1) Halkı Hiçe Sayanların Halktan Evet İsteme Hakkı Yoktur
Halkın bilgisine getirilmeden, toplum ile paylaşılmadan kısacası bizleri hiçe sayarak hazırlanan ve şimdi de topyekün evet dememiz için empoze edilen bu anayasa değişiklerine sırf bu sebepten ötürü hayır demenin en onurlu davranış olacağına inanmaktayız. Halkın değişiklikler hakkında bihaber olması bunun ıspatıdır. Halkı hiçe sayan bu siyaseti sandıkta bırakmak bizim boynumuzun borcu olmalıdır. Hayır diyelim ki, oturup yeni ve kabul edilebilir değişiklikler için çalışma yapsınlar. Zaten anayasayı değiştirme konusunda mecliste sağlanmış bir de mutabakat hazırda var.

2) Temel Hak ve Özgürlüklerimizi İleriye Taşımadılar, Sadece Kötü Malumun İzahını Yaptılar
Mevcut 10. Maddede zaten var olan “dokunulmaz”, “devredilmez”, “vazgeçilmez” kelimeleri sanki yeni bir kazanımmış gibi gösterilmeye çalışılıyor. Mevcudun nerdeyse aynen tekrarı olan yeni 10. Maddeye sadece “insan onuru” kelimesi eklenmiştir ki, bu hiçbir şekilde yeni bir kazanım olarak algılanamaz. Keza insan onuru tanımı zaten “dokunulmaz” kelimesinin içeriğinde olan bir husustur. Sadece içerikte olanı kullanmışlardır.
Mevcut 11. Maddede bizlerin temel hak ve özgürlüklerinin (insan hak ve özgürlükleri) “kamu yararı”, “kamu düzeni”, “ulusal güvenlik”, “genel sağlık” amacıyla sınırlanabileceği belirtilmektedir. Bu kelimeler tamamıyla muğlak, soyut ve lastik gibi çekilerek iktidarlar tarafından istenildiğinde kullanılabilecek tehlikeli kelimelerdir. Yani bir hükümet “ülkedeki ulusal güvenlik için ben basın özgürlüğünü kısıtladım” deme rahatlığına ve bahanesine sahiptir. Yenilik yapılacaksaydı işte bu keyfilik yaratan kelimelerden kurtulmak gerekirdi. Ancak değişiklik adı altında bunların tümü yine aynen yeni versiyonda tekrar edilmiştir. Sınırlandırırken temel hak ve özgürlüklerin “özüne dokunulmayacağı” hususu ise yeni bir şey olmayıp mevcut 11. Maddede zaten var olan bir kelimedir.

Bu konudaki en önemli ve tek kazanım olan düzenleme ise önce değişiklik önerilerine konup halka gösterilen ancak meclisteki oylama esnasında sessizce yok edilen 3. fıkraydı. Önce biz halka “bakın bu maddeye ne güzel bir fıkra ekledik” deyip gözümüzü boyadılar, ardından ise bunu hiç sezdirmeden değişiklikler içerisinden çıkarttılar. Çıkartılan 3. Fıkra şuydu: “Sınırlama sebeplerinin, amaçları ve ölçütleri Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihatları dikkate alınarak yorumlanır” Yani iktidarlar insan haklarını keyfi bir şekilde sınırlandıramayacak, AİHM bu sınırlandırmaları nasıl uygun bulmuşsa ancak ona uygun davranılacaktı. İşte asıl kazanım bu olacaktı. Ama ne yaptılar? Önce bu varmış gibi bize gösterdiler, arkamızdan mecliste bunu ortadan kaldırdılar. Bu halka atılmış bir kazık, insan haklarına yapılmış büyük bir saygısızlıktır.

