İnsan olan herkesin başucunda bulunması gereken başyapıt niteliğindeki bir kitap;

“Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok.”

Yazarı, Erich Maria Remarque.

1898 yılında Almanya’da doğdu. 18 yaşındayken I. Dünya Savaşı'na katıldı. 1929 yılında genç bir askerin gözünden savaşın anlatıldığı “Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok” kitabı yayımlandı. 1931 yılında İsviçre’ye yerleşti. 1933 yılında ülkesi Almanya'da kitapları yakıldı. Naziler tarafından tüm kitapları imha edildi ve yasaklandı. 1938 yılında Alman vatandaşlığından çıkarıldı. 1939 yılında ABD’ye göç etti. Almanya'da kalan kız kardeşi Elfriede Scholz, Nazi karşıtı propaganda yapmak suçu gerekçesiyle tutuklanarak idam edildi.

Savaşın dokunduğu hayatların dramını ve savaşın kötülüğünün tüm çıplaklığı ile bir askerin gözünden anlattığı eseri, “Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok” kitabı ile okuyucunun vicdanına dokunan Erich Maria Remarque, 1970 yılında İsviçre’de hayata gözlerini yumdu.

Savaşın dehşetini, yarattığı yıkımı, insanın yabancılaşmasını, kitabın kahramanlarının ağzından çarpıcı bir şekilde dile getiren  Erich Maria Remarque, savaşı tüm yönlerini okuyucunun sorgulamasını da sağlıyor,  “Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok” eseri ile.

Uğruna bedeller ödenen, canlar verilen ve canlar alınan, kitaplar yazılan savaşlardan ders çıkarır mı insanlar, peki…

Peki, güney yakasında değişen bir şey var mı?

Ne yazık ki, yok.

1931 yılında yapılan ENOSİS plesibitinden (referandum) bu yana, Kıbrıs’ın güney yakasında değişen bir şey yok.

Yıl, 2020.

2019’un son günü, Rum devlet televizyonunda yayınlanan yeni yıl mesajının satır aralarında, güney yakasında değişen hiçbir şeyin olmadığını bir kez daha ortaya koydu, Rum Devlet Başkanı Nikos Anastasiadis.

Üstelik, çözüm ve barış kelimelerinin gölgesine sığınarak.

1963 yılından beri tüm Rum liderlerin yaptığı gibi.

Toplumlararası görüşmelerin başladığı 1968 yılından beri, her görüşme sonrası Rum tarafınca yapılan resmi açıklamalarda görüldüğü gibi.

2020 yılına dair yeni yıl mesajında dedi ki , Rum lider :

“…ilk önceliğimiz, ülkenin iki toplumu tarafından kabul edilebilir bir çözüm bulunması için Kıbrıs sorununa ilişkin diyalogun yeniden başlamasıdır. Çözümün, işlevsel ve yaşayabilir olmasının yanı sıra ülkenin “işgal ordusundan” kurtulmasını ve çağdışı garantilerin sona ermesini garanti altına alması gerekmektedir…”

Ve soruyor, Kıbrıs Türk’ü;

Rum tarafından yapılan açıklamaların içerisinde yer alan ve 1931 yılından beri değişmeyen zihniyeti ortaya koyan ifadeleri neden görülmüyor veya görmek istenilmiyor?

Her fırsatta yüzümüze vurulan düşmanca kelimeleri duymuyor ve Kıbrıslı Türkleri eşit görmeyen, haklarını yok sayan güney yakasındaki egemen duruşa neden yokmuş gibi bakılıyor?

Güney yakasında hiçbir şeyin değişmediğini kabul etmenin, olası bir çözüme engel olacağı saplantısından neden vazgeçilemiyor?

Rum tarafının ortaya koyduğu zihniyete dair gerçekleri görüp kabul etmenin olası yeni bir anlaşma ve ortaklığın sürdürülebilir olmasının anahtarı olduğu neden yok görmezden geliniyor?

Ve neden hala, Rum Liderler ve Güney Kıbrıs’taki siyasi partilerin tümü tarafından ortaya konulan ve sürdürülebilir yeni bir ortaklığın önündeki en büyük ve tek engel olan Kıbrıslı Türkleri eşit siyasi taraf olarak görmeme, haklarını tanımama, garantileri çağdışı olarak görme eğilimleri yanında Türkiye’yi “işgalci !” diye tanımlayan ifadeleri Kıbrıs Türk’ünün gözünden kaçırmaya çalışılıyor?

Savaş eğiliminin Rum Devletinin karakteri ve ruhuna yerleştiğini ve Kıbrıs’ın güney yakasının bir akıl tutulması içerisinde düşmanca bir savaş hazırlığı içerisinde olduğunu neden kabul edilmiyor?

Kıbrıs Türkü’nün ve Anadolu halkının haklarını korumak için son çare eğer savaş ise ve barış için mecbur bırakılırsak hazırız mesajını veren Türkiye’yi neden sürekli suçluyor ve hedef göstermekten geri durulmuyor?

Çözüme dair irademizi sürdürmekten vazgeçilmesini bekleyen de yok elbette ancak Kıbrıs Türk’ünün tümünün de çözüme dair hassasiyetlerini anlayabilme yönünde neden ortaya siyasi bir olgunluk koyulmuyor?

Ve soruların cevapları yaklaşan KKTC Cumhurbaşkanları seçimi öncesinde toplumsal vicdan için hayati öneme sahip.

Kıbrıs Türk’ü soru işaretlerine dair, en çok da Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı’nın duruşunu görmek istiyor ve merak ediyor.

Şayet, Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı, “herkesin Cumhurbaşkanı” olma duruşu yerine  TDP ve CTP’nin hatırı sayılır bir kesiminin Cumhurbaşkanı olma eğiliminde değilse.

Ve siyasi tarihinde belki ilk defa yoğun bir şekilde iki olguyu sorguluyor, Kıbrıs Türk’ü.

Umut nereye kadar olası bir çözüme katkı sağlar ve duyguların yön verdiği ideolojik körlüğün esiri haline getirilen diplomasi ve siyasetin ayakları ne zaman yere basacak.

Yoksa, Kıbrıs’ın kuzey yakasında da değişen bir şey yok mu?