Yedi koca yıl Adayarısı’ndaki eğitim ve yargı kurumlarına üniversitelerin içinde korkunç boyutlarda olan diploma sahteciliği ve intihal konusunu önemsetmek için mücadele verdim. Bir kısmında başarılı oldum. Diploma gösteremeyen epeyce bir insan sistemden elendi, sahip olmadığı titrleri kullanma özgürlüğü azaldı, “üç beş sene Londra’da kaldıktan sonra aniden kendi kendini doktoralı ilan etme” cesareti epeyce azaldı.

Üniversitelerde gerçek bir akademik temizlik, gerçek bir intihale karşıtlık akademisyenler ve yönetimler içinde olmadı. Ancak benim dilekçelerimi takiben diploma sahteciliği Üniversiteler Arası Kurul tarafından tespit edildikten sonra, bir üniversite verilen doçentliği geri aldı. Beni Kıbrıs üniversitelerinin kapısından bir daha içeri sokmadılar. Olsun, ben geri adım atmayarak, herkesin çok bayıldığı bu “elimizi taşın altına koymalıyız” lafını gerçekten hayata geçirerek sivil toplumda mesele ettiğiniz şeylerin değişebileceğinin örneğinin yaratılmasında “taşın altındaki elimi” acıtma pahasına mücadeleye devam ettim.

İlk başlardaki dilekçelere üniversiteler cevap vermemek için intihalcileri dava açmaya yönlendirdi. Dava edilen ben olmama rağmen mahkemelerdeki adaletle bu toplumsal sorunu öne çıkarabileceğime “memleketin en güvenilir kurumu” olarak görülen mahkemenin mücadeleyi adil şekilde değerlendirip sonuçlandırabileceğine inandım. Nafile. Orada mahkemelerin gerçek durumu ile karşılaştım. Daha önceki pek çok yazıda güvenilir kurumların nasıl çalışmaz hala gelmesinin ideolojik bir yaklaşım olduğu ve toplumu çökertmek pahasına kurumsallaşmayı yok edenlerce ele geçirildiğini anlattım. Akılları sıra “taksimi” kalıcılaştırmamak için kendi insanlarının nasıl canlarını yaktıklarını, insanları adaletsizliğe sürükledikleri bir sistemi bilinçli olarak güya muhalif kılıfla hayata geçirdiklerini de anlattım. Mahkeme sisteminin içinde “KKTC Batsıncı” bir avukatın arka arkaya “vahim hataları” ile, mahkeme başkanının “bir ayda bitecek bir davayı sizin avukatınızın beceriksizliği yüzünden bitiremediniz” dediği bir durumla karşılaştım. O zaman yalnız değildim, benimle beraber dava edilene sordum “sence beceriksizlik mi satılmışlık mı?” “Bunca insan hakkı davası yürütebildiğine göre beceriksizlik olduğunu sanmıyorum” dedi. Ama en sonunda, sorununun beceriksizlik olmadığını düşündüğü avukatla kalmayı tercih etti. Kendi “hatalarını” kapatmak için yalan beyana beni zorlamaya kalkan avukatın yalanları benimle alakalıydı. Ve yalan beyana imza attırmaya çalışarak başını belaya sokmaya çalıştığı da yanımdaki değil sadece bendim. Buna ek olarak kendisine “bedava” savunma önerdiğini de vurguladı ve böylece yollarımız ayrıldı. Ben başka avukat tuttum, o beceriksiz olmayan ama vahim hatalı olduğunu vurguladığı avukatla kaldı. “Beni bedava savunduğu için davanın çok üstüne düşmüyor herhalde” diye düşünmeyi tercih etmesine bakmayın. Aslında hiçbir şey ne Adayarısı’nda ne de dünyada bedavadır. Prensiplerle bir mücadeleye devam etmek sivil toplumda projelerden veto edilmek maliyeti ile karşılaştığında mücadelelerin peşinden gitmek çok güçleşebilir; vetocuyla yola devam etmek tercih edilebilir kolaylıkla. Üstelik de ikinci tuttuğum ilkesiz bir başka avukat davamı vahim hatalar yapan avukattan ayırma ısrarımı göz ardı ederek tüm savunmalarımı el altından ona verdiğinde aslında “bedava” yapılan da savunma yoktu ortada. Yanlış duymadınız, ikinci tuttuğum avukata binlerce lira avukatlık ücreti verdim, o da benim hazırladığım dellilleri, savunmaları beni yalan beyan imzalayarak güç duruma sokmaya çalışan avukata “aynı davayı yürütüyoruz, ayıramayız” yaklaşımıyla vererek geriye kalan müvekkillerinin savunması haline getirdi. Yani ben ödedim, onlar dosyalarına savunma koydular.