3) Çocuklarımıza Verdiklaeri Değeri Meclisteki Oylama Esnasında Yerle Bir Ettiler
Bu yeni bir madde olarak anayasaya eklenmiştir. Olumlu bir düzenleme gibi görülse de sanki çocuk hakları anayasada yer almazsa ıslahevi ve çocuk mahkemeleri kurulamayacak gibi bir akıl kandırması ve algısı yaymaya çalışmaktadırlar. Islahevi veya çocuk mahkemesi kurabilmek için iktidar istendiği anda yasa yapıp bunları derhal kurabilir. Anayasayı değiştirmesine gerek yoktur. Bunların gerçekleşmesine zaten anayasada da herhangi bir engel yoktur.

Esas bize bu konuda meclis oylaması esnasında oynadıkları oyunları anlatsınlar. Altına imza atarak halka gösterdikleri taslaktaki güzellikleri neden kapalı kapılar ardında yiyip yuttuklarını açıklasınlar. Çocukların evrensel haklarını gösteren bölümleri son dakika oyunları ile mevcut maddeden çıkarttılar. Yani asıl önemli olan hak ve özgürlükleri çocuklarımıza layık görmediler.

16 Nisan tarihli öneride yer alan aşağıdaki bölümler meclis içi dönen dolaplar ile ortadan kaldırıldı, değişikliklerden çıkartıldı:
a) Çocukların “eşitliği”
b) Çocukların her türlü “ayrımcılığa” maruz kalmaması.
c) Çocukların düşünce, vicdan ve din özgürlüğü
d) Çocukların ifade özgürlüğü
e) Mülteci çocukların hakları
Kuşa çevrilmiş ve herhangi bir ciddi hak ve özgürlük koruması tesis etmeyen bu madde nasıl övülebilir ki?

4) Partilerimiz Milletvekili Transferini Önlemek Yerine Transferdeki Paranın Peşine Düştüler
Bu maddede yapılan değişikliğin “kamu görevlilerine siyaset özgürlüğü” getirildiği söylenmekte ve sadece bu husus ön plana çıkartılmaktadır. Oysa buraya eklenen yeni bir bölüm ile “milletvekili transferine” zımnen onay verilmektedir. Halkın beklentisi bu transfer olaylarının önüne geçilmesi iken buna yönelik hiçbir tedbir alınmamış, bilakis bu transferlerin önü şimdi daha çok açılmıştır.

Bir milletvekili bir başka partiye transfer olduğunda aldığı devlet katkısı da yeni partisine aktarılmaktaydı. En çok da bu katkının kaybedilecek olması siyasi partileri rahatsız etmekteydi. Anayasanın 70. Maddesinin sonuna eklenen yeni bir cümle ile artık milletvekili bir başka partiye transfer olsa dahi devlet katkısını yine eski partisi alacaktır. Yani partiler için yeni bir rahatlama getirilmekte “gidecekse gitsin zaten parasını devletten yine ben alacağım için sorun değil” şeklinde yeni bir anlayış yaratılacaktır.

Memura siyaset yasağının kaldırılması olumlu bir yeniliktir. Bu yasak kalkarken kamu görevlilerinin görevlerindeki “yansızlık ve tarafsızlık” görüntüsünün de zedelenmemesi çok önemlidir. Ancak burada yasak kalkarken bu siyaset özgürlüğünün çerçevesi net olarak çizilmemiştir. Memurun siyasetin içine ne kadar girebileceği tamamen hükümetin insiyatifine bırakılmıştır. Bu ileride özellikle “sendikalar” açısından çok büyük bir tehlike yaratabilecektir. Partiye üye olup, buradan menfaatlerini koruma ve sağlama pozisyonunu yakalayan memurlar çifte aidat verme yerine sendikalardan istifa edip partilere kayabilecektir. Bu da çalışma hayatının ve sendikal mücadelenin yıkılmasına kadar gidecek bir yolu açmış olacaktır.


