“KONUŞMANIZDA BELİRTTİĞİNİZ ADİL, DEMOKRATİK VE ÖZGÜRLÜKÇÜ BİR DÜZEN KURMA SÖZLERİ İYİ NİYETLİ SÖZLERDİR. ANCAK ŞU ANDA KKTC’NİN İÇİNDE BULUNDUĞU DURUMU DOĞRU YANSITMAMAKTADIR.”

Kıbrıs TMT Mücahitler Derneği Başkanı Yılmaz Bora,  Cumhuriyetçi Türk Partisi (CTP) Genel Başkanı ve CTP’nin Cumhurbaşkanı adayı Tufan Erhürman’a mektup gönderdi.

Kıbrıs TMT Derneği tarafından basınla da paylaşılan mektupta, Yılmaz Bora Tufan Erhürman’ın, adaylığını açıklanması sonrası yaptığı konuşmayla ilgili yorumlarda bulundu, Kıbrıs konusuna ilişkin görüşlerini Erhürman’a aktardı. 

Bora, Erhürman’a  adaylığınına açıklanmasından sonra yaptığı konuşmayla ilgili olarak, “Konuşmanızda belirttiğiniz adil, demokratik ve özgürlükçü bir düzen kurma sözleri iyi niyetli sözlerdir. ancak şu anda KKTC’nin içinde bulunduğu durumu doğru yansıtmamaktadır. Çünkü bu sözler KKTC’nin durumunun iyi olmadığını ima etmektedir.  Halbuki KKTC’nin mevcut durumu, gelişmiş bir çok ülkeden daha adil, daha demokratik ve daha özgürlükçüdür” ifadelerini kullandı.

CTP Genel Başkanı Tufan Erhürman’ın  Cumhurbaşkanlığı seçimi adaylığının hayırlı olması temennisinde bulunan Bora, “Karardan sonra yaptığınız konuşmada çözüm için mücadeleye devam edeceğinizi ve  amacınızın   adil,  demokratik,  özgürlükçü bir düzen kurmak olduğunu söylediniz. Pozitif ve iyi niyetli bir konuşma yaptınız. Ancak bazı gerçekleri göz ardı ettiğiniz ve vurgulamanız gereken önemli hususları vurgulamadığınız kanısındayız. Maalesef ülkemiz siyasileri sürekli olarak bazı gerçekleri göz ardı etmektedirler. Sizin de onlara katılmamanız en büyük dileğimizdir” ifadelerine yer verdi.

Bora ayrıca Erhürman’a, “Sizi iyi niyetli ve dürüst bir insan olarak tanıdığımız ve ülkemize yararlı olabileceğinizi düşündüğümüz için bazı gerçekleri bilginize getirmek ve anımsatmak istiyoruz” diyerek kaleme aldığı 17 sayfadan oluşan  mektupta Kıbrıs konusuna ilişkin değerlendirme bulundu.

Sayın Tufan Erhürman’a  açık mektup

Sayın Tufan Erhürman

CTP Genel Başkanı

Nisan 2020 seçimlerinde KKTC Cumhurbaşkanı adayı

Lefkoşa.

CTP Parti Meclisi tarafından Nisan 2020 de yapılacak KKTC Cumhurbaşkanlığı seçimine  aday gösterildiniz.  Adaylığınızın ülkemize hayırlı olmasını dileriz.

Karardan sonra yaptığınız konuşmada çözüm için mücadeleye devam edeceğinizi ve  amacınızın   adil,  demokratik,  özgürlükçü bir düzen kurmak olduğunu söylediniz.

Pozitif ve iyi niyetli bir konuşma yaptınız. Ancak bazı gerçekleri göz ardı ettiğiniz ve vurgulamanız gereken önemli hususları vurgulamadığınız kanısındayız.

Maalesef ülkemiz siyasileri sürekli olarak bazı gerçekleri göz ardı etmektedirler. Sizin de onlara katılmamanız en büyük dileğimizdir.

Bildiğiniz gibi TMT, 1958 de başlayan Kurtuluş Mücadelesinde ön safta yer almış ve Anavatanın desteği ile Kıbrıs Türk Halkının yok olmasını önlemiştir. Kıbrıs Türk Halkının özgürlüğe kavuşmasında ve bağımsız bir devlete sahip olmasında TMT en etkili rolü oynamıştır.

Maalesef devletimiz yasal oluşumunu yani uluslararası alanda tanınmasını tamamlamış değildir.  Bu durumu fırsat bilen ve özgür bir halk olmamızı istemeyen çevreler devletimizi yıkma çabası içindedirler. Özgürlüğümüzü yitirme tehlikesi ortadan kalkmış değildir. 

Özgür bir devlete kavuşmamızda ve güven içinde yaşamamızda en etkili rolü oynamış olan TMT,  karşılaştığımız yeni tehlikeler karşısında siyasilerimizi uyarma görevini yerine getirmeye çalışmaktadır.

Sizi iyi niyetli ve dürüst bir insan olarak tanıdığımız ve ülkemize yararlı olabileceğinizi düşündüğümüz için bazı gerçekleri bilginize getirmek ve anımsatmak istiyoruz.

1. Anımsatmak isteriz ki:

Konuşmanızda belirttiğiniz adil, demokratik ve özgürlükçü bir düzen kurma sözleri iyi niyetli sözlerdir. Ancak şu anda KKTC’nin içinde bulunduğu durumu doğru yansıtmamaktadır. Çünkü bu sözler KKTC’nin durumunun iyi olmadığını ima etmektedir.  Halbuki KKTC’nin mevcut durumu, gelişmiş bir çok ülkeden daha adil, daha demokratik ve daha özgürlükçüdür.

