“…Anamız, avradımız, yârimiz. Ve sanki hiç yaşamamış gibi ölen.

Ve soframızdaki yeri öküzümüzden sonra gelen kadınlarımız” dizeleri Nazım Hükmet’in Kuvay-i Milliye Destanı eseri içerisinden küçücük bir kesit.

Ve erkek egemen yani ataerkil karakteri ve ruh halini de toplumun yüzüne koskocaman bir tokat gibi çarpan modern toplumların en büyük çelişkisi değil de nedir, şairin dizelerinde yer alan gerçeklik.

Birleşmiş Milletler Kadın Birimi’nin 2019’da yayınladığı istatistikler arasından sadece birkaçı dünya genelinde kadınların maruz kaldığı ayrımcılığı tüm çıplaklığı ile gözler önüne sermekte.

BM İstatistiklerine göre ;

Dünya çapında yapay zekâ ve veri analizi profesyonellerinin sadece yüzde 26’sı kadın.

Dünyanın 39 ülkesinde kız ve erkek çocukları mirastan eşit pay almıyor.

Toplumsal eşitliğin en yüksek düzeyde olduğu ilk 5 ülke; İzlanda, Norveç, Finlandiya, İsviçre ve Nikaragua.

Toplumsal eşitliğin en düşük düzeyde olduğu ilk 5 ülke; Yemen, Pakistan, Irak, Suriye ve Çad.

Küresel iş gücüne katılım oranı kadınlar için yüzde 63, erkekler için yüzde 94.

Fortune 500 şirketlerinin yüzde 6.6’sında kadın CEO görev yapıyor.

Dünya çapında yüzde 41 oranında kadın, doğum yardımı alıyor.

Kadınların ev işlerine (ücretsiz) olarak katılımı erkeklerin 3 katı daha fazla.

Dünya çapında çocukları ile yalnız yaşayan ebeveynlerin yüzde 84’ü kadın.

Dünyada film yapımcısı kadın oranı yüzde 21.

Dünya çapında bugünkü koşulların sürdüğünü varsayarsak, toplumsal eşitliğe 99.5 yıl sonra ulaşabileceğiz.

Dünya kadınlarının yüzde 30’u partnerleri tarafından fiziksel ve/veya cinsel şiddet gördüklerini ifade ediyor.

Ve dünyada kadın parlamenter oranı 2020 yılında 24.9 oranında gerçekleşti.

Eğitim basamaklarında ilerleme, ekonomiye katılım yani iş dünyasında yer etme ve siyasete katılım olgularında dünya genelinde kadınların karşılaştığı eşitsizlikler ülkelerin gelişmişlik derecelerine göre değişse de Birleşmiş Milletler Kadın Biriminin istatistiklerinde de görüldüğü üzere değişmeyen tek şey kadınların kaderi.

Cinsiyete dayalı ayrımcılık ve eşitsizliğin değişemeyen kurbanları sadece ve sadece kadınlar olmakta.

Erkek egemen yani ataerkil toplumlara hakim olan kadına bir meta olarak bakılmasının da modern çağın en büyük çelişkilerinden hatta utançlarından biri olduğu şüphe kaldırmaz bir gerçek.

Görece azgelişmiş bölgelerde örneğin sadece kırsalda ve varoşlardaki kadınların değil eğitimli aydın olan kadınların bile şiddete maruz kalması olgusu dünyanın her yerinde bir realite olması cinsiyete dayalı ayrımcılık ve eşitsizliğin azgelişmişlik ile doğrudan ilgisi olduğu mitini de yıkmakta.

Gerek sosyal çevrelerinden gerekse kariyer çevrelerinden dışlanma ve/veya ayıplanma ve/veya zayıf görünme korkusu ile eğitimli kadınların maruz kaldıkları şiddeti gizlemeleri ise yıkılan azgelişmişlik/gelişmişlik paradoksunun üzerine bir utanç tablosu inşa etmekte.

Ve 25 Kasım Kadına Şiddet ile Mücadele Günü’nde bilindik ezberler ile etkinlik ve açıklamaların gölgesinde günü kurtarmaktan öteye gidememek ise utanç tablosunun veya madalyonun diğer yüzü.

Eğitim, siyaset ve ekonomiye aktif katılım noktasında cinsiyete dayalı eşitsizliği/ayrımcılığı ve böylesi bir utanç tablosunu yıkacak bir ezber bozmadan öteye gitmeli 25 Kasım’lar ve 8 Mart’lar.