5) Uygulatamadıkları Kuralları Anayasaya Koymak İstiyorlar

Dilekçe hakkı konusunda bazı önemsiz eklemeler yapılmıştır. Hukuk sistemimizde zaten var olan ve yüksek mahkeme kararlarıyla pekiştirilen “dava hakkı” sanki yeni bir olay ve kazanımmış gibi toplum önüne getirilmektedir. Geriye kalanlar ise mevcut anayasada yazılanların bir nevi tekrarıdır.
2006 yılından beri yürürlükte olan Bilgi Edinme Hakkı Yasası’nda yer alan ibarelerin bir tür kopyalaması yapılmıştır. Sistemimizde zaten varolan mahkemeye başvuru hakkı yine burada da yeni bir şeymiş gibi ortaya konmaktadır.

Bilgi edinmek için yapılan başvurulara cevap vermemek suç olmasına rağmen kurum ve kuruluşlar uygulamada bu başvurulara karşı %90 oranında kayıtsız kalmaktadır. Ortada işlenmiş bir suç olmasına rağmen bu konuda yargılanan kimse yoktur.

6) Protokolleri Yargıdan Kaçırmaya Devam

Uluslararası andlaşmaların mecliste onaylanma zorunluğu mevcut düzenlemede bazı küçük istisnalar hariç zaten vardı. Sadece bu istisnalar çıkartılmıştır.
Mevcut anayasada bu tür uluslararası andlaşmaların Anayasa Mahkemesi’ne götürülmesi yasaktı. Bu yasak şimdi yine aynen korunmaktadır.
İşte esas yenilik bu protokollerin Anayasa Mahkemesi’ne götürülebilmesinin önünü açmak olacaktı. Bunu yaparak gerçekte halkın menfaatleri için ileri bir adım atmış olacaktınız. Oysa meclistekiler bunun devamına karar verdiler. Peki o zaman sorarım size: “Burada halkı koruyacak ne yaptınız ki övünüyorsunuz?”

7) Belediye Başkanlarına %10’luk Yolsuzluk ve Usulsüzlük Yaptıkları Halde Yargı Bile Dokunamayacak
5 fıkradan oluşan bu maddenin neredeyse ilk 4 fıkrası mevcut anayasadan copy paste yapılmıştır.
Yenilik olarak görülen “yerel yönetim organlarına mahkeme kararı ile son verme” düzenlemesidir. Ancak bu düzenleme ile belediye başkan ve meclis üyelerine bir çeşit usulsüzlük yapma zırhı da getirilmiştir. Çünkü belediye başkan ve meclis üyeleri ancak yıllık bütçenin %10’unu aşacak kadar yasadışı iş yapıp belediyeyi zarara uğratırlarsa görevlerine son verilebilecektir. Bir başka değişle Bu %10 aşılmadıkça mahkemeye verilemeyeceklerdir.
LTB’nin 2014 yılllık bütçesi 112 triyondur. Eğer 2014 yılında 11 trilyonluk usulsüzlük yapılırsa yargı bunlara dokunamayacaktır.

8) Sayıştay Başkan ve Üyeleri Madem Ki Hükümeti Denetleyecek, Peki O zaman Onları Neden Yine Hükümet Seçiyor?
Sayıştay kurumunun işleyişi hakkında yenilikler getirilmektedir. Ancak Sayıştay Başkan ve Üyeleri’nin doğrudan cumhuriyet meclisi yani hükümet tarafından seçilecek olması anlaşılabilir bir durum değildir. Çok daha etkisiz bir kurum olan Ombudsman, yargıçlardan oluşan adliye kurulu tarafından meclise önerilecek 3 kişi tarafından seçilirken, çok daha etkili ve yaptırım gücüyle donatılmış olan Sayıştayın başkan ve üyelerini neden direkt olarak hükümet seçmektedir.
Yürütme organını denetleyecek olan kurumun yine hükümet tarafından seçilmesi kadar abes bir uygulama olamaz. Mecliste çoğunluğu elinde tutan hükümettir ve hükümetin istemediği bir kişinin Sayıştay başkan veya üye seçilmesi mümkün olmayacaktır. Yani bu makamlara seçilebilmek için mutlaka hükümete yanaşmak veya onlarla iyi ilişkiler içerisinde biri olmak zorundasınız. Bu da zaten Sayıştayın bağımsızlığını ve tarafsızlığını peşinen ortadan kaldıracaktır.
Hükümete yakın olduktan sonra onun icraatlarını nasıl layıkıyla denetleyebileceksiniz?