Bu gerçeği anlamak için dürüst ve tarafsız bir araştırma veya gözlem yapmak yeterlidir. Ne var ki Kıbrıs’a egemen olmak isteyen Rum faşizminin içine sindiremediği gerçek de budur. Rum faşizmi bizim bu özelliklere sahip özgür bir devlet kurmamızı kabul edememektedir. 

Bu nedenle her fırsatta KKTC’nin sahte bir devlet olduğunu açıklamakta, buradaki demokratik düzeni kırmak ve yok etmek istemektedir. Rum faşizminin amacı egemenliğini Kuzey Kıbrıs’a yaymak ve tüm Kıbrıs’ı 1974 öncesinde olduğu gibi işgal etmektir.

Konuşmanızda Rumların bu saldırgan tutumlarına karşı konuşmanızda KKTC’nin başarılarından söz etmeniz,  KKTC’nin özgür bir devlet olduğunu ve yıkılmaması gerektiğini söylemeniz gerekmez miydi? Bunları söylememekle faşist Rum görüşlerini dolaylı olarak desteklemiş olmuyor musunuz?

2. Anımsatmak isteriz ki:

Konuşmanızda çözüm için mücadele edeceğinizi söylediniz.  Halbuki bize göre Kıbrıs’a çözüm de barış da 1974 de gelmiştir. Bugün çözümden söz edenler gerçekte barış ortamının yok olmasını ve çözümsüz kavga içinde bir Kıbrıs oluşmasını isteyenlerdir.

Bu gerçeği anlayabilmek için Kıbrıs Rum halkını iyi tanımak gerekir. Kıbrıs Rum halkı bugün dünyada mevcut en aşırı milliyetçi ve en faşist halklardan biridir.

 Faşist Rum halkı oldukça eğitimli olduğu ve 2’nci Dünya Savaşından sonra tüm dünyada faşizmin ayıplanan bir ideoloji olduğunu bildiği için faşist özelliğini kamufle eden bir kültür oluşturmuştur.  Buna rağmen ne kadar kamufle ederse etsin bir çok olayda faşist karakter ortaya çıkmakta ve dişlerini göstermektedir. Kıbrıs Rumları ve Yunanlılar aşırı milliyetçilikte eski Yugoslavya’da yaşayan  Sırplar ve  Hırvatlarla at başı gitmektedirler.

Bir halkın yöneticileri de doğal olarak aynı görüşte olan insanlar arasından seçilir. Bu nedenle Kıbrıslı Rum Yöneticiler dünyanın en faşist yöneticileri arasında yer almaktadır.  

Tarafsız ve dürüst bir araştırmacı açıkça görür ki Kıbrıslı Rum Yöneticiler hiç tereddüt etmeden katliamlar yapacak bir düşünce yapısı içindedirler. Kendileri yapmasalar bile yapanları onaylayacak ve ödüllendireceklerdir. Geçmişte Türkleri öldüren Rum teröristlerin kimler olduğu bilinmesine rağmen yargılanmamalarının hatta ödüllendirilmelerinin nedeni budur. Kültür ve inanç olarak Girit’te katliamları yapan kardeşlerinden hiç farkları yoktur. 

Faşistlerin yüzlerce insanı öldürdükten sonra bile en küçük bir vicdan azabı duymadıkları ve hatta yaptıkları ile övündükleri bilinmektedir.

Konuşmanızda Rum Halkı ve Yöneticilerin bu faşist özelliklerine değinmeniz ve bu nedenle halkımızın karşı karşıya olduğu tehlikenin altını çizmeniz gerekmez miydi? Bu tehlikeden hiç söz etmemeniz bir eksiklik değil mi?

3 . Anımsatmak isteriz ki:

Hitler Almanya’sı “soykırım” suçunun mucidi ve failidir. Yunanlılar ise “etnik temizlik” suçunun mucidi ve faili olarak bilinirler.  “Soykırım” bir halkı toptan yok etmeyi amaçlar. O halktan bireylerin kaçmasını da engelleyerek tümünü öldürmeye çalışır.  2’nci Dünya savaşında Hitler’in yaptığı gibi.

 “Etnik temizlik” ise kısmen öldürmeyi, kısmen korkutup kaçırarak bir halkı ülkesinden uzaklaştırmayı  amaçlar. Her iki fiil de insanlığa karşı işlenen en ağır suçlardır.

Kıbrıslı Rum Yöneticiler Kıbrıs’ta  etnik temizlik suçları işlemek için planlar yapmışlar  ve  bu suçları işlemeye teşebbüs etmişlerdir. Hazırladıkları etnik temizlik planları Akritas Planı ile İphestos Planıdır.

Akritas Planını hazırlayan Kıbrıs Rum Yönetimi İç İşleri Bakanı Yorgacis idi. Planı hazırlayanlar arasında Cumhurbaşkanı Makarios ve  Meclis Başkanı Klerides de vardı. Bu plan uyarınca Kıbrıs Türk Halkının bir bölümü öldürülmeye başlanmış ve geriye kalanlarında da  korkup kaçacağı düşünülmüştü. Böylece Kıbrıs’ın Türklerden temizlenmesi planlanmıştı.  Planı dikkatle inceleyenler ve satır aralarını okuyanlar bu planın Türklere karşı hazırlanmış bir etnik temizlik planı olduğunu açıkça görürler. Bu konuda en küçük bir kuşkuları kalmaz. 

