafından bugüne kadar gönderilen 20 milyar doları “buharlaştırmayacak” yeni bir anlayış, Devletin ruhu ve karakteri olsun.

Yeter ki, Devleti artık Devlet gibi yönetme becerisini gösterebilelim.

Ve, “yeni şeyler” tartışmaktan korkmayalım.

Çünkü, Kıbrıs Türkleri ile Rumlarının, “federasyon”dan anladıklarının tek bir ortak noktasının olmadığı ortada.

Hong Kong modelinin ilk kez önerildiği 44 yıl önce olduğu gibi.