Girne Amerikan Üniversitesi (GAÜ) Genel Sekreteri ve Akademisyeni Yrd. Doç. Dr. Sadık Akyar, 20 Temmuz Barış ve Özgürlük Bayramı dolayısıyla bir yazı kaleme aldı.

Yrd. Doç. Dr. Akyar kaleme aldığı yazısında, 20 Temmuz 1974’te gerçekleşen “Barış Harekatı ve Garantörlük” konu başlığında; harekat öncesi ve sonrası Kıbrıs adası ve Türkiyenin garantörlük konularında bilgilendirmede bulundu.

Yrd. Doç. Dr. Akyar’ın yazısı şu şekilde;

“Bugün Kıbrısta Rumlar tarafından Türklere uygulanan baskı ve zulmü ortadan kaldırmak, adaya barışı getirmek için Türkiye tarafından gerçekleştirilen Kıbrıs Barış Harekatı’nın yıldönümü ile 20 Temmuz Barış ve Özgürlük Bayramını kutlamaktayız.

Kıbrıs Cumhuriyeti,Türkiye-İngiltere ve Yunanistan arasında 11 Şubat Zürih ve 19 Şubat 1959 tarihinde imzalanan Londra anlaşmalarına istinaden 16 Ağustos 1960 tarihinde kurulmuştur. Aslında bu anlaşmalar Kıbrıs Cumhuriyeti anayasasını onaylayan anlaşmalardır. Birinci maddede Türk Cumhurbaşkanı Yardımcısı’nın ve beşinci maddede Bakanlar Kurulunun yedi Rum, üç Türk üye tarafından oluşacağı, Cumhurbaşkanı ile Cumhurbaşkanı Yardımcısı’nın veto haklarıydı. İlginç olan, anayasanın bu maddeleri bugün Rum tarafından ısrarla reddedilen eşit siyasi temsil konusunu içermektedir. Zürih Anlaşması’nın özelliği ise Kıbrısta Türkiye-İngiltere ve Yunanistana “Garantörlük” hakkını vermesidir. Anlaşmada bu üç ülkeye hem birbirleri ile ortak hareket etme, hem de bu mümkün olmadığı takdirde müstakil hareket etme hakkı tanınmıştır.

Barış Harekatı’na Giden Yol

Yunanistan 21 Nisan 1967de siyasi tarihe “Albaylar Cuntası” olarak geçen bir darbe ile karşı karşıya kaldı. Aslında bu darbeyi Tuğgeneral Pattakos ve Makarezos planlamıştı. Daha sonra Pattakos, Albaylar Cuntası’na da adeta darbe içerisinde darbe yaparak yönetimi ele geçirmiş ve Kıbrısda Makariosa karşı 15 Temmuz 1974 darbesini gerçekleştirmiştir. Türkiye hemen Zürih Anlaşması’nın kendisine verdiği garantörlük yetkisine dayanarak 20 Temmuz 1974te “Barış Harekatı” ile Kıbrısa askeri harekat başlatmıştır. Harekat sonucunda Kıbrıs ikiye bölünmüş, 1975te Kıbrıs Federe, 1983te de Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti kurulmuştur. Daha sonra ise sanki hiç bir şey olmamış gibi, tekrar çözüm ile ilgili görüşmeler yapılmaya başlamıştı.

Aslında adada Kıbrıs sorununun çözümü ile ilgili ilk çabalar 1968 yılında Rauf Denktaş ve Glafcos Clerides arasında Beyrutta başladı. Daha sonra çözüm ile ilgili en önemli konulardan birisi Annan Planı, en son olarak da İsviçre Crans Montana Kasabası’nda devam eden görüşmelerde bir sonuç alınamadı. Rum tarafının görüşmelerde sürekli öne sürdüğü eşit siyasi temsilin gözardı edilmesi, garantörlüğün sona ermesi ve adadan Türk Askeri Varlığı sona ermesi konularıydı.

Garantörlük ve Türkiyenin Garantörlükleri

Garantörlük kavramı belirli bir formatı olmasa da uluslararası hukukta özellikle çok taraflı anlaşmalarda ortaya çıkan bir konudur. Buna göre garantör ülke anlaşmada belirtilen konularda denetleyen, gözeten ülke olarak görev yapabilir. Garantör ülkenin, anlaşmada belirtilen garantörlük yetki ve haklarını kullanarak ilgili ülkelerin hak ve menfaatlerini koruyabilmesi için, gerekli kuvvet ve kudrete de sahip olması gerekmesidir. Aksi takdirde, belirtilen garantörlük konusu sadece kağıt üzerinde belirtilen bir husus olarak yer alacaktır.