Bilinen bir gerçektir ki faşistler işledikleri cinayetler nedeniyle pişmanlık duymazlar, aksine övünürler. Kıbrıs’ta da böyle olmuş ve ilk zamanlarda gizli tutulmuş  Akritas planı daha sonra övünülerek anlatılmıştır. Plan 21 Nisan 1967 tarihinde Patris Gazetesi’nde  yayınlanmıştır. Bir süre sonra Cumhurbaşkanı seçilen Klerides’in anılarında da tüm metin yayınlanmıştır.

Bilindiği gibi Akritas planına karşı TMT’nin efsanevi direnişi başlamış ve Anavatanımız Türkiye’nin desteği ile Kıbrıs Türk Halkı yok olmaktan kurtulmuştur. Anavatanımız Türkiye, Akritas planı gereğince gerçekleştirilen her saldırıya karşı önlem almış ve saldırı devam ederse Kıbrıs’a müdahale edeceği uyarısında bulunmuştur. Bu nedenle Akritas planını yönetenler saldırıları durdurmak zorunda kalmışlardır. Akritas Planı birçok cinayete neden olmakla birlikte hedeflediği amaca ulaşamamış, böylece Kıbrıs Türk Halkı yok olmaktan kurtulmuştur.

Cumhurbaşkanı adayı olurken yakın geçmişte etnik temizlik girişimlerinin mağduru olmuş Kıbrıs Türk Halkının geçirdiği tehlikelerden söz etmeniz ve  gelecekte bu tür felaketlere karşı halkımızı  korumak için önlem alacağınızı  söylemeniz gerekmez miydi? Bu konuya hiç değinmemeniz bir eksiklik değil mi?

4 . Anımsatmak isteriz ki:

Akritas planı uygulanırken Anavatan Türkiye’nin  saldırıya  devam edilirse  müdahale edileceği uyarısında bulunması nedeniyle planı uygulayanlar saldırıyı durdurmak zorunda kalmıştır.. Bu nedenle Akritas  planı teşebbüs halinde kalmıştır. Ancak bu durum Rum Yöneticileri faşist ideallerinden vazgeçirmiş değildir.

 Akritas Planı ile sonuç alamayacaklarını anlayan Rum Yöneticiler ikinci etnik temizlik planı olan İphestos Planını hazırladılar. Bu plan “Türkiye müdahale ederse kurtaracak Türk bulamamalı” planı idi. Türkiye’ye müdahale fırsatı vermemek için Kıbrıs Türklerinden kurtulma düşüncesine dayanıyordu.  Yani Kıbrıs Türklerini toptan yok etme planı idi.

İphestos planı Rum Yöneticilerle Kıbrıs Rum ordusu subayları tarafından hazırlanmıştı.  Kıbrıs Türklerinin yaşadığı tüm yerleşim birimleri belirtilmiş ve her birinin nasıl yok edileceği planlanmıştı.

Bilindiği gibi 21 Aralık 1963 den sonra Kıbrıs’ın %97 si Rum ordusu tarafından işgal edilmişti. 15 Temmuz 1974 de  ise  Anayasal düzene karşı  bir darbe yapılmış  ve darbe Hükümeti Kıbrıs’ın Yunanistan’a bağlanmasına  karar  vermişti. Anayasal düzeni korumak amacıyla 20 Temmuz 1974 de başlayan Barış Harekatına karşı işgal düzenini devam ettirmek isteyen Rum ordusu  saldırıya geçti.

Bu aşamada önemli bir husus dikkatlerden kaçmaktadır. 20 Temmuz 1974’de Rum saldırıları sadece Türk ordusuna karşı yapılmış değildir. Aynı anda İphestos etnik temizlik planı da uygulanmaya başlanmıştır.  İphestos planı gereğince Kıbrıs Türklerinin yaşadığı tüm bölgelere saldırılmış yani toptan yok etme planı uygulanmak istenmiştir.

İphestos planı en küçük Türk köyünün bile hangi güçler tarafından nasıl kuşatılıp yok edileceğini belirtmekteydi. Mağusa kuşatması, Serdarlı saldırısı, Taşkent, Muratağa, Atlılar katliamları bireysel kararlarla tesadüfen gerçekleşmiş olaylar değildir. Yapılanlar Kıbrıs Türklerini toptan yok etme planı gereğince yapılmaktaydı. Türk ordusu çok süratli hareket etmese ve başarılı olmasa  İphestos  planı aynen uygulanacak  ve Kıbrıs Türkleri yok edilecekti.

Bilindiği gibi 20 Temmuzu izleyen birkaç gün içinde Girne ve civarı Türk ordusunun kontrolüne geçti.  Bu bölgede yaşayan Rum halkının bir bölümü Güneye göç etti. Ancak göç etmeyenler de vardı. Türk ordusunun kontrolündeki bölgede yaşamaya devam eden Rumlar vardı. 

Rum Yöneticiler, Kıbrıs Türkleri Taşkent de olduğu gibi toptan öldürülürse Türk bölgesinde kalan Rumların da aynı şekilde öldürüleceği kaygısı içine girdiler. Bu nedenle Kıbrıs Türklerine karşı planladıkları katliamları gerçekleştirmekten vazgeçmek zorunda kaldılar. Kıbrıs Türklerini esir kamplarında toplayarak daha sonra Kuzeyde kalan Rumlarla mübadele ettiler. Böylece Kıbrıs Türk Halkı ikinci kez yok olmaktan kurtulmuştur.

