1970’li yılların sonları….

Dünya petrol savaşları, ülkelerde petrol krizleri, ekonomilerin küçülme sancıları, Soğuk Savaş’ın baş aktörleri  “sağ ve sol emperyalistlerin”  dünyayı bölüşme çabaları uğruna kaybolan yitip giden kuşaklar ve Akdeniz yine sıcakken Kıbrıs’ın şehirlerini, kasabalarını ve köylerini farklı bir neşe kaplardı….

Bayram yeri kurulur, festivaller düzenlenir ama en önemlisi uçacıklar yine gelirdi….

Başka hiçbir yerde rastlanılmayacak, mavi, yeşil, sarı, turuncu ve kırmızı renkleri ile uçacıklar, bin bir acı çekmiş dünün çocuklarının yüreklerine ve geleceğin büyüklerinin yüzlerine kahkahalar ekerdi.

Gün hızlı doğar, ancak pamuk şeker kokusunda bitmek bilmeyen gün, akşama kavuşmamak için uzadıkça uzardı…

Gözlerin, kulakların, duyguların ve yüreklerin sofrada olduğu ve değerini bugün daha iyi anlaşılan ve özlenen akşam yemeklerinin bir an önce bitmesini isterdi yüreği çocuk olan ve hep çocuk kalanlar.

Çünkü uçacıklar beklerdi….

Yaşı 90’ına gelen herkesin tanıdık olduğu bir cümle idi, “baba, uçacıklara gidelim.”

Ve 1970 sonrası doğan dünün çocuklarının içini sevinç ile dolduran sihirli bir kelime idi, uçacıklar.

Binbir renk cümbüşü  ile sadece onlara ait olan tarifsiz sarı, yeşil, mavi, kırmızı ve turuncu  renkleri ile uçacıklar dönerken günler geçti , soframızda gülen yüzler eksildi, uçacıkları bekleyenler büyürken sonradan gelenler ne olduğunu bilmeden dünya ve insanlar değişti…

Ve uçacıklar zamana direnirken, uçaklar bugünlerde Kıbrıs’ın kuzeyine endişe ve korku taşımakta.

Kıbrıs’a, toprağımıza dokunan her uçak ile bencilliğimiz bir kat daha ortaya çıkmakta.

Karantina koşullarını, deniz manzaralı oda, kuş tüyü yatak ve benzeri şımarıkça talepler temelinde eleştirenler bir yanda, hiçbir şeyden memnun olmayan ve her şeyin en iyisi ile doğrusunu ! bilenler bir yanda, her inen yolcu uçağını politikaya malzeme yapmak için bekleyen seçilmişler bir yanda, Covit-19 tehditi ile mücadele günleri geçerken Kıbrıs Türk’ü olarak uçacıklar günlerinin masumluğunu unuttuğumuz da yüzümüze tokat gibi çarpmakta.

Her gelen uçak ile birlikte çoğalan korku ve toplumsal endişe, toplum sağlığını ve toplumsal barışı bozacak bir tehdide doğru gitmekte.

Ve yolcu getiren her uçak ile birlikte artan korku ve endişe, Covit-19 virüsünden daha büyük zararlar vermenin arifesinde.

Karantina merkezleri içerisinde virüsün yayılması ise tüm yönleri ile ayrıca tartışılmalı.

Ve Hükümet ortakları tarafından yurtdışından getirilen kişilerin siyasi malzeme haline getirilmesi ise tüm yönleriyle değerlendirilmeli.

Yurtdışından getirilen gruplar üzerinden politika yapılması, Hükümet ortakları tarafından durumun vahametinin önemsenmediğinin bir göstergesi.

Kıbrıs’a inen her uçak ile artan korku ve endişenin neden olabileceği yıkıcı sosyal olaylar, varsın toplumsal zihinleri bir virüs gibi ele geçirsin, kimin umurunda.

Varsa yoksa seçimler, varsa yoksa yeniden seçilme gailesi, varsa yoksa ah o makam koltukları.

Zerre kadar toplum sağlığı ve toplumsal barış gailesi yok, Hükümetin.

Yurtdışından yolcu gelişlerinin bir süre durdurulmasına yönelik karar alma noktasında Hükümet neden geç kalmakta ?

Çünkü, her uçak politik bir malzeme, karantinaya giren her birey ise potansiyel bir oy.

Ve bu noktada muhalefetin de Hükümetten geri kalır yanı yok.

Birkaç bakan dışında, hiçbir kabine üyesi ortada yok.

Mesleği doktor olan Bakan ve milletvekilleri, sağlık alanındaki mücadelede doktor önlükleri giymekten geri durmakta.

Kıbrıs Türk’üne kimsenin böylesi kötü günleri yaşatmaya hakkı yok, olmamalı.

Olağanüstü dönemlerden geçerken artık siyaset yapmayın.

Ve keşke 1990 yılında zaman dursa ve uçacıklar gökyüzünü mavi, yeşil, turuncu, sarı ve kırmızıya boyarak dönmeye devam etseydi.

Ve bugünleri Kıbrıs Türkü’ne, Hükümeti ile muhalefeti ile el ele verip yaşatmasaydınız.

Esas tehdit, bugünden sonra Covit-19 salgını değil, Hükümeti ve muhalefeti ile siz seçilmişlersiniz.