9) Anayasaya Evet Diyerek Dünyaya Ayrımcı ve Irkçı Olduğumuzu Haykırmış Olacağız
Buradaki tek yenilik “Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru hakkı”nın getirilmesidir. Ancak bu hakkın tanınmasında “insanlar arasında ayrımcılık” yapılarak çok büyük bir insan hakkı ihlali yaratılmıştır.
İnsan hak ve özgürlükleri ihlal edilen kişilere gidip anayasa mahkemesine başvuru yapma hakkı tanınmaktadır. Konu insan hakkı olmasına rağmen sadece yurttaş olan insanlara bu hak verilmiştir. Yurttaş olmayan bireyler insandan sayılmamış, onların insan hakkı yok sayılmıştır. Yabancı düşmanlığı ve hatta ırkçılık yaratacak kadar bariz bir ayrıştırma ve diskriminasyon yaratılmıştır. Bir insanlık suçunu bu anayasaya evet diyerek alnımıza kara bir leke olarak yazacağız. Dünyanın neresinde insanların bir kısmına mahkemeye gitme hakkı verilirken diğerlerinin suratına da yargı kapatılmıştır? Yoksa bunu Hitler’de mi yapmıştı?
Bu insanlık ayıbına onay vermemek gerekir, evet diyen herkes bu insanlık suçuna ortak olacaktır. Bu düzenleme uluslararası arenada bizi rezil edecek kadar önemli bir hatadır. Bunun altına imza koymamak gerekir. İleride utanç duyacağımız şeyler yapmayalım.

10) Yeniden Yargılanma Hakkı Tam Bir Para Oyununa Çevrildi
Burada sadece tek bir yenilik olarak “yeniden yargılanabilme müessesesi”ni görüyoruz. Ancak bu yenilik getirilirken AB’ye uyum yerine AB’ye kafa tutma, AİHM’i hiçe sayma pozisyonuna düşülmüştür. Ayrıca bu haktan yararlanmak isteyenlerin maddi olarak bir servet harcamaları gerekecektir.
AHİM kararları AB üyesi her ülkeyi bağlamakta ve kararları devletlerce direkt uygulanmak zorundadır. Oysa bizler bu değişiklik ile mahkemelerimizi AİHM’in de üzerinde görecek anormal bir sistem yaratmak istemekteyiz.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) tarafından haklı görülen, adaletsizce önceden yargılandığı için tekrar yargılanmasına hükmedilen kişi şu davaları açmak ve yıllarca uğraşmak zorunda kalacaktır:
a) Anayasa Mahkemesi’nde dava açılacaktır. Anayasa Mahkemesi “Evet AİHM doğru yaptı, gerçekten sizin insan haklarınız ihlal edildi” diye karar vermelidir.

b) Anayasa Mahkemesi bu kararı verdikten sonra Yargıtay’da yeni bir dava açmanız gerekecektir. Yargıtay “Evet siz tekrardan yargılanmalısınız” şeklinde karar vermelidir.
c) Yargıtay da bu kararı verdikten sonra ancak gidip alt mahkemede tekrar yargılanmanıza başlanacaktır.
Görüleceği üzere AİHM’in kararları bir paspas muamelesi görecek ve siz en az 3-4 yıl uğraştıktan ve servet değerinde avukat, mahkeme masrafı ödedikten sonra ancak yeniden yargılanabileceksiniz.


HUKUKUN ÜSTÜNLÜĞÜ HAREKETİ - HAYIR İNSİYATİFİ
(a). Av. Barış Mamalı (a). Tahsin Mertekçi