İphestof planı Türk ordusunun kontrolüne geçen Yunan alay karargahında bulunmuş ve yıllar sonra  Kıbrıs Rum Yasama  Meclisinde yapılan bir soruşturmada ayrıntılı olarak anlatılmıştır. Rum ordusuna mensup bir albay niçin 1974 de Türk ordusuna karşı savaşmak için çıkarma bölgesine gitmeyip, Kıbrıs Türklerinin yaşadığı bölgelere örneğin Mağusa’ya saldırdıklarını anlatmak için bu konuda bilgi vermiştir.

Tarihsel gerçekleri araştıran her araştırmacı görür ki Kıbrıs Türk Halkı faşist Rum Yöneticilerin hazırladığı etnik temizlik planları ile iki kez yok olma tehlikesi geçirmiştir. Konuşmanızda bu gerçeğe değinmeniz ve gelecekte hazırlanabilecek benzer etnik temizlik planlarına karşı halkımızı uyarmanız gerekmez miydi? Bu konuya hiç değinmemeniz bir eksiklik değil mi?

5. Anımsatmak isteriz ki:

Kıbrıs Rum halkının faşist karakteri kolay değişecek bir özellik değildir. Bilim insanlarının görüşüne göre bir ulusun karakterinin değişmesi çeşitli faktörlere bağlı olarak uzun sürede gerçekleşebilir. Kıbrıs Rum milliyetçiliği dini inançla bağlantılı olan o kadar koyu bir milliyetçiliktir ki değişmesi için muhtemelen yüzlerce yılın geçmesi gerekecektir.

Henüz bu değişikliğin gerçekleşebileceğini gösteren hiçbir belirti yoktur.  Aksine yapılan gözlemler 1974 den sonra geçen sürede Kıbrıs Rumlarında milliyetçiliğin azalmadığını, aksine arttığını göstermektedir. 

Kıbrıs Rumlarında milliyetçilik azalmamış sadece mücadele yöntemleri değişmiştir. Sıcak savaş yerine soğuk savaşla mücadele dönemi başlamıştır.  Ayrıca aşırı milliyetçilik özelliklerini kamufle etme yöntemlerinde de değişiklikler olmuştur. Bazı Rum siyasi partiler Kıbrıs Türklerini aldatıp Rumların lehine anlaşmaya razı edebilmek için barışsever bir görüntü vermeye başlamıştır.

Bu nedenlerle bizim yaşam süremizde Rum faşizminden kaynaklanan tehlike sona erecek değildir. Uyuyan bir kurt gibi bir gün yeniden canlanacak ve Anavatan Türkiye’nin müdahale etme olanağı bulamayacağı bir zamanı kollayarak harekete geçecektir.

Konuşmanızda bu gerçekleri dile getirmeniz ve halkımızı Rum halkın faşist karakteri ve bu karakterin yarattığı tehlikeler konusunda uyarmanız gerekmiyor muydu?  Bunu yapmayıp Rum tarafından gelebilecek hiçbir tehlike yokmuş gibi çözümden söz etmeniz bir hata değil mi?

6. Anımsatmak isteriz ki:

Faşist halklar genellikle silahlı saldırılarla veya terörist eylemlerle hedeflerine ulaşmak isterler. Kıbrıs’ta da aynen böyle olmuştur. Ancak 1974’den sonra bu yöntemin sonuç vermeyeceğini anlayan Rum yöneticiler soğuk savaş diye isimlendirebileceğimiz yeni bir yöntem denemeye başladılar.  Bu da propaganda ve algı operasyonları ile Kıbrıs Türklerinin beynini yıkama ve aldatarak hedefe ulaşma yöntemidir.

1974 ü izleyen yıllarda Rum gazeteleri “Türk ordusunu savaşarak mağlup edemeyiz. Fakat propaganda ve algı operasyonları ile hedefimize ulaşabiliriz.   Bunun için yeterli bütçe ayırmalı ve son derece profesyonel bir soğuk savaş ordusu kurmalıyız. Varsın 3 tankımız eksik olsun, 3 tankın parasını soğuk savaş birimlerine ayıralım. Bu yöntemle 1974’de kaybettiklerimizi geri alabiliriz. Girit’te mücadelenin ne kadar uzun süre devam ettiğini unutmayalım  ” diye yazıyorlardı.

 Rum Yönetimi bu görüşler doğrultusunda hareket etti ve büyük  kaynaklar ayırarak dev ve profesyonel bir propaganda ordusu kurdu. Bu orduya bazı Kıbrıslı Türkleri de katmayı başardı.

1974 Barış Harekatı’ndan sonra birçok vatansever Türk aydını zafer kazanıldığını ve Kıbrıs sorununun sona erdiğini zannediyordu. Halbuki Rum faşizminin soğuk savaşı yeni başlamıştı. Bu soğuk savaş çok daha uzun ve tehlikeli olacaktı.

Rum soğuk savaşının amacı iki yönlü idi. Biri Kıbrıs Türklerini aldatarak Anavatanları Türkiye’yle anlaşmazlığa düşürmek ve zamanla fakir bir azınlık haline geleceği bir anlaşmaya razı etmek, diğeri uluslara arası kamu oyunu etkileyerek Türkiye’ye baskı yapılmasını sağlamak. Böylece Türkiye’yi taviz vermeye ve savaşta kazandığını masada kaybetmeye zorlamak.