Davayı açanların bir kısmı, ben YÖDAK’a intihal ve sahtecilik belgelerini yeniden verince davalarını çektiler. Emekli büyük elçi “özürsüz çekmem” diye ısrar etti. Sahteci, “Sizin cumhurbaşkanınızı tanımam” diye ortalıklarda gezerken Akıncı’nın ekibindeki intihalle pek de derdi olmayan akademik kadrosu “özür dilemediğim” için karşıma geçti. Haklı olduğum davada özür dilemedim. Gerçekten burada yaşayan, kendine akademisyen diyen, sosyal medyada kendine “hoca” dedirttirerek kendini ufacık imajlar üzerinden tatmin etmeye çalışanlar intihali dert etmedikten sonra artık benim meselem olmayacaktı ama haklı olduğum bir davada intihalciden de asla özür dilemeyecektim elbette. O yüzden mücadeleye devam etme yolunu seçtim. Davasını çekmeyen hakkında sadece intihalci değil aynı zamanda diploma sahtecisi olduğunu, doktorası olmadan kendisine paye verildiği ile ilgili YÖDAK’a başvuru yaptım, gerçekler açığa çıkarıldı.

Benimle beraber dava edilenler avukatlarının yönlendirmesi ile mahkemeyi kazanmaya şansları kalmadığına kanaat getirerek “YÖDAK’a diploma sorusunu soran biz değildik, sadece Umut Özkaleli idi” dediler, özürsüz dava çekmeyen bu adamdan özür dileyerek çekildiler. Evet, sahteciliği açığa çıkarmak için dilekçeyi yazan da, mücadele eden de bendim. O yüzden de ben dava edilen tek kişi olarak kaldım. Gelin görün ki, ayağıma bağ olan insanların özürle geri çekilmesi intihal mücadelesini özgürleştirdi.

Bugün itibarı ile intihal ve sahtecilikle mücadelenin sembolü haline gelen bu dava, ortaya çıkarılan sahtecilikle karşı tarafın davasını koşulsuz geri çekmesi ile bitti. Yargıç üç kere sorgulayarak “karşı taraftan para istemediğime” emin olduktan sonra dava çekilme işlemlerini onayladı. Yargıç mutlaka bir sahtecinin beni yıllarca maddi manevi külfete sokmasının tazminatını istemem gerekir diye düşünmüştür.

Sevgili okur, benim intihal mücadelesine başlarken meselem Adayarısı’nda bir üniversitede iş bulmak değildi. Benim bu intihal mücadelesini “kıvamına göre” kullanarak Adayarısı’nda üniversitede iş bulma ihtiyacım da yoktu çünkü zaten bu mücadeleye başladığımda akademide işim vardı. Benim intihal mücadelesindeki amacım para kazanmak da değildi. Karşı taraf bir kez bile mahkemeye gelmeden avukatları tarafından savunulurken, ada dışında olduğum halde beni mahkemeye gelmek zorunluluğu ile defalarca yurt dışından adaya gelmek zorunda bıraktıkları için yaptığım masraflar için, yaptığı vahim hatalarla binlerce liralık istinaf ve avukatlık masrafı ödememe sebep olan avukattan da, karşımdaki sahteciden de beş kuruş para istemedim. Hakkım olmadığı için değil. Her meselenin paraya indirgenmesine, her mücadelenin maddi kazançla sonlanmasını hedefleyen ve topluma da “herkes her şeyi her daim para için yapar” imgesinin yaratılmasına duyduğum tiksintiden dolayı parasal tazminat istemedim. Para kazanmak isteseydim, mücadelelerden kendine statü ve konum çıkaranları takip ederdim, örnek çok.

Benim tazminatım başı dik bir şekilde, bir sahteciden özür dilememek, yol arkadaşlarımı sus payı olarak akademide iş önerildiğimde bile satmadığımı bilmek, özür dilemeden gerçekten mücadele kasları ile bu davayı çektirtmek ve memleketim gençlerine onurlu duruşla güçlünün değil haklının kazanabileceğini göstermektir. Davalarını satan, kendini büyük insan hakçı gibi gösteren sözde akademisyenlerin ve hukukçuların zaman içinde toplumda gerçeklikleri ile görülebilmesi ve gençlerin onların izinden gitmeyi tercih etmemeleri alacağım tazminatın ileri ödemesi olacaktır. DAÜ’de intihal mücadelesinden ödü patlayan sözde bir akademisyen “yel değirmenleri ile mücadele ediyorsun, arkanda örgüt yok hiçbir şey yapamazsın” demişti. Bir başkası kendini akademisyen diye konumlandırabilecek şekilde pazarlayabilmek için “politikacının evini göreceksin, cinsiyetçiyse desteklemeyeceksin” dedikten sonra aynı politikacıya sosyal medyadan bravo çekti. Gençlerin bu tip davranışları taklit etmedikleri, öz saygılarını korudukları bir yapı oluşturarak hareket ettikleri zaman alacağım tazminatımın bir kısmını da.

Ama maalesef Adayarısı’ndaki çoğunluk mücadele etmiyor. Adayarısı mücadelelerden çıkar kazanmayı tercih edenlerin ayaklarının altında tükeniyor. Sizi memleketinizde var etmeyerek cezalandırıyorlar. Ama gençlerin bilmesi gerekiyor. Ne yaparlarsa yapsınlar siz var olmaya devam ediyorsunuz, memleketinizin coğrafyasında olsanız da olmasanız da memleketinizin sizdeki aidiyeti kimsenin ukdesinde değil. Gençlere bu mücadeleyi kapatırken söyleyeceğim şey, mücadelenizde yalnız da bırakılsanız, Adayarısı dışında başka yerde de var olsanız, seçtiğiniz politikacılar değişim getirmek yerine ayaklarını öpenlere kadro açmak için geldikleri yeri kullansalar da en karanlık anda bile, umut var.