Türkiyenin Kıbrıstan başka, uluslararası anlaşmalarda belirtilen iki garantörlük yetkisi daha bulunmaktadır. Bunlardan birincisi 16 Mart 1921 tarihinde imzalanan Moskova Anlaşması’na göre Türkiyenin Nahçıvan’ın statüsü ile ilgili garantörlük hakkına sahip olmasıdır. Bu anlaşma S.S.C.B.-Türkiye-Azerbaycan-Ermenistan arasında imzalanmıştır. Bu anlaşmaya göre anlaşmanın üçüncü maddesinde Azerbaycana bağlı olarak belirtilen Nahcivanda Türkiye bir nevi himaye hakkına sahiptir. İkincisi ise S.S.C.B.-Türkiye-Azerbaycan-Gürcistan-Ermenistan arasında 13 Ekim 1921 tarihinde imzalanan Kars Anlaşması’dır. Kars Anlaşması’nın 6ncı maddesi, 4ncü maddesine atıf yaparak Türkiye-Gürcistan sınırının Gürcistan tarafında yaşayan halkların hakları ile ilgilidir. Bu nedenle burada bahsedilen garantörlük konusu, sınırın Gürcistan sınırları içerisinde bulunan Acara Özerk Cumhuriyeti (Acaristan) ile ilgilidir. Her iki anlaşmada Garantör hususu açık olarak olarak bahsedilmese de Türkiyenin taraf olduğu bir anlaşmada başka bir ülke veya bölgeler üzerinde Türkiyenin belirli konular üzerinde hak iddia edebilmesi anlaşmada açık olarak belirtildiği için her iki husus da Garantörlük olarak değerlendirilebilir. Aslında her iki bölgede şimdiye kadar herhangi bir problem yaşanmaması bize garantörlüğün önem ve göstergesini daha iyi açıklamaktadır.

Çatışma Bölgeleri ve Garantörlük

Dünyada problem sahası olarak görülebilecek çatışma bölgelerine bakıldığında bu bölgelerdeki sorunlarda, Garantör ülke eksikliği, çatışmanın veya sorunun sürekli büyümesine neden olmaktadır. Bunlara örnek olarak İsrail-Filistin sorunu/çatışması verilebilir. Sorunun başlangıcından itibaren “Garantör” ülke olarak belirlenen bir ülke veya ülkeler grubu olsaydı, belki de şu anda böyle bir durumdan bahsedilmeyecekti. Bu konu ile ilgili diğer bir örnek ise en son yaşanan Ermenistan-Azerbaycan arasındaki savaştır. Yaşanan bu savaşta Türkiye, adeta “Garantör ülke” gibi davranmıştır. Bunun sonucunda imzalanan anlaşma ile Türkiye bu konudaki statüsünü daha da sağlamlaştırmıştır. Gelinen aşamaya bakıldığında hem yıllardır süren bir sorun büyük oranda çözülmüş, en azından bölgede barış rüzgarları esmeye başlamıştır. Yani garantörlük konusu veya anlayışı bir uluslararası ilişkiler sorununun çözümünde etkili olmuştur.

Şubat 22de başlayan Rusya-Ukrayna savaşında, savaşın ilerleyen günlerinde Türkiyenin garantörlüğü gündeme gelmiştir. Türkiyenin bu göreve önerilmesi dahi, Türkiyenin Rusya ve Ukrayna ile ilişkilerinde etkili olması, sorunun çözümünde etkili olabileceği ile ilgili her iki devlet tarafından kabul göreceği inancıdır. Şu anda gündemde olan “Tahıl Tahliyesi” konusunda yine Türkiyenin inisiyatif alması ve kabul görmesi bunun bir örneğidir. Büyük ihtimal bu sorun önümüzdeki günlerde çözülebilecektir.

Rum Tarafı ve Garantörlüğün İptali Konusu

Tüm bu değerlendirme ve analizlerden sonra, Rum tarafının hemen her görüşmede veya açıklamasında Türkiyenin garantörlüğünün sona ermesi konusundaki isteği daha iyi anlaşılabilmektedir. Çünkü garantörlüğün sona ermesi, adada Türk Askeri Varlığı’nın da sona ermesi anlamına gelecek, Türk Askeri varlığının sona ermesi ise ilk fırsatta adada Rum hakimiyetinin kurulması anlamına gelecektir. Bu çağda adada böyle çatışmaların olmayacağını söyleyenlere şunu hatırlatmakta fayda var. 15 Temmuz darbe girişiminin hemen akabinde Rum basınında da yer alan, “ne olduğunu tam olarak anlayamadık, anlasaydık fırsatı kaçırmazdık” türünden açıklamaları göz önünde bulundurmaları gerektiği salık verilmektedir.

Sonuç

Sonuç olarak özellikle dünyanın “çok kutuplu” olarak evrildiği bu günlerde, Kıbrısta her iki tarafça kabul edilebilecek çözüm ve çözümsüzlüklerde değişmeyecek tek hususun Türkiyenin uluslararası hukuk ve anlaşmalardan doğan “Garantörlük Hakkı ve Askeri Varlığı”nın korunması görülmektedir. Çünkü bu husus 1974de Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı olan Rahmetli Bülent Ecevit’in dediği gibi “Türkiye sadece Türklere değil, Rumlara da barış getirmiştir”. Türkiye en azından Rum tarafındaki darbeyi sonlandırmış ve Rum halkının demokrasiye kavuşmasını sağlamıştır. Dolayısıyla aslında Türkiyenin garantörlüğüne Rum halkı da sahip çıkmalıdır.