Rum Yöneticiler soğuk savaşın uzun süren bir mücadele olacağını düşünüyorlardı.  İlk aşamada Rum Yönetiminin avantajlı olacağı bir ara düzene Türkiye’yi razı etmek onlar için yeterli olabilirdi. Ancak nihai amaçları tüm Kıbrıs’a egemen olmaktı. Girit’te sağladıkları başarıyı aynen tekrarlamak istiyorlardı.

Kıbrıs’ın durumunu tarafsız bir gözle değerlendirdiğimiz zaman sıcak savaşta yenilgiye uğrayan Rum faşizminin soğuk savaşta başarı sağladığını kabul etmek zorunda kalırız. Bu mücadele sayesinde faşist ve illegal Rum devleti yasal bir devlet olarak tanınmış ve uluslararası kuruluşlara üye olmuştur. Hukuk alanında da başarılı bir mücadele vermiş ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin Kıbrıs konusunda Türkiye aleyhine haksız ve adaletsiz kararlar vermesini sağlamıştır.

Uluslararası hukuk ilkelerine göre Rum Yöneticiler Akritas ve İphestos etnik temizlik planlarını hazırladıkları ve insanlığa karşı suç işledikleri  için    Uluslararası Ceza Mahkemesinde yargılanmaları gerektiği halde bu suçlardan söz eden olmamıştır. 

Dürüst bir akademisyen olarak bu gerçekleri görmeniz ve Rum Yönetiminin yürüttüğü soğuk savaşı ve yaptığı kara propagandayı önlemeye çalışacağınızı söylemeniz gerekmiyor muydu?

7. Anımsatmak isteriz ki

Devasa Rum propaganda örgütünün Kıbrıs Türk Halkının bir bölümü üzerindeki etkileri tahminlerin üzerinde olmuştur. Şöyle ki halkımızın bir bölümü 1974’ de gelen özgürlük ve barışın değerini anlayamamaktadır. Rumlarla eskiden olduğu gibi  karışık yaşamanın sakıncası olmayacağını zannetmektedir.

Kıbrıs Türklerinin bir bölümü anlamıyor ki Kıbrıs’ta kan dökülmesini durduran Barış Harekatı ve bunu izleyen yıllarda gerçekleşen nüfus mübadelesi ile iki ayrı devlet oluşmasıdır. İki devlet durumu ortadan kalkarsa nasıl bir anlaşma olursa olsun kavga içinde bir yaşam başlayacaktır. Bu gerçeği tüm dünya görmektedir. Aklı başında olan her dürüst insan biraz araştırınca veya tarafsız gözlem yapınca gerçek durumu kavrayabilir. Maalesef Rum propagandası bir kesim Türk Halkının gerçeği görmesini engellemektedir. 

Rum propagandası o kadar sürekli ve sık tekrarlanmıştır bazı Kıbrıs Türk siyasileri de bu görüşlere katılmış ve derhal çözüm istediklerini söylemeye başlamışlardır. Çözüm dedikleri 1974’de gelen barışın sona ermesi, KKTC’nin yıkılması ve Rum egemenliğine geçeceği açıkça belli olan bir devlet oluşmasıdır. Bu tehlikeli bir gelişme değil mi?

Dürüst bir aydın olarak bazı Türk siyasilerin düştüğü bu  gaflet, dalalet veya ihanetin önüne geçmeye çalışmanız  gerekmiyor mu?

8.Anımsatmak isteriz ki

Rum Yönetimi iki eşit devletin bir birini tanıyarak barış içinde yaşamasını faşist ideallerine ters görmektedirler. Bu nedenle Kıbrıs’ta mevcut durumun bir felaket olduğunu, statükonun kabul edilemeyeceğini,  mutlaka bir çözüme ulaşılması gerektiğini sürekli olarak tekrarlamaktadırlar. Halbuki Kıbrıs’a çözüm de barış da 1974’de gelmiştir.

O tarihten beri iki halk barış içinde yaşamaktadır. İki halk kendi demokrasilerini kurmuş ve ekonomik gelişmelerini sağlamıştır. Bu durum iki halk arasındaki düşmanlıkların unutulmasına ve iki halkın dost olmasına da yardımcı olmuştur.  

2’nci Dünya Savaşından sonra Alman ve Fransız halklarının dost olmasına benzer bir ortam oluşmuştur. Almanya ve Fransa bir birine saygılı iki ayrı ve eşit devlet olduktan sonra bu devletlerin halkları da dost olmaya başlamıştır. Aynı durum Türkiye ile Yunanistan arasında da gerçekleşmiştir.

 Kurtuluş savaşından sonra Türkiye ve Yunanistan’ın bir birini tanıyan iki ayrı devlet olması ayrıca nüfus mübadelesi ile global mal takasını gerçekleştirmiş olmaları kanlı bıçaklı olan iki halkı dost haline getirmiştir. Bu dostluk Kıbrıs’ta Rum faşizminin canlanarak Kıbrıs Türklerini öldürmeye başlamasına kadar devam etmiştir.

1974 den sonra Kıbrıs’ta oluşan barış ortamı da iki halkın ayrı ve eşit devletlerde yaşamasının barış ve dostluk olduğunu kanıtlamaktadır. Maalesef Rum faşizmi bu dostluktan memnun değildir. Bu nedenle iki ayrı devletin kalıcı olmasını engellemeye çalışmaktadır. İki halkı tekrar karıştırıp kavga içinde yaşatmak istemekte ve kavganın sonunda tüm adaya egemen olmayı ümit etmektedir.

Bu durumda gerçek bir barışseverin yapması gereken gerçeği halka anlatmak ve iki devleti kalıcı hale getirecek yani KKTC’nin tanınmasını sağlayacak çözümler aramak değil mi?

9.Anımsatmak isteriz ki

KKTC’nin asla tanınamayacağı ve bağımsız bir devlet olamayacağı faşist Rum propaganda uzmanlarının uydurduğu bir yalandır.  Rum Yönetimi Kıbrıs Türklerinin fakir bir azınlık halinde geleceği bir federasyon kurmayı faşist ideallerine uygun görmektedir.   Gerçekte bunu, tüm adaya egemen olacakları tarihe kadar geçerli olacak bir ara düzen olarak istemektedirler. Biraz inceleyince kalıcı bir federasyona inanmadıkları da ortaya çıkmaktadır.

Rum propagandası etkisi altında kalmış bazı Türk siyasiler Kıbrıs’ta siyasi eşitlik istediklerini ve bu amaçla  müzakere yapılmasına taraftar olduklarını söylemektedirler. Halbuki siyasi eşitlik devletler arasında olur. Şu anda Kıbrıs’ta fiilen siyasi eşitlik vardır. İki devletin bir birini tanıması halinde siyasi eşitlik kalıcı hale gelecektir.

Kıbrıs’ta iki halkın nüfuslarının eşit olmadığını iki halktan birinin  %80 diğerinin %20 olduğunu dikkate aldığımız zaman iki ayrı devlet dışında kurulacak herhangi devlet düzeninde siyasi eşitlik olması mümkün değildir. Bunun gerçekleşebileceğini söylemek halkımıza yalan söylemek demektir.

Bu nedenle siyasi eşitlik istediklerini söyleyen Kıbrıslı Türk siyasilerin öncelikle Rum devleti ile eşit statüye ulaşmak yani KKTC’yi tanıtmak için mücadele etmeleri gerekir. Bunu yapacaklarına KKTC’nin yıkılmasına neden olacak görüşler öne sürmeleri kabul edilemez. 

Ayrı bir devlet olarak AB ye girmek de siyasi eşitliği sağlayabilir. Bunu talep etmeyip hilkat garibesi bir federasyon kurarak ve bu federasyonda ne anlama geldiği tartışmalı bazı kurallar belirleyip bu kurallar sayesinde siyasi eşitliğin kazanılacağını söylemek  halkı aldatmaya çalışmaktır.

Gerçek bir barışsever iseniz siyasi eşitliği ortadan kaldıracak çözümlere karşı çıkmanız  ve KKTC’nin Rum devleti ile eşit konuma gelmesi  yani tanınması için çalışmanız gerekmiyor mu? İki halkın, ayrı ayrı kendi devletlerinde sonsuza dek barış içinde yaşamaları daha doğru bir çözüm değil mi?

10.Anımsatmak isteriz ki

Rum Komünist Akel Partisi kurulduğu tarihte sol ideolojiyi benimsemekteydi. Geçmişte sağcı faşist Rum partilerle çatıştığı dönemler olduğu bilinmektedir. 

Akel’in Enosis yani Yunanistan’la birleşmek isteyen kararlar alması ve etkinliklerde bulunması sol görüşlü Kıbrıslı Türklerin midesini bulandırmıştı. Buna rağmen 1980 öncesi tutumunun komünist ideolojiye fazla ters düşmediğini söyleyebiliriz. Ancak bugün durum değişmiştir.

Bilindiği gibi 1980’li yıllardan sonra  tüm dünyada komünist partilerde dramatik değişiklikler olmuştur.  Tümü sağa kaymış, bazıları en sağa kayarak faşist partiler haline gelmiştir.  Bu durumu eski Yugoslavya’da açıkça görüyoruz. Orada ırkçı gerekçelerle katliam yapanlar, kadınlar ve çocukları öldürenler eski Komünist partisi üyelerinden başkası değildi.

Araştırma yapan her hangi bir bilim insanı veya araştırma yapan dürüst bir insan   açıkça görür ki Akel  1980’li yıllardan sonra  sağa kaymış  ve Kıbrıs Rum sağ  partilerle aynı idealleri paylaşmaya başlamıştır. Rum faşizmine hizmet etmek için en sağcı partilerle yarış içine girmiştir.

 Barış Harekatından sonra Rum faşizmi sıcak savaş yerine soğuk savaşla hedefine ulaşmak için mücadele etmeye  başlamıştır. Bu mücadele yöntemi, propaganda ile  Kıbrıs Türklerini aldatarak,  devletlerinden vazgeçirmek ve Rum Yönetiminin egemen olacağı bir devlete razı etmek şeklinde özetlenebilir. 

Bu propaganda çalışmasında Akel, son derece etkili bir rol oynamaya başlamıştır.  Akel  CTP’li dostlarına sol ideolojiye sadık olduğu yalanını söyleyerek onları  aldatma  mücadelesinde  eşsiz bir fırsat yakalamıştır.  Dünyadaki değişiklikleri izleyemeyen  CTP  üyeleri Akel’in sol bir parti olmaya devam ettiğini zannederek  Rum milli idealleri doğrultusunda öne sürdüğü görüşlere inanmaya ve bu görüşleri izlemeye  başlamışlardır. 

1980’li yıllardan sonra  dünyadaki tüm sol ve komünist partiler sağa kaymıştır. Ancak onlar kendi uluslarının sağına kaymıştır.  CTP ise kendi ulusunun sağına değil Akel’le birlikte Rum sağına kaymıştır. Maalesef CTP’nin benimsediği görüşler ve izlediği politika Rum milli ideallerine hizmet etmektedir.

CTP ve yandaşları Rum sağının görüşlerini benimsemenin solculuk olduğunu zanneden bir yanılgı içindedirler. Ülkemizin yaşadığı en büyük trajedi ve karşılaştığımız en büyük tehlike budur.

Sizi iyi niyetli bir insan, dürüst bir akademisyen olarak tanıyoruz. Bu nedenle  yukarıda anlattığımız görüşlerin doğru olup olmadığını araştırmanızı bekliyoruz. Eğer bu  görüşler doğru ise bir özeleştiri ile CTP’ yi Akel den uzaklaştırıp dünyadaki tüm diğer sol partiler gibi kendi ulusunun ve halkının çıkarlarını savunan  bir parti haline getirmeye çalışmanız gerekmiyor mu?

11.Anımsatmak isteriz ki

Akel’in başını çektiği faşist Rum propagandası bir taraftan Rum milli ideallerine hizmet edecek görüşleri Türk aydınlarının beynine yerleştirmeye çalışırken diğer taraftan da Türk vatanseverleri itibarsızlaştırmaya çalışmaktadır.

Rum faşizmine karşı efsanevi mücadele vermiş ve Kıbrıs Türk Halkının yok olmasını önlemiş olan TMT aleyhine de çok şey söylenmektedir. TMT’nin sağcı, hamasetçi, faşist ve barış karşıtı olduğu iddia edilmektedir.  Bu görüşler önce Akel yönetim kurulunda ifade edilmekte ve daha sonra kendilerini solcu veya barışsever diyen bazı CTP üyeleri tarafından  papağan gibi tekrarlanmaktadır.

Onlara anlatmak isteriz ki biz  Atatürk Milliyetçisiyiz. Anavatanda başlayan Kuvayi Milliye ruhunun devamıyız. Bizim milliyetçiliğimizin Rum faşizmiyle en küçük bir benzerliği yoktur. Biz halkımızın özgür olmasını kendi devletinde özgürce yaşamasını ve yücelmesini istiyoruz. Başka halkların yaşadığı topraklarda gözümüz yoktur. Misakı Milli ilkeleri ışığında tüm halkların  özgür ve barış içinde yaşamasını arzu ediyoruz. 

Dünyanın en insancıl ve en barışsever lideri olan Sn. Bülent  Ecevit, Ulu Önder Atatürk’ün izinde hareket ederek  Kıbrıs’ın 2/3 ünü Rumlara bırakmış ve onların da kendi devletlerinde özgürce yaşamalarına fırsat vermiştir. Maalesef Rum Yöneticiler bu yaklaşımın değerini anlayamamışlardır.

 Aşırı milliyetçi yani faşist oldukları için sürekli genişlemek, KKTC’yi ortadan kaldırmak ve ileride Rum egemenliğine girecek bir devlet kurmak istemektedirler. Bunun için propaganda ile Kıbrıs Türklerini aldatma yöntemini uygulamaktadırlar.  İlk aşamada hedefleri 1974’de gelen barışı bozmak ve Kıbrıs Türk halkının güven içinde yaşamasını sağlayan KKTC ye son vermektir.

Faşist Rum propagandasını yapmada Akel Rum siyasi partileri arasında başı çekmektedir. Eskiden sol bir parti olduğu için saf Türkleri aldatmada başarılı olmaktadır. Söylenen her türlü yalanı CTP’liler doğru zannetmektedir. 

Bu yalan propagandanın durdurulup gerçeğin ortaya çıkarılması gerekir. Çünkü bu yapılmazsa barış istediğini söyleyen Kıbrıslı Türkler bir gün kendilerini ateşin  içinde  bulacaklardır.

Anlattığımız bu gerçekler size şaşırtıcı gelebilir. Çünkü bu görüşler faşist ve barış düşmanı bir parti olan Akel’in bir kısım Kıbrıslı Türklerin beynine yerleştirdiği yalanlardan çok farklıdır. Bu durumda dürüst bir akademisyen olarak araştırma yapmanız ve eğer söylediklerimiz doğru ise yalanlardan uzaklaşıp gerçek barışın yanında yer almanız gerekmiyor mu?

12. Anımsatmak isteriz ki

Dünyada savaşlardan ve toplu göçlerden sonra sorunlar her zaman iki devlet arasında yapılan global bir anlaşma ile çözülmüştür. Bireysel bir yöntemle yani iki halktan bireylerin birbirini dava ederek sorunları çözebildiği görülmüş  veya işitilmiş değildir.

 Buna rağmen aşırı milliyetçi yani faşist Rum liderler Kıbrıs’ta kontrollü bir iç savaş çıkararak 1974 öncesine geri dönmek, böylece Barış Harekatında kaybettiklerini geri almak ve Kıbrıs’a egemen olma yolunu açmak istemektedirler. Bu nedenle iki halkı davalaştırarak ve kavga ettirerek sorunları çözme yöntemini ısrarla savunmuşlardır.

Rum siyasilerin ısrarı ile bu yöntem Annan planına da girmişti. Bu nedenle Kıbrıs’ta  Rum propagandasına kanmış Kıbrıslı Türkler dışında tüm dünya Annan planının bir barış planı değil savaş planı olduğunu biliyordu.

Bilindiği gibi son değerlendirmede Rum Yönetimi ve Akel savaşın kendileri için yeterince salim olmayacağını düşündüler ve U dönüşü yaparak plana karşı çıktılar. U dönüşü yapmalarının nedeni Türkiye’nin garanti hakkının devam edeceğini öğrenmeleri idi. Türkiye’ye bir kez daha müdahale ederek Kıbrıs Türklerini kurtarma fırsatı vermek istemiyorlardı.

CTP ve yandaşları bu U dönüşünün niçin gerçekleştiğini anlayabilmiş değildirler. Annan Planının iki halk arasında gerçekleşebilecek iyi bir anlaşma olduğuna ve Kıbrıs’a barış getireceğine inanıyorlardı.  Halbuki başta Rum Yönetimi ve Akel olmak üzere tüm dünya Anan Planının bir savaş planı olduğunun farkındaydı ve savaşın nasıl sonuçlanacağının hesabını yapmakla meşguldüler.

Annan Planının reddinden sonra Plan yandaşı Türkler Akel’e koşarak “Acaba planda beğenmediğiniz neydi? Söyleyin de değiştirelim, bir orta yol bulalım” dediler. Akel Yöneticileri bu saf Türkler karşısında yutkunup durdular. Neyi beğenmediklerini söyleyemediler. Çünkü planda beğenmedikleri bir şey yoktu. İnsanların bu kadar saf olmasına şaşmakla yetindiler.

Annan Planında Rum Yönetiminin istediği her şey vardı. Daha sonra müzakerelerde kabul edilen hususlarda da onların istediği her şey vardır. Yine de Rum Siyasiler bir anlaşmaya varmaktan çekiniyorlar.  Çünkü böyle bir anlaşmanın iç savaşa neden olacağından emindirler. Savaşta Türkiye’nin müdahale ederek bir kez daha Kıbrıs Türklerini korumasını istemiyorlar.

Annan planından sonra bir Rum çıkıp gerçeği söyler de Rum propagandası etkisi altında kalmış Kıbrıslı Türkler  derin rüyalarından uyanırlar diye ümitle bekliyorduk.  Bir gün bu da gerçekleşti. Akel’in Rum Hükümetindeki temsilcisi olan Dışişleri Bakanı Lilikas ısrarla Annan planına niçin karşı olduklarını soran CTP’lilere “Annan planı kabul edilseydi savaş çıkacaktı. Onun için kabul etmedik” dediDiğer Akel yöneticileri de aynı gerçeği ifade ettiler. 

Rum propagandası etkisi altında kalmış Kıbrıslı Türkler   “Nasıl olur? Biz Annan Planını barış planı sanıyorduk. Siz ise savaş planı olduğunu ve savaş koşullarını beğenmediğiniz için plana karşı çıktığınızı söylüyorsunuz. İnanmak mümkün değil” diye yanıt vermediler. Hiçbir şey onları derin uykularından uyandırmaya yetmeyecekti.

Rum propagandası Kıbrıs Türklerinin bir bölümünü gerçek dünyanın dışına taşıyarak hipnoz içinde yaşar hale getirmiştir. Bu yanılgılar devam etmektedir. Müzakerelerde anlaşmaya varılan hususlar Kıbrıs Türklerinin yine tehlikeli bir noktaya doğru sürüklendiğini göstermektedir.

Geçmişte iki kez Kıbrıs Türklerinin yok olmasını önlemede etkin rol oynamış TMT bir kez daha halkımızın tehlikelerle karşı karşıya olduğunu görmekte ve siyasilerimizi uyarma görevini yerine getirmeye çalışmaktadır.

13. Anımsatmak isteriz ki

Kıbrıs’ta kalıcı çözüm ve barış bir birini tanıyan iki ayrı devlet arasında gerçekleşebilir.  Bunun dışındaki formüller komşu devletlerde olduğu gibi çözümsüz çatışmalara ve iç savaşlara neden olacaktır. Böyle bir çatışmada Kıbrıs Türk Halkı bir kez daha yok olma tehlikesi ile karşı karşıya kalacaktır.

Rum faşizmi uyuyan bir canavardır. Müzakereleri sürdürecek ve Türkiye’nin Kıbrıs Türklerini kurtarmak için müdahale edemeyeceği koşullar oluşursa aldattığı Kıbrıs Türklerinin de yardımıyla çarpık bir anlaşma ile Kıbrıs’ı ateşe atacaktır.

Bu durumda barış oldu diye sevinenler ve korumasız kalanlar bir süre sonra  kendilerini Girit Türkleri ve Bosna Müslümanları   gibi mezbahaya götürülürken bulacaklardır.

 Unutmamak gerekir ki faşizm affetmez.  Aldatmak için dost görünür fakat hedefine ulaşmak için her cinayeti işleyebilir. Bu benim dostumdu, bu değildi diye ayırım yapmayacaktır. Ne Girit’te ne de Bosna’da yapmamıştır.

Cumhurbaşkanlığı görevi Kıbrıs sorununun çözümü için müzakere yapmayı da içermektedir. Seçimi kazanmanız halinde yapacağınız müzakerelerde değindiğimiz tehlikeleri dikkate alacağınızı ümit ediyoruz.

 İyi bir insan ve dürüst bir akademisyen olduğunuza inanıyoruz.  Bu nedenle öne sürdüğümüz görüşlerin ve kaygıların doğru olup olmadığını araştıracağınızı ümit ediyoruz.

Kıbrıs’ın kurtuluşu sizin yapacağınız bu araştırmaya ve tehlikeleri görmenize bağlı olabilir.

Bu temenniler içinde adaylığınızın ülkemize hayırlı olmasını dileriz.